Kur’an’a Göre Ashabın Vasıfları

Ayet-i kerimede zikredilen “Muhammed Allah’ın Resûlüdür” ifadesiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir Peygamber olduğunu bildirerek O’na inanıp bağlanmak hususunda mü’min gönüllerde tam bir teslimiyet halinin tesisini hedeflemektedir.

Allah Teâlâ’nın alemlere rahmet kıldığı son ve en seçkin Peygamberi Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahyettiği Kur’an-ı Kerim’e ilk muhatap olan Ashâb Nesli, fevkalâde özellikleri bulunan örnek bir topluluktur. “Ümmetimin en hayırlıları, benim yaşadığım çağda bulunanlardır.” (Bkz. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 210-212, 214, 215; Ebu Davud, Sünnet, 9) hadis-i şerifi de bu gerçeği ifade etmektedir. Şüphesiz onlar bu mertebeye, Peygamberlerin Efendisi’nin nazarlarına erişmek, teveccühlerine nail olmak ve sohbetlerinde yetişmek suretiyle erişebilmişlerdir. Kur’an-ı Kerim, bu kutlu ve örnek neslin sahip bulunduğu güzel vasıfları tablolar halinde sunarak bunları, sonraki nesillerin uyması gereken örnekler olarak takdim etmektedir. Biz, bu yazımızda onların, sadece bir ayette yer alan vasıflarını konu edineceğiz:

“Muhammed Allah’ın Resûlüdür. Beraberinde bulunanlar ise kafirlere karşı çok çetin (ve metîn), kendi aralarında gayet merhametlidirler. Onları görürsün; cemaatle rükû’, secde ederek Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. (Ashab hakkındaki bu teşbih) onlarla kafirleri öfkelendirmek içindir. Onlardan inanıp iyi işler yapanlara Allah, mağfiret ve büyük mükafat vadetmiştir.” (Fetih, 29)

Ayet-i kerime, önce “Muhammed Allah’ın Resûlüdür” ifadesiyle Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir Peygamber olduğunu bildirerek O’na inanıp bağlanmak hususunda mü’min gönüllerde tam bir teslimiyet halini tesisini hedeflemektedir. Sonra da O’na sonsuz br aşkla bağlanan, böylece O’nun maiyyetinden olma şerefine sahip bulunan Ashab-ı Kiram’ın zikre değer önemli vasıflarını tablolar halinde sunmaktadır.

Şimdi sahnede, Resûlullah’ın nazarları, teveccühleri, feyiz ve bereket dolu sohbetleriyle yetişmiş, tezkiye olunmuş, gelişmiş ve kemale ermiş Ashâb-ı Kirâm var:

Sevgi ve öfkeleri Allah için: “Kafirlere karşı çok çetin (ve metin), kendi aralarında gayet merhametlidirler.”

Bakıyoruz bu insanların bütün öfke ve sevgileri celâdet ve merhametleri Allah için... Ayetin çizdiği tabloda, mü’minlerin karşısında kafirler yer almaktadır. Mü’minlerin hemen, kafirlere karşı güç ve kuvvetlerini topladıklarını; bütün kızgınlıkları ile gayet şiddetli ve sür’atli bir şekilde onlara doğru harekete geçtiklerini seyrediyoruz. Küfür ve isyan içinde olanların, Allah’ın arzında ve O’nun nimetleri içinde keyiflerinin istediği şekilde yaşamalarına, hele hele mü’minlerin zararına faaliyette bulunmalarına asla tahammüllerinin olmadığını görüyoruz. Sonra da mü’minler olarak kendi aralarında ilişkilere bakıyoruz: Kafirlere karşı sergiledikleri şiddet, celâdet ve kızgınlıktan hiçbir eserin kalmadığını; bu gibi vasıfların, yerlerini engin bir merhamete, şefkate, yumuşaklığa, sevgiye, nezakete, anlayış ve hoşgörüye terkettiğini görüyoruz. Sımsıcak bakışlarla birbirlerini selamlıyorlar, sımsıcak kalplerle birbirlerini bağırlarına basıyorlar, hallerini soruyor, dertleri ile ilgileniyorlar, birbirlerini seviyor, sayıyorlar. Tek bedende tek ruh gibi oluyorlar. Hepsi şen-şatır, hepsi neş’eli ve huzurlu...

MÜ’MİNDE BULUNMASI GEREKEN TEMEL VASIF

İşte mü’minde bulunması gereken temel vasıf: Sevgisi de Allah için, buğzu da Allah için.

Daimî bir kulluk şuuru içindeler: “Onları görürsün; cemaatle rükû’, secde ederek Allah’tan lütuf ve rıza isterler.”

Sahnede yine Ashâb-ı Kiram... Bakıyoruz cemaat olarak sürekli rükû’ ve secde halindedir. Ne zaman bakarsak bakalım onları hep bu halde görüyoruz: Rükû’ ve secde halinde. Zira rükû’ ve secde hali, mü’minlerin ruhunda yer eden en köklü bir kulluk halidir. Yani onlar bütün vakitlerini hep kulluk şuuru içinde geçiriyorlar. Her nefeste ruhları, Allah huzurunda rukû’ ve secde halinde bulunuyor. Dış görünüm itibariyle insanlık gereği sürekli rükû’ ve secde halinde buluma noktasında bazı kesintiler olsa da, özleri ve ruhları itibariyle asla kesinti yok.

