Kureyş Sûresi Meâli ve Tefsiri

Zehra Eriş Hanımefendi, Şebnem Dergisi'nin Nisan sayısında Kureyş Sûresi tefsirinin ikinci bölümünü kaleme aldı. Mart ayında ilk iki ayetin tefsirini kaleme alan yazar, bu ay da diğer iki âyet-i kerimeye değiniyor.

KUREYŞLİLERİN ŞİRK KOŞMALARI İÇİN MAZERETLERİ YOKTU

3- Artık onlar, bu beytin (evin, Kâbe’nin) Rabbi’ne ibadet etsinler.

Allâh’ın gizli ve açık, bilinen-bilinmeyen, yaz-kış devam eden sonsuz nimetlerine mazhar olan, kendilerine Beytullâh’ın emânet edildiği, son peygamberin kendi kabilelerinden çıkması şerefiyle yüceltilen bir topluluğa düşen vazife, şüphesiz, bu nîmetleri verene minnet ve kulluktur.

Başka insanların, diğer millet ve kabilelerin, belki çeşitli sebeplerle şirk için (kendilerince) mâzeretleri olsa da, Kureyş’in Allâh’a sunabilecekleri hiçbir mâzeretleri yoktur. Daha çok kısa bir zaman önce, apaçık bir mûcize olarak kendilerinin de şâhit olduğu üzere, beytini, ebâbil kuşlarıyla korumuş olan Allah Teâlâ’ya şirk koşmak, affedilmez bir hatadır.

CENÂB-I HAKK'IN BAHŞETTİĞİ İKİ NİMET

Fahreddin Râzî der ki:

“Nîmet vermek, iki şekilde olur.

  1. Zararı bertaraf etmek. Bu nîmet, Fîl Sûresi’nde anlatılmıştır.
  2. Menfaat sağlamak. Bu nîmeti de, Kureyş Sûresi anlatmaktadır.

Cenâb-ı Hak, verdiği nîmetlerin peşinden kulluğun yerine getirilmesi gerektiğine dikkat çekerek «Artık onlar, bu beytin (Kâbe’nin) Rabbi’ne ibâdet etsinler.» buyurmuştur.” (Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXIII, 432-433)

“Felya’büdû” kelimesinin başındaki “fe” harfi, ifadede şart mânâsı bulunduğu içindir. Fe’ye şart mânâsı verildiğinde, âyet-i kerîmenin mânâsı şöyle olur: “Madem öyle (bunca nîmet içinde ibadet etmiyorlar) hiç olmazsa, onlara güvenlik ve esenlik verdiği için ibadet etsinler!..”

RAB KELİMESİNİN ZİKREDİLME SEBEBİ

“Rab” kelimesinin zikredilme sebebi de, Ebrehe’nin orduları Mekke’ye yaklaştığında, Kureyş, Kâbe’nin korunmasını putlardan değil, “Kâbe’nin Rabbi” olan Allah’tan beklemiş ve “Bu beytin onu koruyup kollayacak bir Rabbi var!” demişti. Eğer onlar, Kâbe’nin gerçek Rabbi olarak Allâh’ı bilip tanıyorlarsa, yapacakları şey de o tek “Rabbe” ibadet etmek ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmamaktır.

“el-Beyt”, bilinen ev, yani Kâbe’dir. Allah Teâlâ, “beyt” kelimesinin başına “el takısı” koymak ve beyti kendisine nisbet etmek sûretiyle, ona tâzim edilmesini işaret buyurmuştur. O, sıradan bir ev değildir. O beytin sahibi, Allah Teâlâ’dır. Kureyş de bu beyt sayesinde, diğer Araplardan üstün ve şerefli kılınmıştır.

KUREYŞ SÛRESİ DÖRDÜNCÜ ÂYETİN TEFSİRİ

4- O ki, kendilerini açlıktan doyuran ve korkudan kendilerine güvenlik verendir.

Bu âyet-i kerîmede geçen “açlıktan doyuran” kelimeleri ile ilgili şu açıklamalar yapılmıştır:

  • Hazret-i İbrahim, Hacer Vâlidemiz ile Hazret-i İsmâil’i bu ıssız ve çorak vâdiye bırakırken, Allâh’a “Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, Senin Beyt-i Haram’ının yanında, ekinsiz bir vâdiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlarından birtakım gönülleri, onları sever kıl ve onları çeşitli meyvelerle besle!” (İbrahim Sûresi, 37) diye duâ etmişti. Gerçekten o zaman bu vadide, ne bir su, bir ağaç ve gölge vardı. Yiyecek bir şey bulmak da mümkün değildi. İşte Cenâb-ı Hak, bu kimsenin bulunmadığı vadiyi, önce zemzem ile ziynetlendirmiş, ardından oraya yerleşen topluluklarla bereketlendirmiştir.

    Peygamber Efendimizin bu âyetleri okuduğu hengâmda, Kâbe, Hazret-i İsmâil -aleyhisselâm-’ın soyundan gelen Kureyşliler’e aitti ve Mekke’de su, meyve ve çeşitli yiyecekler noktasında hiçbir sıkıntı yaşanmamaktaydı. O hâlde böyle bir mıntıkada açlıktan tokluğa, yokluktan kalabalığa, türlü baskın ve zulümlerden huzur ve emniyete ulaştıran Rabb’e karşı sonsuz bir şükür duygusuyla ibadet etmek gerekir. Bu şükrü de en çok Kureyş Kabilesi hissetmelidir.

