Kul Hakkının Önemi

Müslümanların kişilik inşası, elinden ve dilinden başkalarının zarar görmemesi bilincini kuşanarak başlayacaktır. İslam toplumunun rahmet toplumu olması, yani Allah Rasulü -s.a.-nün evrensel rahmet misyonuna layık toplum haline gelmesi, Müslüman’ın tüm başkaları için cennet olması ile mümkündür.

Eşinizle helalleştiniz mi? Onun hiç gönlünü kırmadınız mı yoksa? Hiç incinmedi mi sizden? Hiç hakkı geçmedi mi size? Elinizi şiddetle kaldırmak değil, sert bir söz bile söylemediniz mi? Onurunun kırıldığını hiç hissetmedi mi sizin davranışlarınızla? Yoksa helallik garanti mi? Nasıl olsa ahirette yakanıza yapışmayacağını, sizi orada utandırmayacağı, utanmanızdan üzüleceği noktasında garantiye sahip misiniz?

ÇOCUKLARINIZLA HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-Çocuklarınızla helalleştiniz mi? Onların sizin üzerinizdeki haklarını biliyor musunuz? Onları yerine getirdiğinizden emin misiniz? Onların bir mü’min olarak yetişmeleri konusunda gerekli itinayı gösterdiniz mi? Yüreklerine şeytan ortak olduğu için ateşe doğru sürüklenmeleri halinde, elleri yakanızda olmaz, öyle mi?

ANNE BABANIZLA HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-Anne-babanızla, dede - ninenizle helalleştiniz mi? Öf bile demediniz muhakkak. Yaşlandıklarında, size nasıl küçükken rahmet kanatlarını germişlerse siz de rahmet kanatlarını gerdiniz üzerlerine... Asla incitmediniz. Bir dediklerini iki etmediniz. Ama gene de bir sorun yüreğinize, sizi 9 ay 10 gün karnında taşıyan, sizin için saçını süpürge eden annenizin, sizin gül yüzünüz solmasın diye ömrünü törpüleyen babanızın üzerinizdeki haklarını bütün bütün yerine getirdiğinizden emin misiniz?

Öyleyse neden kaçar kişi o gün, kendi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından? İnsan neden başının derdine düşer o gün? Her insanı yeterince meşgul edecek iş nedir o gün?

KOMŞULARINIZLA HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-Komşularınızla helalleştiniz mi? Evinizin dumanından bile rahatsız olmadı komşularınız öyle mi, gecenin ilerlemeyen vakitlerinde yaptığınız gürültüden kundaktaki bebelerinin uyanmadığından eminsiniz, yani. Pişirdiğiniz kebabın kokusu çocuklarının yüreklerine kadar ulaştı ve o çocukların içi çekmedi, öyle mi? Burada bir hak - hukuk oluşmadığı konusunda kesin kanaatiniz var. Komşuluk hukukunu sonuna kadar yerine getirdiniz. Allah’ın, “komşuları neredeyse size mirasçı kılacağı” bir hak-hukuk çerçevesi içinde yaşadınız bütün zamanlarda... Öyle mi?

İŞ YERİNDE ÇALIŞTIRDIĞINIZ İŞÇİLERLE HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-İş yerinizde çalıştırdığınız işçilerle helalleştiniz mi? Sizin üzerinizde hiç hakları kalmadı, öyle mi? Ücretlerini hakkaniyet içinde belirlediniz, onların sizin vereceğiniz işe muhtaç olduklarını, onlar gibi başka binlerce insan bulabileceğinizi, dolayısıyla hiçbir pazarlık güçlerinin bulunmadığını düşünüp, onların bu durumlarını ücret pazarlığında en aza razı etmek için kullanmadınız... Çalıştırırken mesai saatleri konusunda son derece hassas davrandınız. Bir saniye bile haklarının geçmesini istemediniz. Gönülleri hoştur çalışanlarınızın. Onlarla ilgili en küçük bir yük götürmezsiniz ebedi hayata... Öyle mi?

