Küçük Günahlar

İslam’da küçük günahların hükmü nedir? 

Küçük günahlar ve günahları küçük görmekle ilgili hadisler...

1- Amr bin Ahvas (r.a.) der ki: Resûlullah Efendimiz’i Vedâ Haccı’nda insanlara şöyle hitâb ederken işittim:

“…Dikkat edin! Şeytan, şu topraklarınızda kendisine tapılmasından ebediyyen ümîdini kesmiştir. Ancak, küçük gördüğünüz amellerinizde (günahlarda) ona itaat söz konusu olacaktır. O da bunlardan memnun kalacaktır…” (Tirmizî, Fiten, 2/2159; İbn-i Mâce, Menâsık, 76; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, II, 444/4100. Ayrıca bkz. Hâkim, II, 32/2221; Beyhakî, Şuab, V, 454)

2- Abdullah bin Mesut Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Küçük görülen günahlardan sakının! Çünkü onlar bir kimsede birikir de neticede onu helâk ederler.”

Sonra Resûlullah küçük günahlarla ilgili şöyle bir misâl verdi:

Bir topluluk bir çölde konaklar. Yemek vakti geldiğinde biri gider küçük bir dal parçası, öbürü başka bir dal parçası getirir ve böylece büyük bir yığın oluştururlar. Sonra bunlarla ateş yakarak içine yiyeceklerini atıp pişirirler. (Ahmed, I, 402-403; V, 331)

3- Ayşe (r.a.) der ki: Resûlullah bana şöyle buyurdu:

“Ey Ayşe! Küçümsenen amellerden (önemsenmeyen en küçük günahlardan dahî) sakın! Zira Allah katında onları gözetleyip kaydeden bir (melek) vardır.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29; Dârimî, Rikâk, 17; Ahmed, VI, 70, 151)

4- Ebû Hüreyre’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kul bir hata işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Eğer nefsini bundan alıkoyup istiğfar eder ve günahtan dönerse, kalbi bu lekeden arınarak cilalanır. Günahlara tekrar dönerse, bu nokta çoğalır ve neticede kalbini tamamen kaplar. İşte bu, Allah Teâlâ’nın şu âyet-i kerimede zikrettiği kalbin paslanmasıdır:

«Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini paslandırıp köreltmiştir» (Mutaffifîn 83/14).” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334; İbn-i Mâce, Zühd, 29. Ayrıca bkz. Ahmed, II, 297)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Büyük olsun küçük olsun bütün günahlar, Allah’ın emrine karşı gelme mânâsı taşıdığı için, O’nun hoşnutsuzluğuna ve hatta gazaplanmasına yol açar. Bu sebeple, zâhidliğiyle meşhur olan Bilâl bin Saʻd:

“Günahın küçüklüğüne değil, kime karşı isyân ettiğine bak!” demiştir. (Ahmed, Zühd, s. 460/2267; Ebû Nuaym, Hilye, V, 223)

Diğer taraftan günahlar, Allah ile kulun arasına kalın bir perde gibi gerilerek Allah’ı tanımaya ve hakkıyla kulluk yapmaya mânî olur. Dolayısıyla onların büyükleri gibi küçükleri de insanın mâneviyatı için büyük tehlikeler ihtivâ eder. Bu sebeple hiçbir zaman günahların küçümsenmemesi gerekir.

KÜÇÜK GÜNAHLAR

Günahlar, insanı Allah’ın rızâsından uzaklaştırıp ebedî düşmanımız olan şeytanı hoşnut eder. Birinci hadisimizde küçük günahların bile şeytana itaat olduğu ve onu sevindireceği haber verilmektedir. Çünkü iblîs kendisi ilâhî rahmetten uzak kaldığı gibi, insanoğlunu da Yüce Rabb’imizin rahmet ve merhametinden uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Hatta ömrünü buna vakfetmiştir. Çünkü insan ilk yaratıldığında şeytan onu kıskanmış, kibre kapılarak Allah’ın emrine baş kaldırmıştır. Yani onun rahmetten uzaklaştırılarak cennetten kovulmasında insanın da bir payı vardır. Dolayısıyla şeytanın, cennete giden yolun üzerine oturup, insanı binbir türlü hile ve desise ile cehennem yolcusu yapmaya çalışması gayet tabiîdir. Garip olan ise, insanın ebedî düşmanına gönül kaptırması ve peşinden gitmesidir.

