Kur’ân-ı Kerîm İle Hemhâl Olmak

Kur’ân-ı Kerîm, insanlara hak yolu gösteren bir hidâyet rehberi, mü’minler için bir rahmet, kalpteki hastalıklar için de bir şifâdır. O aynı zamanda Rabbimizin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkaran, Allâh Teâlâ’ya yaklaştıran ilâhî bir rehberdir.

Kur’ân-ı Kerîm, mevcûdâtın yaratılış gâyesini ve insanın varlık hikmetini beyân edip kâinâttaki ilâhî nizâma münâsip bir hayat yaşamamızı emreden bir fermân-ı ilâhîdir. Cenâb-ı Hak buyurur:

Allâh sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab’ın tesiriyle tüyleri ürperir, derken hem bedenleri hem de gönülleri Allâh’ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allâh’ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidâyet rehberidir. Allâh kimi de saptırırsa, artık ona yol gösteren olmaz.” (ez-Zümer, 23)

KUR'AN AHLAKI

Bu âyet-i kerîme, Kur’ân-ı Kerîm ile nasıl bir kalbî alâkamızın olması gerektiğini beyân etmektedir. Takvâ seviyemizin ifâdesi, Kur’ân-ı Kerîm kültürümüzdür. Kur’ân kültürümüz ise, ibâdetlerde ihlâs, davranışlarda güzellik, kalbî derinlik gibi Kur’ân ahlâkı olarak tezâhür eder.

Kur’ân-ı Kerîm, Allâh’ın rızâsını elde etmek, kötülüklerden ve ebedî azaptan kurtulmak isteyenler için Allâh Teâlâ’nın kullarına uzattığı, tutunabilecekleri en sağlam kulptur. Ona tutunanlar kurtulur yücelir ve izzet bulur; onu terk edenlerse alçalır, süşîleşir ve doğru yoldan uzaklaşır.

qurannew5

Kur’ân-ı Kerîm, Allâh Teâlâ’nın kullarına ikramda bulunmak için hazırladığı mânevî bir ziyâfet sofrasıdır. Rabbimizin dâvetine icâbetle bu ziyâfete katılanlar, huzur, sürûr ve neş’e verici sonsuz nîmetlerle mütelezziz olurlar.

İnsanın gerçek haysiyet ve şerefi, Kur’ân’ın ahkâmıyla âmil, ahlâkıyla da kâmil olduğu nisbettedir. Yâni insan, ilâhî emirlere itaati ve Kur’ân’ın feyz ve rûhâniyetine bürünebildiği nisbette varlığının gâyesine münâsip bir izzet ve haysiyete kavuşur. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’i lâyıkıyla idrâk edip hayat ve hâdiseleri Kur’ân mantığı ile tefekkür etmemizi emretmektedir. Zîrâ saâdete de sefâlete de vesîle olabilen aklımızı, vahyin muhtevâsında istikâmetlendirmemiz zarûrîdir.

Kur’ân-ı Kerîm’in bize açtığı tefekkür kapısı olmasaydı, birçok hakîkati hem idrâkten hem de ifâdeden mahrum kalırdık. Bu itibarla Kur’ân’ın sonsuz muhtevâsı üzerinde zihin yormak, pek çok hayır yollarının keşfini sağlayacaktır. İslâm ahlâkını lâyıkıyla tahsîl için Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olmak, onunla daha fazla meşgul olmak îcâb eder.

Hadîs-i şerîşerde buyrulur:

Sizden birisi Rabbi ile münâcât ve mükâlemeyi (O’na yalvarıp O’nunla konuşmayı) severse huzûr-i kalp ile Kur’ân okusun.” (Süyûtî, I, 13/360)

Kur’ân okuyunuz! Çünkü Kur’ân, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir” (Müslim, MüsâŞrîn, 252, 253; Ahmed, V, 249, 251)

Kim Kur’ân-ı Kerîm’i okur ve onunla amel ederse, kıyâmet günü ebeveynine bir tâc giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyâdaki bir eve konulduğunda onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur’ân-ı Kerîm ile bizzat amel edenin ışığı nasıl olur, düşünebiliyor musunuz?” (Ebû Dâvûd, Vitir, 14/1453)

KUR’ÂN-I KERÎM'İ TEGANNÎ İLE OKU

Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olmak, Allâh Teâlâ’nın râzı ve hoşnud olduğu sâlih amellerdendir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve selem- şöyle buyurmuştur:

Allâh Teâlâ, güzel sesli bir peygamberin, Kur’ân’ı tegannî ile yüksek sesle okumasından râzı olduğu kadar hiçbir şeyden râzı olmamıştır.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân 19, Tevhîd 32; Müslim, MüsâŞrîn 232-234)

TEGANNİ NEDİR?

Tegannî, kelâmların en güzeli olan Kur’ân’ı ona yaraşır şekilde güzel sesle süslemek, okurken seste sevinç ve hüznü belli etmek, açıktan ve yüksek sesle okumak gibi mânâlara gelir.

Allâh, geceleyin iki rekât namaz kılan (ve Kur’ân okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allâh’ın rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ân’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman Allâh’a yaklaşmış olamazlar.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 17/2911)

Kur’ân ile meşgul olmadığı için, bildiği sûreleri unutan insanların büyük bir günâha girdikleri bildirilmiştir. (Ebû Dâvûd, Salât, 16/461.) Kalbinde Kur’ân’dan bir miktar bulunmayan kimse ise zâten harap olmuş bir ev gibidir. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2913; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1.)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“–Kalpler, demirin paslandığı gibi paslanır.” buyurmuştu. Sahâbe- i kirâm:

“–Onun cilâsı nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular. Allâh Rasûlü:

“–Allâh’ın kitâbını çokça tilâvet etmek ve Allâh’ı çok çok zikretmektir. cevâbını verdi. (Ali el-Müttakî, II, 241)

Yine bir gün Peygamber Efendimiz, sahâbîlerine:

“–Gözlerinize ibâdetten nasîbini veriniz!” tavsiyesinde bulunmuştu.

“–Gözlerimizin nasîbi nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:

“–Mushafa bakmak, onun içindekileri düşünmek ve inceliklerinden ibret almaktır.” buyurdular. (Süyûtî, I, 39)

Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Şüphesiz insanlardan Allâh’a yakın olanlar vardır!” buyurmuştu.

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Onlar kimlerdir?” diye sorulunca da:

“–Onlar, Kur’ân ehli, Allâh ehli ve Allâh’ın has kullarıdır!” cevâbını vermişti. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16)

MELEKLERİN KUŞATTIĞI AN

Fahr-i Kâinât Efendimiz, insanların bir araya gelerek Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup anlama gayreti içinde bulunmalarından ziyâdesiyle memnûn olurdu. Nitekim böyleleri hakkında buyurmuştur ki:

“…Bir cemaat, Allâh Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allâh’ın kitâbını okur ve onu aralarında müzâkere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekînet iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar. Allâh Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder. Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi ise, nesebi öne geçirmez.” (Müslim, Zikir, 38; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

O hâlde, iki cihan saâdetimiz için, Kur’ân-ı Kerîm ile kalbî irtibâtımızı artırmalıyız. Onu okuyup anlamalı, kalbimizde hissetmeli ve hükümlerini ihlâs ile tatbîke gayret etmeliyiz.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Fazîletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.