Lâl’in Şarkısı 

Birbirinin aynı düşüncelerimle bıktırmak istemem seni. Göğe bak ve yolculuklar yap, hayallerimiz kadar yolumuz.

Gece şimdi… Başım avuç içime yaslı, gözüm göğe dalmış. Kopkoyu lacivert denizin en alt katında ince bulutlar var, ilerisini düşünmeye çalışıyorum. Denize mi dalıyorum, göğe mi yükseliyorum, bilemiyorum. Düşündükçe yerimden oluyorum, düşündükçe daha çok kayıyor toprak ayaklarımdan, gurbetçi oluyorum, daha fenası, yuvasız… Yahut belki de toprak ben oluyorum, yuva ben.

Dedim ya, ilerisini düşünmeye çalışıyorum. Gözlerim bulutlara kadar ulaşabiliyor, gözümü bulutlarda bırakıp yoluma devam ediyorum; atmosfer kat kat...

Hava hâdiselerinin gerçekleştiği tabakayı geçiyorum, sessizliğin içinde mor-kırmızı şimşekler çakıyor; hiçbiri bana ilişmiyor, ya oraya âidim ya orada değilim, bilmiyorum, birer birer katları aşıyorum. Aştıkça içimi bana hapseden her yükü geride bırakıyorum, nefeslerim hattatlara emanet kalıyor, tasarruf ederler biliyorum.

Burada bir annem yok, öğretmenim de yok. Ama biliyorum bir şekilde ne, nerede yapılır, nerede yapılmaz. Görgü kuralları gibi değil buradaki kurallar, taklit etmiyor; ya bilerek geliyorsun ya da anlamadan öğreniveriyorsun. Ozon tabakasına ulaşıyorum, üzerinde gerçekten bir delik var mı diye bakınacak oluyorum, bulamıyorum, ama yükseldikçe bir kasırganın bulutları ite çeke etrafına dolayarak, kendine bir göz açışına şâhit oluyorum; öyle güzel ki, perdeyi başına örtüp sokağı izleyen bir teyzeye benziyor.

Bütün kelimelerimi bulutlar arası boşluktan içeri bağırmak istiyorum, ama huni gibi sesimi büyütür de duymak istemeyecek birine sesimi duyururum diye korkuyorum. Yürüdüğüm yollarda ayak izi bırakmaktan korkar gibi, burada yine çekiniyorum. Sonra tersten konuşacağım için sesimi küçülteceğini fark ediyorum, o zaman da söyleyeceklerimi unutuyorum.

Kelimeleri kendime gücendiriyorum; avucumda sıkıp canlarını acıtmayayım derken, yine elimden kaçırıyorum, uçuşup gidiyorlar. Bir yandan nefesime çimen kokusu doluyor, Haziran geldi sayılır. Nefesimi terk edemediğimi anlıyorum.

KONUŞAN KAİNAT

İnsan, ancak yalnızken mi kâinat onunla konuşur? Sanırım bazı sözler yalnızca sır, o güzel biçimli dikenler gibi hüzünlü kalplere takılıyor. Belime ve omuzlarıma takılmış görünmez iplerle çekilirken, ozon tabakasını geçiyorum, ötesini gerçekten aklım almıyor.

İnsan göğe bakınca sevgili dostum, kâinat başının üzerine toplanmış gibi geliyor. Oysa dışarıdan izleyince her şeyin kendi yolunda akıp gittiğine şahit oluyorsun. Göğün bile üstümde değil, etrafımda olması beni sarsıyor dostum, etrafımda bir kâinât olması beni sarsıyor.

“Güneş de bir delildir onlara, akar gider yörüngesinde... O azîz ve alîmin (o üstün kudret sahibinin ve her şeyi bilenin), yaratması böyle olur işte! Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir. Ne Güneş Ay’a kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir. O gök cisimlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur...” (Yâsîn, 38-40)

Bulutlardaki hafif pembelik kaybolmak üzere… Yatsı vakti girdi, yarın finalim var. İnsan göğe bakıp katmanları aştığını, Samanyolu’ndan ayrılana dek hızla ilerlediğini, sönüp giden, patlayarak yanan veya yerinde durmayan yıldızlarla tanıştığını hayal ettiği zaman, insanların dâimâ aynı şeyleri söylemesine katlanamaz oluyor, sevgili dostum. Hârikulade şeyler varken öğrenilecek ve bir ömür verilse bile hâlâ öğrenilecek birçok muhteşem şey olacakken, aynı olanı duymaya tahammülüm yok.

Birbirinin aynı düşüncelerimle bıktırmak istemem seni. Göğe bak ve yolculuklar yap, hayallerimiz kadar yolumuz. Yolların kesişmeyeceği kadar paralel düşüncelerimiz olduğunu sanmam. Yolda karşılaşırsak gülerek gelir ve sana sarılırım. Gelirsen hoş gelirsin, şimdilik hoşça kal…

Kaynak: Rukiye Gönüllü, Şebnem Dergisi, Sayı: 170

İslam ve İhsan

İMANDA İSTİSNA VE HÜKMÜ NEDİR?

İmanda İstisna ve Hükmü Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.