Hedefine ulaşabilmek için şeytanın yaptığı tek şey, insanı dîninden uzaklaştırmaktır. Bu sebeple Resûlullah, Vedâ Hutbesi’nde, hadisimizdeki ifadelerle ümmetini şeytana karşı uyardıktan sonra:

“Küçük deyip hakir gördüğünüz amellerden (günahlardan) kaçınmak sûretiyle dîniniz üzerine titreyiniz!” buyurmuştur. (Heysemî, III, 267)

GÜNAHLARI KÜÇÜK GÖRMEK

Resûlullah ikinci hadisimizde, günahları niçin küçük görmemek gerektiğini şöyle açıklamıştır:

“Çünkü onlar bir kimsede birikirler de neticede onu helâk ederler.”

Buna bir de misal veren Allah Resûlü, küçük çalı çırpılarla yakılan ateşin yemekleri pişirmesi gibi küçük günahların da birikerek kişinin cehenneme dûçâr olmasına yol açtığını en güzel bir şekilde anlatmıştır.

İnsan bazen farkına varmaz, işlediği günahın küçük olduğunu zanneder. Hâlbuki o Allah katında çok büyük bir cürümdür. İnsanın günahları küçük görme hatasına, Hz. Ayşe vâlidemize iftira edilmesi hâdisesi dolayısıyla Kur’ân-ı Kerim’de şöyle işaret buyrulur:

“Eğer dünyada ve âhirette Allah’ın lûtuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftirâdan dolayı size mutlaka büyük bir azap isâbet ederdi. Çünkü siz bu iftirâyı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur.” (Nûr 24/14-15)

Yine insan dikkatsizce bir söz söyler ve onu çok basit görür. Hâlbuki işlediği cürüm kendisini helâk etmeye yetecek derecede büyüktür de farkında değildir. Nitekim Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden Cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider. (Buhârî, Rikâk, 23)

BÜYÜK GÜNAHLARA GÖTÜREN YOL

Diğer taraftan küçük günahlar, insanı büyük günahlara götüren bir yol olur. Kişiyi yavaş yavaş kaydırıp büyük günahların pençesine atıverir. Nitekim İbni Abbâs (r.a) şöyle demiştir:

“Büyük günah istiğfâr edildiği takdirde öylece kalmaz, affedilir. Küçük günah da ısrar edildiği takdirde küçük olarak kalmaz, büyük günah olur.” (Beyhakî, Şuab, V, 456)

Günahlara aldırmayan kimse burada da kalmaz, Allah korusun bilerek veya bilmeyerek daha ileriye gider. Bu sebeple İslâm âlimleri:

“Küçük günahlar insanı büyük günahlara, büyük günahlar da küfre götürür” diye îkaz etmişlerdir. (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, no: 2317)

Bu konuda Ebû Hafs Hazretleri der ki:

“Humma hastalığı ölümün habercisi olduğu gibi mâsiyetler de küfrün habercisidir.” (Beyhakî, Şuab, V, 447)

GÜNAHLARI KÜÇÜK GÖRMEK

Dolayısıyla hata ve günahları küçük görme hastalığı, bir mü’minin vasfı olmamalıdır. Mü’min, günahların her türlüsünü ciddiye alarak onlardan uzaklaşmaya gayret etmelidir. Abdullah bin Mesut (r.a) mü’minin günahlar karşısındaki hâlet-i rûhiyesini şöyle ifade eder:

“Mü’min kimse günahlarını hayâlinde öylesine büyütür ki, sanki kendisi bir dağın eteğinde oturuyormuş da dağ üzerine çökecekmiş zanneder. Fâcir ise günahlarını, burnunun üstüne konan bir sinek gibi görür.” (Buhârî, Deavât, 4)

Ashâb-ı Kirâm günahlara karşı işte bu hâlet-i rûhiye içinde yaşamışlardır. Nitekim tâbiînin büyük âlimlerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri o örnek nesil hakkındaki müşâhedelerini şöyle aktarır:

