Kur'ân-ı Kerîm'in Mucize Oluşunun Delilleri

Kur’ân-ı Kerîm, mucize oluşu ile insanların gönüllerinde fevkalâde güçlü bir tesir uyandırmış, Araplar, onu Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in fem-i saâdetlerinden dinleyerek fevc fevc îmâna gelmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerîm, üslûbundaki fesâhat, belâğat ve ihtivâ ettiği ahkâmın şâhe­serliği yanında, mânâ ve muhtevâsıyla bütün mekân ve zamanlara hitâb etmesi ile de hiçbir peygambere nasîb olmamış bir kitâbdır. Bu üstünlükler, onun kıyâmete kadar devâm edeceğinin ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in de en kalabalık bir ümmete sâ­hib olacağının en bâriz bir nişânesidir.

Kur’ân-ı Kerîm’de her şey; ifâde, üslûp, mânâ, mûcize, tarih vesâir ne varsa hepsi Allâh’a âittir. Öyle ki âyetlerin diziliş sırası da vahye müsteniddir ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in en küçük bir müdahalesi olmamıştır.

SES AHENGİ MUCİZE

Yine Kur’ân-ı Kerîm’in üslûbu gibi ses âhengi de Allâh’a âittir. Kur’ân’ın nazmında en ufak bir takdîm, te’hîr veya herhangi bir değişiklik yapmak, âhengi hemen bozar. Günümüz İslâm ulemâsından muhterem Muhammed Hamîdullâh, Kur’ânî âhenkle alâkalı olarak şöyle bir hâtırâ nakleder:

“Müslüman olmuş Fransız bir mûsikîşinas, bir görüşmemizde bana, Nasr Sûresi’nin kıraatinde «fî dînillâhi efvâcâ. Fesebbih...» diye okumanın mûsikî bakımından hoş olmadığını ifâde etti. Ona, burada «efvâcâ» diye durulmayacağını, ancak «efvâcen-v-fesebbih» (n ve f birbiri ile kaynaşmaktadır. Bu şekilde “n”den sonra “f” telaffuz edilmeden önce hafif bir “v”) okunduğunu îzâh ettim. Bu mûsikîşinas kardeşimiz derhâl şöyle dedi:

«–Îmânımı tâzeliyorum. Bu îzâhâtın sâyesinde artık mûsikî bakımından da Kur’ân-ı Kerîm’e hiçbir îtirâzım kalmadı. Onun insicâmı beşerî vasıfların üzerinde bir ölçüye sâhiptir. O, âdeta bir âhenk ihtişâmı sergilemektedir. Böyle mükemmel bir yüce Kitâb’ın yerine alelâde beşerî bir şeyin ikâme edilmesini kim düşünebilir?!.»”

LAFZI İLE MUCİZE

Kur’ân-ı Kerîm’in lafzıyla mûcize oluşuna yakın târihimizden bir örnek de şöyledir:

Yeraltı Câmii İmam Hatibi Ali Üsküdarlı Hoca, vaktiyle Abdülhamid Han zamanında saray imamlığı yapmıştır. Onun Yüksek İslâm Enstitüsü’nden talebeleri Mehmet Ali Sarı ve İsmail Karaçam Hocaların naklettiklerine göre Ali Üsküdarlı Hoca, Macar Kralı tarafından bir heyet içerisinde Macaristan’a dâvet edilir. Çeşitli kültürel faâliyetlere katıldıktan sonra bizzat kral tarafından saraya çağrılır ve bâzı görüşmelerden sonra Ali Üsküdarlı Hoca’dan Kur’ân-ı Kerîm okuması istenir. O da bir aşr-ı şerîf tilâvet eder. Mehmet Ali Hoca’nın ifâdesine göre Nihâvent makâmında okunur bu aşr-ı şerîf. Ali Üsküdarlı, o zamanlar çok genç bir hâfızdır, kurrâdır, sesi çok güzeldir, edâsı da pek hoştur. Dolayısıyla onun okuduğu bu ilâhî kelâm, kralı öyle büyüler ki, kraliçeye dönüp bir şeyler söyler. Bu arada Kur’ân-ı Kerîm tilâvetiyle ilgili neler söylendiğini merak eden Ali Üsküdarlı Hoca tercümana:

“–Kral hazretleri kraliçeye ne söyledi?” diye sorar. O da, kral hazretlerinin kraliçeye:

“–Bu okunan kelâm beşer kelâmı olamaz. Beşer kelâmı, insanı bu kadar etkileyemez...” dediğini ifâde eder.