İŞ SAHİBİ İLE HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-Çalıştığınız iş yerinin sahibi ile helalleştiniz mi? Size verilen ücretin hakkını vermekte misiniz? Mesai saatleri içinde iş hayatının gerektirdiğinin dışında başka şeylerle, özel işlerinizle ilgilenmiyorsunuz değil mi? Aldığınız ücreti helal ettirdiğinizden eminsiniz yani.

İŞ ARKADAŞI VE ORTAKLARINIZLA HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-Ortaklarınızla helalleştiniz mi? Birlikte yürüttüğünüz işte, en küçük bir hak geçmediği konusunda şüpheniz yok yani.

-İş arkadaşlarınızla helalleştiniz mi? Sigaranızın dumanından bile rahatsız olmamaları için azami titizliği gösterdiniz. Onları üzmediniz, onurlarıyla oynamadınız, asla ayaklarına basmadınız... Amirseniz amirliğin gücünü özel duygularınız için kullanmadınız, memursanız, kimsenin görmediği yerlerde işi asmadınız, ihmaller yapmadınız.?

KENDİ BEDENİNİZ VE MALINIZ İLE HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-Kendi bedeninizle helalleştiniz mi? Size emanet edilen bedeni, emanetin gayeleri çerçevesinde kullandınız. Onu istismar etmediniz. Gözlerinizi, kulaklarınızı, beyninizi, kalbinizi, ellerinizi, ayaklarınızı, ciğerlerinizi, midenizi, onlara “Allahım, nedir bu benim başıma gelen?” gibi bir feryada sürüklemediniz.

-Malınız mülkünüzle helalleştiniz mi? Onları size emanet edilen çerçeve dışında kullanmadınız, içindeki fukara hakkını vermekte ihmal etmediniz. Malınıza baktığınızda onunla ilişkinizi tertemiz görmekte, onu mahşer ortamına sırtınızda bir yük olarak taşımayacağınızdan emin bulunmaktasınız. Malınıza şeytanı ortak etmediniz yani.

-Evinizle bu anlamda helalleştiniz mi? Evinizde şeytanın bir kürsü kurmadığından eminsiniz. Evinizin kimi köşelerini şeytana kiralamadınız. Eviniz sizden şikayetçi olmayacak. Eviniz, bir “Müslüman evi” duruluğunda oldu hep. Değil mi?

SİZİN İLE MUHATAP OLAN HER NE VARSA HELALLEŞTİNİZ Mİ?

-İçinde yaşadığınız şehrin halkı ile helalleştiniz mi? Şehrin havası ile, suyu ile, ağacı - çiçeği ile, kuşu ile, yolu ile, kaldırımı ile, parkı - bahçesi ile, sokağı ile, başka insanların hakkına girmeden ilişki kurduğunuzdan emin misiniz? Evinizin bacasından, ya da aracınızın eksozundan çıkan kirli hava, kaç kişinin ciğerine doldu, böyle bir kaygınız var mı? Evinizin çöpünü nereye attınız? Elinizdeki sigara izmaritini atmakla, şehir halkı ile bir hukuk ihlali ilişkisi kurduğunuz konusunda bir kaygı duyuyor musunuz? Nasıl helalleşeceksiniz koca şehir halkı ile?

-Fabrikanızın yanından akan nehirdeki balıklarla helalleştiniz mi? Hani fabrikanızdan çıkan zehirli atıklar oradaki balıkların canına okudu ya... Farkında mısınız? Irmak boyunca yaşayan tüm canlılardan, o ırmağın temiz suyundan yararlanması mümkün olan tüm insanlardan helallik istediniz mi?

-Yuvasını bozduğunuz kuşlarla helalleştiniz mi? Yurdundan yuvasından ettiğiniz karınca ile hak – hukuk ilişkisi içine girebileceğiniz gibi ince bir hesap kafanızı yordu mu?

