Letâif Ne Demek? Letâiflerin Anlamı Nedir?

Tasavvufî terbiyede en önemli vasıtalardan birinin “zikrullah” olduğunu daha önce ifade etmiştik. Allah dostları, zikrin kalpte dâimî bir idrak hâlinde yaşanabilmesi ve insanın âdeta zikrin içinde kaybolup asıl mezkûr olan Cenâb-ı Hak’ta fânî olması için, tarih boyunca muhtelif usûl ve metotlar belirlemişlerdir. İşte bu metodlardan biri de insan vücudunun muhtelif bölgelerinde bazı letâifler (rûhânî merkezler) belirlemek sûretiyle zikr-i küllîye erişme yoludur.

  • VÜCUDUMUZDAKİ MÂNEVİ MERKEZLER

Maddî vücûdumuzun hayâtiyetini devam ettirmesi için kalp, beyin, karaciğer, akciğer gibi birtakım cihazların sıhhatli çalışması ne kadar lüzumlu ise, mânevî dünyamızın uyanması ve hassasiyet kazanması bakımından da birtakım mânevî merkezlerin varlığı ve sıhhatli çalışması da son derece lüzumludur. İşte ehlullah hazarâtı, keşif ya da tecrübe yoluyla, vücutta bazı letâifler/rûhânî merkezler belirlemişlerdir. Bazı farklı değerlendirmeler var ise de genel kabul gören anlayışa göre bu letâifleri kısaca şöyle sıralayabiliriz:

Kalp: Sol göğsün iki parmak altında çam kozalağı şeklinde bulunan et parçasını mahal edinen, yani maddî kalbin derûnunda hissiyatımızın merkezini teşkil eden mânevî latîfedir.

Ruh: Sağ göğsün iki parmak altında bulunan mânevî latîfedir.

Sır: Sol göğsün iki parmak üstünde bulunan mânevî latîfedir.

Hafî: Sağ göğsün iki parmak üstünde bulunan mânevî latîfedir.

Ahfâ: Göğsün tam orta kısmında ve diğer dört letâifin ortasında yer alan mânevî latîfedir.

Nefs-i nâtıka: Alnın tam ortasında iki kaşın arasından yukarıya doğru dik bir çizgi hâlinde bulunan bir latîfedir.

Zikr-i sultânî/Zikr-i kül: Zikrin, vücûdun bütün zerrelerine kadar yayılmasıdır. Diğer bir ifadeyle yukarıda zikredilen latîfelerin zikre alışması gibi, vücûdun bütün zerrelerinin birer latîfe hâline gelerek Allâh’ı zikretmesi hâlidir.

EMİR ÂLEMİNDEN BİR SIR

Gönül terbiyecileri olan Hak dostları, bu letâiflerin asıllarının “halk âlemi”nden değil, mânevî kalp gibi “emir âlemi”nden bir sır olduğunu beyan etmişlerdir. Ehl-i mükâşefe için ayân olan bu hâlin, söz kalıpları içinde ifadesi zordur.

CEHRÎ ZİKİR, HÂFÎ ZİKİR

Nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi için zikrin lüzumuna yakînen inanan mürşidler, zikrin hem cehrî (açıktan dille yapılanı) hem de hafî (gizli sessiz ve sözsüz yapılanı) olmak üzere iki şekilde icrâ edilebileceğini ifâde etmişlerdir.

HÂFÎ ZİKRE DELİL OLAN ÂYET-İ KERİME

Letâiflerde yapılan zikir, cehrî bir zikir olmayıp, hafî zikirdir. Âyet-i kerîmede zikrin bu çeşidine şöyle işâret edilir:

“Kendi öz benliğinde yalvararak, ürpererek ve sesi de yükseltmeden Rabbini sabah akşam zikret. Ve sakın gâfillerden olma!” (el-A’râf, 205)

LETÂİFLER NASIL ÇALIŞIR?

Letâifler, ancak çok zikretmekle uyandırılabilir. Son dönemin büyük âriflerinden Mahmud Sâmi -kuddise sirruh- bu konuda şöyle buyurur:

“Zikr-i dâimî, kalbi yumuşatacak ve tasfiye edecek birinci şarttır. Çünkü Cenâb-ı Hak; “Ey mü’minler! Allâh’ı çok çok zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyurmuştur. Zira az yapılan zikir, kalbin yumuşamasına kâfî gelmez, kalp ancak çok zikirle yumuşar. Hiçbir şey buna mânî olmamalıdır. İnsanın mükerrem oluşu, zikr-i dâimî ile tecellî eder, beden bununla nurlanır, temizlenir.”[1]

ZİKRULLAH'IN MÂNEVİ TERBİYEDEKİ ÖNEMİ

Sâhibü’l-vefâ Mûsâ Topbaş -kuddise sirruh- da, zikrullâhın mânevî terbiyedeki ehemmiyeti hususunda şu tespitlerde bulunur:

“Zikir, mühim bir aşk ve îmân ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte, her anda zikreder, anmadan yapamaz. Zikrullâha vâsıl olan her şeye kavuşmuştur. Zikrullâhtan mahrum olan da her şeyi kaybetmiştir. Zikrullâh kalbin nuru, rûhun huzuru, gönlün cilâsı, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmur, fiil ve ahlâkı güzel, rûhu sevinçli olur.

Bir kalbe aşk-ı ilâhî girerse, o gönülde Allah zikrinden başka hiçbir şey kalmaz, hepsi yok olur. Evvelce geçirilen büyük mecâzî aşklar bile.

Kalbi zikirle meşgul etmeli, zikirle uyandırmaya, çalıştırmaya gayret etmelidir. İyi çalışıldığı takdirde zikir bütün letâiflere dağılır, nefse, sonra cesede.”[2]

KIYAMETTE YÜZÜMÜZÜN AK OLMASI İÇİN

İnsan, bedeni itibâriyle türâbîdir, yani toprağa mensuptur ve neticede toprak olacaktır. Ruh itibâriyle ise Rabbânîdir ve ruh ölümsüzdür. Yeniden dirilişin gerçekleşeceği kıyâmet gününde, bu rûha yeni bir beden giydirilecektir. Bu bedenin keyfiyeti, dünyada iken rûhun kazandığı mânevî seviyeye göre nûrânî ya da zulmânî bir şekilde tezâhür edecektir. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْوَدَّتْ وُجُوهُهُمْ اَكَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿106﴾ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ى رَحْمَةِ اللّٰهِ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿107﴾

“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara; «Îmânınızdan sonra küfrettiniz ha? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azâbı tadın.» (denecektir). Yüzleri ağaranlara gelince, (onlar) Allâh’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Âl-i İmrân, 106-107)

Letâiflerin ve hattâ bütün mânevî dünyamızın şu âlemde nurlanması, kıyamette yüz aklığının en müessir vesîlesi olacaktır. Bu itibarla ölmeden önce nûrâniyete bürünme adına tam bir mücâhedeye sarılmak zarûrîdir.

Dipnotlar: [1] Mahmud Sâmi Ramazanoğlu, Bayram Sohbetleri, Erkam Yayınları, İstanbul 2005, sh. 44-45. [2] Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-I, Erkam Yayınları, İstanbul 2004, sh. 66.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.