ÜMMETİN ÇOKLUĞUNA MUCİZE

Böylesine teshîr ve tesir sâhibi, aklî ve ulvî bir mûcize olan Kur’ân-ı Kerîm dolayısıyla Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmet-i Muhammed’in diğerlerinden daha çok olacağını şöyle beyân buyurmaktadır:

“Gönderilen her peygambere, insanların îmâna gelmesine vesîle olacak bir mûcize muhakkak verilmiştir. Bana verilen de Allâh’ın gönderdiği Kur’ân-ı Kerîm’dir. Bu sebeple kıyâmet günü ümmetimin diğerlerinden sayıca çok olmasını ümîd ediyorum.” (Buhârî, İ’tisâm, 1)

Hadîs-i şerifte Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetinin çok olması ümîdini Kur’ân-ı Kerîm mûcizesine bağlamıştır. Bunun hikmetleri şunlardır:

Kur’ân-ı Kerîm belli bir zamanda olup biten fiilî mûcizeler gibi değil, lâfız ve mânâ cihetinden mûcize olup insan aklına hitâb eder. Akıl ve ilim mevcut olduğu müddetçe Kur’ân âyetleri tefekkür edilip anlaşılacak, ihtivâ ettiği incelikler günden güne ortaya çıkacaktır.

Kur’ân-ı Kerîm’in ihtivâ ettiği mânâlar, belli bir zaman ve milletle kayıtlı kalmayacak, bütün zamanları ve insanları ihâta edecektir. Her asırda bu cihetten onun mûcizeliğini kabul eden ilim adamları var olacak, bu vesîle ile Allâh Rasûlü’nün ümmeti artarak devam edecektir.

İLİMDE MUCİZE

Nitekim asırlar sonra yapılan ilmî keşifler, Kur’ân-ı Kerîm’in mûcizeliğini tekrar tekrar ortaya koymakta ve onun ilâhî kelâm olduğunu te’yîd etmektedir. İnsanın yaratılış safhaları, kâinâtın sırları, Dünya, Güneş ve Ay’ın durumu ve bunun gibi daha nice fizikî, coğrafî, tıbbî, ictimâî ve benzeri alanlarda yapılan araştırmalar, her geçen gün bu hakîkatleri gözler önüne sermektedir.

Örnek vermek gerekirse, son zamanlarda bilim dünyasında tartışılan ve mümkün olduğu artık ilmî olarak da kabul edilen ışınlama yoluyla eşya nakli çalışmaları devam etmektedir. 2001 yılında ilk defa bir miktar su, moleküllere ayrılarak ışınlama yoluyla bir başka yere nakledilmiştir. Bu ilmî gerçeği on beş asır önce, böyle bir şeyin tasavvurunun bile mümkün olmadığı bir dönemde Kur’ân-ı Kerîm açıkça bildirmiştir. Neml Sûresi’nin 40. âyetinde Belkıs’ın tahtının iki bin kilometrelik yoldan göz açıp kapamanın yarısından daha az bir zamanda getirildiğini ifâde etmektedir.

Bu itibarla Hazret-i Mevlânâ’nın Kur’ân-ı Kerîm’e dâir şu ifâdeleri her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır:

“Kur’ân-ı Ke­rîm’in zâ­hi­ri­ni bir ok­ka mü­rek­kep­le yaz­mak müm­kün­dür. İh­ti­vâ et­ti­ği bü­tün sır­la­rı ifâ­de et­me­ye ise sâ­hil­siz der­yâ­lar mü­rek­kep, yer­yü­zün­de­ki bü­tün ağaç­lar da ka­lem ol­sa yi­ne de ki­fâ­yet et­mez.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.