-Yönetiminiz altında bulunan insanlarla helalleşme gibi bir derde düştünüz mü? “Ömer, Ömer, nasıl aldın bu barı (yükü) sırtına sen?” diye inleyen bir Ömer oldun mu hiç? “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adli ilahi Ömer’den sorar onu” denilen şey nasıl bir şey, hangi Dicle’nin kenarında hangi kurt bir koyunu aşırıyor, ya da memleketin hangi köşesinde bir insancık, bir çocuk, bir kadın, bir kimsesiz, güçlülerin istismarına uğruyor, böyle bir kaygı yakıyor mu yüreğini? Nasıl hallediyorsun bu konudaki helalleşme işini? Kendi işin için kendi mumunu, devlet işi için devlet mumunu yakma gibi bir hassasiyet var mı, devlet işlerini deruhde ederken? Çalmıyorsun, çırpmıyorsun, yetim malını gözetiyorsun, tüyü bitmedik bebelerin hakkı hukuku var memleketin en küçük bir varlığında, bunu biliyorsun, çocuklarının boğazından haram ekmek geçmesin diye titizleniyorsun, ne güzel... Ama ya, emrin altındakiler, senin nüfuzunu kullanarak tüyü bitmedik yetim malına el uzatıyorlar ve vebalini senin üzerine yıkıyorlarsa... Bir devlet yöneticisi, nasıl helalleşir koca memleket halkıyla, ne zaman helalleşir, bir fikrin var mı?

-Öğrencilerinle helalleştin mi? Onlara, yarın ebedi hayatta, hesap anında, seni utandırmayacak şeyler öğrettiğinden emin misin? Öğrencilerine iyi şeyler öğretmek için sana tahsis edilen zamanı iyi – doğru kullandın mı?

-Öğretmenlerinle helalleştin mi? Onlarla ilişkin “Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum” gibi bir muallim hukuku hassasiyeti içinde mi?

-Arasıra hayat kitabına bakıyor musun? Orada “kul hakkı” adına açılmış bir başlık var mı? Altında neler yazılmış? Fi tarihinde, taş atıp ayağını kırdığın köpeğin feryadları da kaydedilmiş mi? Kırda bayırda dolaşırken, falancanın bahçesinden kopardığın bir elma da kaydedilmiş mi oraya? Falancanın evine baktın izni olmadan, o da var mı? Falanca hakkında, hoşlanmayacağı şey söyledin gıyabında... Alay ettin göz kaş işaretiyle... Allah Allah, bütün bunlar kaydedilmiş öyle mi? Kim kaydetmiş olabilir bu minik minik şeyleri?

KUL HAKKI İLE İLGİLİ İLAHİ UYARILAR

-Şu ilahi uyarılara ne dersin?

“Şüphesiz insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne fısıldadığını da biliriz. Biz ona şah damarından yakınız.

“Onun sağında ve solunda oturan iki alıcı melek, yaptıklarını kaydetmektedirler.

“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyici hazır bir melek bulunmasın.

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de, ey insanoğlu, işte bu, senin ötedenberi kaçındığın şeydir (denir.)

“Sura üfürülür. İşte bu vadolunan gündür.

“Herkes mahşer yerine, kendisini bir sevkeden bir de şahitle beraber gelecektir.

“O gün insana: “Şüphesiz sen dünyada bundan gafildin. İşte Biz, senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir.” denilir.

“Yanında bulunan arkadaşı: “İşte elimde bulunan hazırdır” der.” (Kaf suresi, 16-23)

“... Üzerinizde yaptıklarınızı yazan melekler vardır...” (İnfitar suresi, 11) ikaz-ı ilahisi hangi işi yaparken içini ürpertti?

-Ne dersin, “Bu kitaba ne oluyor, büyük küçük hiçbir şey bırakmamış, hepsini teker teker kaydetmiş” denilecek günden önce, bir feryad koparmak ve ahirete gidecek dosyaları azaltmak gibi bir derde düşmeli mi insan? Bu ilahi ikazlar bizim için değil mi?

-Bak kelam-ı ilahinin önümüze koyduğu tabloya... Pişmanlığın fayda vermediği ve geri dönüp düzeltmenin mümkün olmadığı bir ortamdan bahseden şu ikazlar, henüz burada iken, hayat defterlerimizde bir arınma çabasını gerektirmiyor mu?

“O gün insanlar, hesap vermek için saflar halinde Rabbinin huzuruna çıkarılacaklar. Allah onlara şöyle diyecektir: “Şüphesiz huzurumuza ilk yarattığımız gibi geldiniz. Halbuki dünyada, sizleri hesaba çekmek için bir yer ve zaman tayin etmediğimizi sanıyordunuz.

