Kudüs İle Yeniden Dirilmeye!

Biz kendimizi içinde bulunduğumuz gafletten, tembellikten kurtarmadan Kudüs düşmandan kurtarılamayacaktır. Haydin hak yolunda seferberliğe, nemelazımcılığa, uyuşukluğa, bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesine savaş açmağa, Kudüs ile yeniden dirilmeğe!

Sufiler müminlere sadece manevi konularda yol göstermekle yetinmez, ihtiyaç halinde siyasi, askeri ve bunun benzeri konularda da onlara tavsiyelerde bulunurlar. Dinin kutsal saydığı hususları savunmada sufiler çok duyarlıdır. Yeri geldiğinde ülkeleri için cihada katılır, diğer Müslümanları da cihada davet ederler. Nitekim bunun çok sayıda örneğini tarihimizde görmek mümkündür.  Zira tasavvuf sadece ahireti kurtarmaya yönelik pasif bir hareket değildir, özellikle de İmam Rabbânî’nin yolunda gidenler için bu böyledir.

MÜSLÜMANLARIN ACIKLI DURUMU

İmam Rabbânî’nin yaşadığı dönemde Müslümanlar ile Hindular arasında şiddetli çatışmalar olmuş, İslam devleti ve halkı zafiyete uğramıştı. Müslümanların tekrar güçlenmesi için uğraşan Lala Bey adlı müridine yazdığı bir mektupta İmam Rabbani, Müslümanların acıklı durumunu şöyle ifade eder:

Allah Teâlâ İslami hassasiyetinizi ve heyecanınızı ziyade etsin. Bir asırdır İslam’ın garipliği sürmekte olup şu anda varabileceği en son noktaya varmıştır. Ehl-i küfür İslam topraklarında şeriat ahkâmını tamamen ortadan kaldırmak istemekte, hatta İslam’ın ve Müslümanların izini yeryüzünden silmek için çabalamaktadırlar. İş o noktaya ulaştı ki şayet bir Müslüman İslam’ın şiarı olan bir ameli yapmak istese ona ölüm acısı tattırıyorlar. (Mektubat, c.I, 81. mektup)

İmam’ın bu sözleri tam bir asır önce kaybettiğimiz, Müslümanların ilk kıblesi, etrafı Rabbimiz tarafından mübarek kılınan Kudüs’ün halini anlatmaktadır. İbadet için Beyt-i Makdise gelenler, hatta küçücük çocuklar bile sırf dinleri için işkencenin her türlüsüne tabi tutulmaktadır. İmam bu acınacak durumun hem tahlilini hem de çözüm yollarını mektuplarında bizlere gösterir. Ona göre bu durumun en başta gelen sebebi Müslümanların sayılarının ve maddi güçlerinin artmasına rağmen manen zayıflamaları, cihad ruhundan uzaklaşmalarıdır. İslam’ın ilk yıllarında küfür ehli tüm askeri gücüne rağmen Müslümanlara hiçbir isteklerini kabul ettirememişlerdi. Hâlbuki bugün Müslümanların sayısı çok fakat kalplerindeki dünya sevgisinin fazlalığından dünya siyasetindeki etkileri son derece azdır. İmam’a göre hem halkın hem de idarecilerin dünya sevgisine düşmesinin asıl sebebi de menfaatperest ilim erbabıdır. Zira alimlerin bozulması ve uyarı görevini yapmaması sonucunda idareciler de kolayca sapıtacak ve ümmete gerektiği gibi liderlik yapamayacaktır.

İSLAM'IN İLK YILLARI GİBİ

Bilmelisin ki, halka göre sultan insanın bedenine göre kalp gibidir. Kalp sağlıklı olduğunda bütün beden sağlıklı, kalp hasta olduğunda da bütün bedende zayıflık olur. Bunun gibi devlet başkanının düzgün olması halkın düzgün olması, onun fena olması da halkın fena olması demektir. Görmez misin, geçen asırda Müslümanların başlarına neler geldi!

İslam’ın ilk yıllarında Müslümanlar o kadar az ve güçsüz olmalarına rağmen bu hal, Müslümanların kendi dinleri, kafirlerin de kendi küfürleri üzere devam etmelerinden başka hiçbir çöküşe yol açmamıştı.

Yani kafirler, o kadar güç ve imkânlarına rağmen, Müslümanların her hangi bir şeyini değiştirememiş ve onlar üzerine küfür hükümlerini tatbik etmeye asla muktedir olamamışlardı. Nitekim “Sizin dininiz size, benim dinim bana.” ayeti bunu ortaya koymaktadır. (c.I, m.47)

MÜSLÜMANLARIN ZAAFA UĞRAMASININ İKİ SEBEBİ

İmam’a göre Müslümanların zaafa uğramasının ardında iki sebep vardır, birincisi kötü idareciler, diğeri de idarecileri irşad yerine onları ifsad eden, rahat bir hayat için dinlerine ihanet eden alimlerdir.