  • Hazret-i İbrahim’in bu duâsının bereketi yanında, Kureyş’in emniyet içinde farklı bölgelere ticaret için seyahat etmesi, oralardan yaz-kış değişik sebze ve meyveleri getiriyor olması ile de “açlık” çekerken “doyurulmuşlar”dır. Aynı şekilde Allah Teâlâ tarafından insanların kalplerine denizle seyahat etme daha câzip gösterilmiş ve Mekke’ye -çöl yolculuklarına nisbetle- çok daha yakın olan Cidde üzerinden çeşitli yiyecekler ve taze meyveler ulaşmıştır. Cidde limanına gelen gemilerden yüklenen mallar, deve ile iki gecelik bir konaklama neticesinde Mekke’ye ulaşabiliyordu. Bu da o günün şartlarında, etrafı çöllerle kaplı bir mekânda Allâh’ın nasıl bir lütuf ve ikramda bulunduğunu göstermeye kâfidir.

    Cenâb-ı Hak, onları “korkudan emniyete kavuşturmuş”tur. Daha önce de anlatıldığı üzere, Kureyş’in kervanları her türlü baskı ve yağmadan korunmuştu. Allah, onları, Ebrehe ve ordusunun zulüm ve saldırısından da korumuştu. Bu korku ve emniyeti, “mânevî nîmetlerle” açıklayan âlimler de olmuştur. Meselâ, “emirlik ve hilâfetin başkalarında olmasından emin olma”, “İslâmiyet ile onları emniyette kılma”, “vahyin mânevî yiyeceği ile, cehâletin açlığından korunma” gibi…

    İnsanın en tabiî ihtiyaçları, hayatta kalma ve korkulardan emin olmadır. İnsanın, aç kaldığı veya korkuya yenik düştüğü zamanlarda yapamayacağı şey yoktur. İşte Rabbimiz, Mekkelileri ve bilhassa Kureyşlileri bu iki temel ihtiyacın, hem de çevredeki bütün olmusuz şartlara rağmen, nasıl karşılandığını hatırlatmakta ve onları, bu yeni dine en önce îman eden kimseler olmaya dâvet etmektedir.

KUREYŞ SÛRESİ'NDEN ÇIKAN HÜKÜM VE HİKMETLER

  1. Allah Teâlâ, Kureyş’e verdiği sayısız nimetleri hatırlatmakta ve onları bu nimetlere karşılık şükür ve itaate dâvet etmektedir. O hâlde nimet arttıkça, şükür ve kulluğun da artması gerekir.
  2. Allah Teâlâ, Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın duâsını kabul etmiş, çölde bir hayat bahşetmiş ve onun neslinden son peygamberi bu topraklarda yaratmıştır.
  3. Kâbe ve çevresi, Allâh’ın hürmet ve tâzim istediği mübârek mekânlardır. Haram sınırlarıdır. Buradaki kulluk büyük bir ecre sebep olurken, buradaki isyan da insanı büyük felâketlere sürükler.
  4. Umduğuna nâil olmak ve korktuğundan emin olmak; iki büyük nimettir. Kureyşliler, hem pek çok nîmetlerle zenginlik, refah ve huzur içinde yaşıyor, hem de her türlü tehdit, baskı ve zulümden korunmuş olarak hayat sürüyorlardı. Bu durum, Peygamber Efendimizin dâveti olan İslâm’la karşılaşana kadar böyle devam etti. Ancak onlar, kabul etmemek bir tarafa, Peygamber Efendimiz ve ashâbına zulmetmeye başlayınca, Allah onlara olan nîmetlerini noksanlaştırmaya başladı. Hatta hicreti müteâkip Mekke büyük bir kuraklık ve açlık içinde kavruldu. Mekkeliler, dâvetine inanmadıkları o peygambere, ricâ-minnet etmek üzere pek çok aracı gönderdiler. O hâlde kıymeti bilinmeyen, şükredilmeyen nimetlerin azalması mukadderdir. Nîmet, şükürle ziyadeleşir; nankörlükle yok olup gider.
  5. Allâh’ın bir kuluna veya bir kavme ikrâmı, ilelebet devam etmez. Onlar, kendi hâl ve gidişâtlarını bozunca, o ikramlar da değişir. Onlar, kendilerini ıslâh edince de o lütuflar devam eder.
  6. Allâh’ın hazineleri çok geniştir. Bir şeyi murad ettiği zaman, ona değişik vesileler ihsan ederek nîmetini tamamlar. Bazen bir kuşu göndererek bir fil ordusunu yok eder; bazen çölün ortasında bitip tükenmeyen bir su çıkartır, bazen de alevler, ateşler içinde gül bahçeleri inşa eder. O hâlde kula düşen, her şeyin sahibi ve yaratıcısı olan, müsebbibu’l-esbâb olan, sebepleri var eden Allâh’a sığınmak, O’ndan başka bir sığınak aramamaktır. Cenâb-ı Hakk’a karşı yapılacak en büyük isyan, O’na eşler tutmak, şirk koşmaktır.

 Kaynak: Zehra Eriş, Şebnem Dergisi, Nisan-2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.