Kur’ân ve Sünneti Tatbik Ederek Öğreten Yol

Tasavvuf, Kur’ân-ı Kerîm’de bahsi geçen takvâ, huşû, tevbe, rızâ gibi kalp amellerinin nasıl gerçekleşeceğini; bunun zıddına, riyâ, ucub, kibir gibi kalbî marazların nasıl bertaraf edilebileceğini Kur’ân ve Sünnet’ten alıp tatbikî olarak öğreten bir eğitim yoludur.

Mâlûm olduğu gibi, insanın ruh ve beden olmak üzere iki yönü vardır. Bunların her ikisinin de fıtrata bağlı talepleri mevcuttur. İslâm, yaratılıştan gelen bu temâyülleri inkâr etmez. Onları birer vâkıa olarak kabûl eder. Ortaya koyduğu temel ölçüler çerçevesinde makbûl olan temâyülleri inkişâf ettirmeye, merdûd olanları ise, asgarî hadde indirmeye veya makbûl bir gâyenin emrine vermeye çalışır.

Yani İslâm, insana madde ile mânâ arasında bir denge programı takdîm eder. Bedensiz bir ibadet olamaz. Bedensiz bir namaz kılınamaz, oruç tutulamaz. Diğer ibadetler de ancak bedenle îfâ edilebilir. Lâkin ruhsuz da olamaz. Rûhî heyecan, gönül vecdi, kalbî rikkat ve hassâsiyet kaldırıldığında din, kuru bir şekil ve iskelet hâline getirilmiş olur. Hâlbuki Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de takrîben 250 küsur yerde “takvâ”yı vurgular. Takvâ ise kalbî bir hassâsiyettir.

Yine âyet-i kerîmede: “Mü’minler felâh buldu.” buyrulur. Hemen devâmında ise kalbî bir husûsiyete dikkat çekilerek; “Onlar ki namazlarını huşû ile kılarlar.” buyrulur. (Bkz. el-Mü’minûn, 1-2)

KUR’ÂN VE SÜNNETİ TATBİK EDEREK ÖĞRETEN EĞİTİM YOLU

Tasavvuf, Kur’ân-ı Kerîm’de bahsi geçen takvâ, huşû, tevbe, rızâ gibi kalp amellerinin nasıl gerçekleşeceğini; bunun zıddına, riyâ, ucub, kibir gibi kalbî marazların nasıl bertaraf edilebileceğini Kur’ân ve Sünnet’ten alıp tatbikî olarak öğreten bir eğitim yoludur.

İnsan, sırf ten plânında takılıp her şeyi maddeci bir nazarla seyrederse, en mücerred hâdiseleri bile müşahhas ve ruhsuz kalıplar hâlinde görür. Aslında tasavvufa îtirazların temelinde yatan başlıca sebeplerden biri de budur. Tasavvuf ise, maddî ve zâhirî îcapları reddetmeden, insanı rûha, metafiziğe, mâneviyâta yöneltir. Böylece insanın rûhuna da, istîdâdı nisbetinde bir tekâmül ve tatmin yolu gösterir.

Ârifler şöyle demişlerdir:

“Zâhirî rızka nâil olmak, âzâların çalışmasıyla mümkündür. Bâtınî rızka nâil olmak da kalbin çalışmasıyla mümkündür.”

MANEVİ YÜKSELİŞ 

Cenâb-ı Hak, murâd-ı ilâhîsi mûcibince insanları zâhirî istîdatları gibi, mânevî istîdatları bakımından da muhtelif seviyelerde yaratmıştır. Kullarından tâkatlerinin üzerinde bir ubûdiyet beklememekle beraber, verdiği istîdat nisbetinde de onları mes’ûl kılmıştır.

Ancak Cenâb-ı Hak, bütün insanlığın mükellef bulunduğu dînî teklifleri tâyin ederken, kullarına verdiği tâkatin asgarî seviyesini esas almıştır. Şüphesiz ki bu, O’nun kullarına olan nihâyetsiz merhametinin bir tecellîsidir. Bununla birlikte, dînin asgarî tekliflerinden daha fazlasını yapmaya fıtraten kudret, iştiyak ve istîdâdı olan kimselere de mânevî yükselişin kapısını kapatmamıştır. Yani şer’î vazifelere ilâveten bir de kalp âleminde yükselme istîdâdı olan mü’minlere, nâfile ibadetler, zühd, takvâ, ihsan gibi fazîletlerle, vâsıl-ı ilâllâh zirvelerine doğru mesâfe almayı sağlayacak bir yolu açık tutmuştur. Bu yol ise, bilindiği üzere “tasavvuf”tur.

Buna şöyle bir misâl verebiliriz: Şeyh Şiblî Hazretleri’ne:

“–Beş devede ne kadar zekât verilir?” diye sorulmuştu. Şeyh Şiblî:

“–Vâcib olan, bir koyundur; ancak bize göre hepsi Allah içindir.” dedi.

“–Bu hususta delîlin nedir?” diye sorulunca Şiblî Hazretleri şu cevâbı verdi:

“–Ebû Bekir Efendimiz’dir. O, malının tamamını Allah yolunda infâk etmiştir. Kim bütün malını Allah yolunda bezlederse / cömertçe harcarsa o, Ebû Bekir -radıyallâhu anh- Efendimiz’in meşrep ve husûsiyetindedir. Kim de malının büyük bir kısmını infâk ederse, o da, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın meşrep ve husûsiyetindedir... Dünyayı (kalben) terk etmeye götürmeyen ilim, (gerçek) ilim değildir.”[1]

Bu misâlin de işaret ettiği gibi yüksek kalbî istîdâda sahip olan büyük sahâbîlerin her biri, tasavvufta belli özellikleriyle imam ve önder durumundadırlar.

[1] Ahmed Zerrûk, Kavâidü’t-Tasavvuf, kâide: 33.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.