Nitekim Kudüs’ün işgali karşısında Müslümanları ve onların idarecilerini ayağa kaldırmak yerine “Kudüs’ün Yahudilerin hakkı olduğu hususunda fetvalar veren, İsrail’i ve onun suç ortaklarını öven, haçlılar gelirse sizin namusunuza dokunmaz şeklinde sözlerle Müslümanları ilerideki düşman işgaline hazırlayan sözde alimler” İmam’ın ifade ettiği bu güruha dahildir. Eğer alimler dünya menfaati için sapık fetvalar vermeselerdi, idareciler ve diğer otorite sahipleri kolay kolay yanlış yapamazlardı. İmam’a göre Müslümanların haklarını savunmayan, ümmeti ayağa kaldırmak için uğraşmayan sufi gruplar da kötü alimler mesabesindedir. İmam bu hususta şöyle der: “Âlimler kadar sapıklık yolunda başkalarını etkileyen insan azdır. Günümüzde sufilere benzeyen çoğu cahiller de kötü âlimler hük-mündedir. Zira bunların da bozuk fikirleri başkalarına menfi manada tesir et-mektedir.”

HAK EHLİ ALİMLERİN VAZİFESİ

Bu durumda İmam’a göre Müslümanların sahabe zamanındaki gibi güçlü olmaları ve işgal altında bulunan bölgeleri kurtarabilmelerinin çaresi şudur: Hak ehli alimler, mütefekkirler ve sufiler zamanın idarecilerine yol göstermeli, yaptıkları doğru işlerde onlara destek olmalıdır. İmam’a göre böyle bir imkânı olup ta bu vazifeyi yerine getirmeyenler Allah katında sorumludurlar. İmam şöyle der:

Müslümanlar padişaha yardımcı olmayı, şerîati teşvik ve takviye konusunda ona yol göstermeyi kendilerine vacip bilmelidirler. Bu yardım ve takviye ister dil ile olsun, ister el ile. Yardımın en üstün şekli dini meseleleri açıklamak, kitap, sünnet ve Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat esasları üzere akâid meselelerini anlatmaktır. Ta ki bidatçı ve dalâlet ehli ortaya çıkıp padişahı yoldan çıkarmasın ve işlerini doğru yoldan saptırmasın. Açıktır ki, eğer bir kimse (el veya dille) hangi türde olursa olsun yardım etmeye gücü yeter de bunu ihmâl ederse ve Müslümanların işlerinde zayıflık vuku bulursa, o ihmalci kişi Allah katında mesuldür.  Böyle bir yardım, yüzünü ahirete çevirmiş olan Ehl-i hak (doğru yolda olan) âlimlerin işidir. (c.I, 47. Mektup)

İmam’ın sözlerinden anlaşıldığına göre hak ehli alimler yetiştirmek için tüm şuurlu Müslümanlar ve kurumlar seferber olmalıdır. Ülkemizin en akıllı gençleri sadece mühendislik ve tıp gibi bölümlere değil aynı zamanda dini ilimlerin öğretildiği kurumlara da talip olmalıdır.

KÖTÜ NİYETLİ İNSANLARIN VERDİKLERİ ZARAR

Ayrıca sufi gruplar da Osmanlı döneminde görüldüğü üzere idarecilerin hakka ve adalete hizmet eden işlerinde onlara destek olmalıdır. Bu yardım mümkün oldukça onların etrafında bulunarak ortalığı fesat ehli kimselere bırakmama, gıyaplarında da dua şeklinde olmalıdır. Zira idarecilere yakın kötü niyetli ve bozuk fikirli insanların verdikleri zarar tüm ümmeti içine almaktadır.

Bugün millete zarar verenlerin arkasında cahiller değil, son derece eğitimli insanlar vardır, bundan daha da acıklısı kötü niyetli bazı insanlar sözde din âlimlerini kullanarak Müslümanları boş işlerle meşgul etmekte, onların enerjilerini boşa harcatmaktadır.

Bu sebeple dürüst ve namuslu insanlar en az kötüler kadar medeni cesarete sahip olmalı ve devlet adamlarına, avam halka hakikati anlatmakta tembel davranmamalıdır. İmam’a göre mürekkebi şehitlerin kanından daha kıymetli olan alimler idarecilerin ve halkın ıslahı için uğraşan Rabbani alimlerdir:

EN FAZİLETLİ ALİM KİMDİR?