Ve yalnız rızây-ı ilâhî’yi istiyorlar: “Sürekli Allah’tan lütuf ve rıza isterler.”

Bu tablo onların ruhî derinliklerini ve iç dünyalarının enginliğini gözler önüne sermektedir: Sürekli Allah’ın lütfunu ve rızasını istiyorlar. Kalpleri ve zihinlerini hep bu düşünce meşgul ediyor ve yaptıkları her işte bu gayeyi gözetiyorlar. Bütün hayatlarını Allah için ve O’nun rızasını kazanmak için yaşama gayreti içinde bulunuyorlar. Meşgul oldukları her işi O’nun rızasına matuf olarak yapıyorlar.

Yüzleri nurlu, aydınlık ve parlak: “Secde izinden (meydana gelen) nişanları yüzlerindedir.”

Yine karşımızda Ashâb-ı Kirâm... Bakıyoruz her birinin yüzleri pırıl pırıl... Güneş gibi parıldıyor, ışık ve nur saçıyor. Aydınlık, berrak, parlak simalar... Sonra bu simaları bu denli parlatan, ışıldatan sebebi soruyoruz: Nedir o yüzleri bu güzel hale sokan? Bunun sebebinin, Allah için yaptıkları secdeler, kıldıkları namazlar, ettikleri samimi kullukların olduğunu öğreniyor ve “Demek ki bu hale gelmek için böyle kulluk etmeli” düşüncesine ulaşıyoruz. İbadet hali onların her taraflarını bürümüş, onlara derin bir huşû’ ve huzû’, tevazu, safiyet, berraklık, huzur ve sükûn hali kazandırmıştır.

Buraya kadar saydıklarımız, onların Tevrat’ta zikrolunan vasıflarıdır. İncil’de ise Peygamberimizin ve onların durumu şöyle bir örnekle anlatılmıştır:

Mükemmel ve muntazam yetiştirilmiş ekin gibiler: “İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. (Ashab hakkındaki bu teşbih) onlarla kafirleri öfkelendirmek içindir.”

Şimdi sahnede bir ekin... Bu ekin toprağı yarıyor, filizini çıkarıyor ve çatallanıyor. Filizini kuvvetlendiriyor, başak çıkarmağa başlıyor. Derken gövdesi üzere dikiliyor ve yükseliyor. Gövdesi sağlam, yan yatmamış, eğilmemiş, dik ve düzgün, kuvvet dolu bir ekin. Bu manzara, ziraatin ne olduğunu bilen, verimli ve verimsiz mahsulü tanıyan ve bitkinin durumundan anlayan ekincilerin pek hoşuna gidiyor, onları heyecanlandırıyor ve sevindiriyor. (Seyyid Kutup, Fîzilâli’l-Kur’an, VII (26. cüz) 126, Beyrut, ts.)

İşte Resûlullah ve Ashâbı böyle hoş, mükemmel, muntazam güzel bir ekin gibi yetiştirilmiş bir ordudur. Burada Resûlullah’ın feyzi, ahlâkı, talim ve terbiyesi ile ümmetine hem ruhen hem de cismen verilen hayatî nizam ve neş’enin bir ifadesi vardır.

Bir rivayete göre bu tasvir Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmetinin İncil’de zikrolunan örnekleridir. İncil’de, “Bir kavim çıkacak ki ekin yetişir gibi yetişecekler, onların içinden de bir topluluk çıkacak iyiliği emredecekler, kötülüğü yasaklayacaklar.” diye yazılmış olduğu nakledilmiştir. (Hak Dini, VI/4442.)

Bir kısım müfessirlere göre de son olarak zikrettiğimiz bu ekin örneği Tevrat’ta ve İncil’de bulunmayıp, Peygamberimiz ve ümmeti hakkında Allah tarafından yeni bir temsildir. Bu görüşte olanlardan biri olan Zemahşerî şöyle der: “Bu, Allah Teâlâ’nın İslâm milletinin başlayışı ve gelişip büyüme şekli ile ilgili verdiği bir örnektir. Çünkü Resûlullah yalnız olarak kıyam etti; sonra Allah Teâlâ onu, beraberindeki mü’minlerle güçlendirdi. Buna göre ekin Peygamberimiz, ondan çıkan filizler de Ashâb-ı Kiram’dır. Dolayısıyla bu, Peygamberimizle beraber ashâbının temsilidir.” (Zemahşeri, Keşşâf, III/551, Beyrut, ts.)

Ashâb-ı Kiram’ın bu surette yetiştirilmeleri kafirleri öfkelendirmiş, kızdırmış ve hüzne boğmuştur. Zaten Allah, kafirler öfkelerinden çatlasınlar diye böyle yapmıştır.

Allah Teâlâ, yukarıda vasıflarını saydığı mü’minlere ahirette büyük ecirler vereceği gibi, onlara öfkelenen kafirlerden iman edip iyi ameller işleyenleri de affedecek ve kendilerine büyük mükafatlarda bulunacaktır.

Kaynak: Prof. Dr. Ömer Çelik, Altınoluk Dergisi, Sayı: 144

 

İslam ve İhsan

İLK SAHABİLER KİMLERDİR?

İlk Sahabiler Kimlerdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.