“O gün herkesin amel defteri ortaya konur. Günahkarların, amel defterlerinden korkarak: “Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük bir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş.” dediklerini görürsün. Onlar işlediklerinin cezasını görürler. Rabbin kimseye zulmetmez.” (Kahf suresi, 48-49)

-Ne dersin, helalleşmek için daha zaman var mı? Uyuduğunda yeniden uyanacağın konusunda kesin bir kanaat sahibi misin? Ya helalleşmek zorunda olduğun insanların hala helalleşebileceğin kadar yaşayacağından emin misin?

-Otuz – kırk yıl önce hayat defterinize kaydolan bir “Kul hakkı”ndan kurtulabilmek için nasıl bir gayret gösterebilirsin? Ne dersin, herhangi bir kimseye “Bundan kırk yıl önce, sana, senin hiç farkında olmadığın şekilde şöyle bir haksızlık yapmıştım. Onun için helallik diliyorum. Verdiğim zarar ne ise onu gidermeye hazırım” diyebilecek cesarete sahip misiniz?

-“Uyudun uyanmadın olacak... Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında...” Bu iş böyle oluyor. Ne kendi hayatına hakimsin ne başkasının hayatına... Bir gün, “Gel” diyorlar, gidiyorsun, herkes gidiyor. Genç, yaşlı fark etmiyor... Babalar da gidiyor, bebeler de gidiyor. Gidilip gelinmeyen yere tertemiz gitmek, hesabı verilemeyecek dosyalarla gitmemek, savunması zor dosyaları taşımak zorunda kalmamak, musalla taşındaki “iyi biliriz”lerin gerçekten “iyi biliriz” olması, “Helal olsun”ların gerçekten “Helal olması...” Mesele bu.

-Orada iki şeyin affı yok, biliyorsun. Allah ile olan hukukunda O’na ortak koşma felaketi... Yaratılanla olan hukukta, “kul hakkı.”  Hesabı doğru yapmak gerekiyor. Şeytan’ın insanı, “Allah affeder” diye günaha yönelttiği konusunda da uyarıyor Halık-ı zülcelal. Şeytanın iğvalarına aldanmamak gerekiyor. Sağlamcı gitmek gerekiyor Rabbin huzuruna...

-Zor iş, kul hakkı bilincini kuşanmak. Zor iş, göz – kaş işaretine varıncaya kadar, cümleciklerin ihtiva ettiği manaları ölçmeye varıncaya kadar davranışlarımızı süzmek ve ilişkide bulunduğumuz her varlığın hukukunu gözetmek...

İSLAM-MÜSLÜMAN VE KUL HAKKI

-Ama din demek, bu demek: Yaratan’ın ve Halikın yarattıklarının hukukunu gözetmek demek din. Halik-ı zülcelal, İslam’la, yarattıklarının hukuku, sulh ve selamet içinde olsun istemiş. Müslüman demek, elinden ve dilinden başkasının zarar görmediği insan demek. Müslüman demek, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmayan insan demek. Yani ötekini kendi varlığı kadar aziz bilen insan demek.

-Bir İslam ülkesi ki orada, insanlar arasında derin nizalar vardır, öyleyse orası, kul hakkı disiplini yaralanmış bir İslam ülkesidir. Orada, kul hakkı disiplininden kopmuş, kişiliği yaralı Müslümanlar vardır.

-Müslümanların kişilik inşası, elinden ve dilinden başkalarının zarar görmemesi bilincini kuşanarak başlayacaktır. İslam toplumunun rahmet toplumu olması, yani Allah Rasulü -s.a.-nün evrensel rahmet misyonuna layık toplum haline gelmesi, Müslüman’ın tüm başkaları için cennet olması ile mümkündür.

Ne mutlu kendi kişiliğini cennetin dünyevi yansıması haline getirenlere...

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 2010 - Aralık, Sayı: 298, Sayfa: 003

İslam ve İhsan

KUL HAKKINA RİAYET ETMENİN ÖNEMİ NEDİR?

Kul Hakkına Riayet Etmenin Önemi Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.