Şu da bir gerçektir ki âlimlerin en faziletlisi yaratılmışlar içinde de en faziletli olandır. Nitekim hadis-i şerifte “kıyamet günü âlimlerin mürekkepleri, Allah yolunda şehit düşmüş kimselerin kanları ile tartılır da onların mürekkepleri ağır basar” buyrulmuştur. Bu durumda insanların en iyisi âlimler olduğu gibi (eğer ilimleriyle amil olmazlar ise) en kötüleri de alimlerdir.” (194. Mektup)

Biz bu alim kelimesi ile sadece din alimlerini anlamayalım. İnsanları etkileme mevkiinde olan her tür eğitimci, akademisyen, ticaret ve medya erbabı, basın-yayıncı, fikir adamı, öğretmen, danışman, psikolog eğer insanları hak ve hakikate yönlendirmeye gayret ederlerse hükmen alim sınıfına dahil olurlar. Bu tür insanların mürekkepleri, sözleri, makaleleri şehitlerin kanından da kıymetlidir. Pek çok hususta olduğu gibi İmam Rabbani bu hususta da bizlere en güzel örnektir. Zor zamanda İslam ordularının ve idarecilerinin yanında olan İmam Rabbani, ileri yaşlarında bile sık sık Sadr-ı Cihan’ın ordugâhlarında bulunmuş, askerlerin ve devlet adamlarının morallerini yükseltmiştir. Ona yazdığı bir mektubunda şöyle der:

İkinci bir husus ta, niyetimde ordu karargâhına gelmek vardı. Ancak mübarek Ramazan ayı münasebeti ile Delhi’de konaklamak zorunda kaldım. Bu mübarek ay çıkar çıkmaz Allah Teâlâ nasip ederse siz aziz dostların hizmetine geliriz. (194. mektup)

HERKES TARAFINI BELLİ ETMELİ

İmam Rabbani başka bir mektubunda ise padişaha yakın olan ve onu etkileme imkânına sahip olan bir müridine şöyle seslenir:

“Bu sebeple bu fakir ve sermayesi kıt olan kul da kendisini İslâm devletine yardımcı olanların grubuna dâhil etmek, bu konuda çabalamak istiyor. “Kim bir kavmin sayısını arttırırsa, o onlardandır”1. Muhtemeldir ki bu kabiliyetsizi de o cemaate dâhil ederler. Kendimi, elinde eğirdiği bir yumak ip ile Yusuf (s.a.v.)’ı satın alanlar grubuna girmeye çalışan yaşlı bir kadına benzetiyorum. Umarım bu yakınlarda inşallah görüşürüz. Zât-ı âlînizden beklentim şudur, mademki Cenab-ı Hak size padişaha yakın olmayı ve bu gücü en mükemmel şekilde vermiştir, yalnız iken ve topluluk içindeyken Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şerîatini teşvik konusunda çalışınız, Müslümanları yalnızlık ve çaresizlikten çıkarınız.”

Bu durumda İmam’a göre herkes tarafını belli etmeli Müslüman ve müminlerin safında yer almalıdır. Malı olan malıyla, fikri olan fikriyle, gücü olan canıyla hak yolda ülkesinin yanında yer almalı, kimse kendini fakirlik, yaşlılık, acizlik bahanesi ile mücadeleden muaf tutmamalıdır. Zira herkesin yapabileceği bir iş muhakkak vardır. En azından geri duran, düşmanın maddi gücünü göstererek Müslümanların ve askerlerin moralini bozmamalıdır. Aksine onları din ve ülke için mücadeleye teşvik etmeli, bunları da yapamıyorsa en azından onlara dua etmelidir. Ayette belirtildiği üzere nice az gruplar kendilerinden kat kat büyük güçleri Allah’ın yardımı ile mağlup etmiştir.

Rabbimizden niyazımız zor günler geçirdiğimiz bu günlerde birlik ve beraberliğimizi pekiştirmemizi, hak yolda devam ettikleri sürece devlet ricalimizin ve askerimizin yardımcısı olmamızı bizlere nasip etmesidir. Unutmayalım ki biz kendimizi içinde bulunduğumuz gafletten, tembellikten kurtarmadan Kudüs düşmandan kurtarılamayacaktır. Haydin hak yolunda seferberliğe, nemelazımcılığa, uyuşukluğa, bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesine savaş açmağa, Kudüs ile yeniden dirilmeğe!

Dipnot: 1) Abdullah b. Mubârek, Kitâbu’z-Zühd, I, 12

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 383. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.