“Peygamber Efendimiz’in ashâbı küçük de olsa güzel gördükleri bir şeyi yaparlardı. Buna mukâbil küçük de olsa çirkin gördükleri bir şeyi ise terk ederlerdi.” (İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Mevsûa, I, 89)

Daha sonraları bu hassâsiyetini kaybeden bazı insanlara Enes (r.a.) şu îkazda bulunmuştur:

“Siz bir kısım ameller işliyorsunuz ki, onlar sizin nazarınızda kıldan daha ince (daha ehemmiyetsiz)dir. Hâlbuki biz onları, Resûlullah zamanında helâke sürükleyici büyük günahlar olarak görürdük.” (Buharî, Rikâk, 32)

Merhum Mûsâ Efendi Hazretleri talebelerine yazmış olduğu mektuplarındaki kıymetli nasihatlerinde, mevzûmuzla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Bir mü’minin gönül âlemi ve kemâli, davranışlarında sergilenir. Bu güzelliklerin en başta gelenlerinden birkaçı şöyledir:

Devamlı alçak gönüllü olması, zamanın ve sayılı nefeslerin kıymetini bilip israf etmemesi, Allah’ın kullarını sevip onlarla çekişmemesi, muhâtaplarına dinî seviyesine göre muâmele etmesi, kabahat örtücü olması, haram ve helâle dikkat etmesi ve herkesin küçük gördüğü mâsiyetleri dahî büyük görmesidir. Zira günahını küçük gören -hâşâ- Cenâb-ı Hakk’ın emrini küçük görmüş olur…”

BÜYÜK VE KÜÇÜK GÜNAHLARDAN SAKINMAK

Üçüncü hadisimizde Resûlullah mü’minlerin ihsân ve murâkabe hâline ulaşarak küçük günahlardan bile sakınmalarını arzu etmektedir. İnsanın büyük küçük her hareketi kayıt altına alınmaktadır. Ondan ayrılmayan yazıcı melekler vardır. Yüce Rabbimiz şöyle haber verir:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf 50/18)

Her şeyden evvel Cenâb-ı Hak, her şeyi görüp işitmekte ve bilmektedir.

Gün gelip bu kayıtlar açılacak ve insan ne yaptıysa hepsini önünde bulacaktır. Zerre kadar iyilik yapan onu görecek, zerre kadar kötülük yapan da onu görecektir.[1] Günahkârların o andaki şaşkınlığını Allah Teâlâ şöyle ifade eder:

“Kitap ortaya konulmuştur: Suçluların, onda yazılı olanlar sebebiyle dehşetli bir korkuya kapılmış olduklarını görürsün. «Vay hâlimize! derler, bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın hepsini sayıp dökmüş!» Böylece yaptıklarını karşılarında bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf 18/49)

Mücrimler dünyada iken küçük günahları önemsemiyor, yaptıkları hataları küçük görüyorlardı. Bu anlayışla devam ettiklerinden, zamanla büyük günahlara da düşmüşler, hatta onlara bile ehemmiyet vermemişlerdi. Sonunda kendilerini dehşetli korkuların kucağında buldular. Artık dönüş de yoktur.

Eyüp Sultan Hazretlerinin şu sözleri ne kadar ibretlidir:

“Kişi bir hasene işler (iyilik yapar), sonra ona güvenerek küçük günahlar işler ve Allah’ın huzûruna bu günahların doğurduğu büyük tehlikelerle çıkar. Yine kişi bir günah işler, fakat (o günahın vebâlini düşünerek) devamlı korku içinde yaşar ve nihayet Allah’ın huzûruna emniyete erdirilmiş bir kimse olarak çıkar.” (Beyhakî, Şuab, V, 456; İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, XI, 330)

Dolayısıyla mü’min dâimâ uyanık bulunarak insanlar tarafından önemsenmeyen küçük yanlışlardan dahî uzak durmalı, tam bir murâkabe hâlinde yaşamalıdır.

Mü’min günah mevzuunda o kadar hassas davranmalıdır ki, hattâ gönlündeki düşünceleri bile kontrol etmelidir.

Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:

“Günahtan önce kalbinize gelen istek ve arzudan sakının! Çünkü o günahın başlangıcıdır. Şayet bu arzudan sakınmazsanız gönülleriniz Allah’tan gaflete düşer.” (Beyhakî, Şuab, V, 458)

Demek ki duygu, düşünce ve tasavvurlar, kişiyi günaha götürme veya hayırlara yönlendirme hususunda büyük bir önem arzetmektedir.[2]

Üçüncü hadisimizden şunu da anlamak mümkündür: Allah’a ibadet ve günahlardan sakınma hususunda erkek hanımını uyarmalı ve ona mes’ûliyet şuuru kazandırmalıdır. Esasen, âile yuvasında İslâm insanı olabilmek için bey ve hanım birbirlerini îkaz etmek, kötülüklerden alıkoymak, iyilik ve güzelliklere teşvik etmek mecbûriyetindedir.[3] Nitekim hadisimizde Allah Resûlü Ayşe vâlidemizi tatlı bir dille uyarmıştır.

GÜNAHLARIN KALBE ETKİSİ

Dördüncü hadisimizde, günahların kalbe tesiri anlatılmaktadır. Her günah kalbe vurulan siyah bir nokta gibidir. Tıpkı bembeyaz bir kağıt üzerine damlayan siyah mürekkep gibi… Kişi günahı terk edip tevbeye sarılırsa kalbi temizlenir. Tevbe etmeyip günahları işlemeye devam ederse, bu noktalar artarak kalbin tamamını kaplar. Bundan sonra kalp körelir, nûru söner, basîreti kapanır, aynanın paslanması ve buğulanması gibi üstü kirlerle kaplanır. Zamanla katılaşarak hayır nedir bilmez hâle gelir. Bundan sonra rûha zehir saçan en büyük günahları bile, ağırlığını hissetmeden işleyebilir. Ömer bin Abdülazîz Hazretlerinin şu sözleri, bu hakikati ne güzel ortaya koymaktadır:

“Haramlar bir ateştir. Ona ancak (kalbi) ölüler uzanır. Eğer haramlara el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını duyarlardı.”

GÜNAHLARIN KALBİ KARARTMASI

Demek ki büyük günahları irtikap eden kimseler, bu hâle, önem vermedikleri küçük günahların kalplerini karartması netîcesinde gelmişlerdir.

Ebû Türâb en-Nahşebî Hazretleri şöyle buyurur:

“Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır:

  • Kişinin günahlardan ürperti duymaması.
  • İtaat ve ibadetlerin gönle lezzet vermemesi.
  • Nasîhatlerin tesir etmemesi.”

Rivâyete göre cennetten geldiğinde sütten ve kardan daha ak olan Hacer-i Esved, zamanla kendisine dokunan insanların günahları sebebiyle kararmıştır.[4] Nitekim bu siyahlığın sâdece Hacer-i Esved’in görünen kısmında bulunduğu, Kâ’be duvarına gömülü kısmının ise hâlâ beyaz olduğu söylenmektedir.[5]

Günahlar taşı bile böylesine karartırsa, lâtîf bir varlık olan kalbi ne hâle getirir acaba?!

Katı bir kalple günahlara aldırmayan, hatta onları gülerek işleyebilen insanlar, yarın âhirette ağlamayı hak ederler. Nitekim Abdullah bin Abbâs (r.a) şöyle der:

“Gülerek bir günah işleyen kimse ağlayarak cehenneme girer.” (Gazâlî, İhyâ, III, 273)

Günahların zararlarından bir kaçını zikrederek mevzûmuza son verelim:

Günahlar Allah’ın gazâbını celbederek sevapların hebâ olmasına sebep teşkil eder. Şu rivâyet ne kadar ibretli ve îkaz edicidir:

Hz. Sevbân’ın nakline göre Resûlullah şöyle buyurdu:

“Ümmetimden bir kısım insanları bilirim ki, kıyâmet günü Tihâme dağları misâli bembeyaz (tertemiz) hasenelerle gelirler. Aziz ve celil olan Allah Teâlâ o sevapları saçılmış toz hâline getirir, hiç yokmuş gibi yapar.”

Sevban (r.a):

“–Ey Allah’ın Resûlü! Onları bize tavsif ediniz, durumlarını açıklayınız da, bilmeyerek biz de onlardan olmayalım!” dedi.

Bunun üzerine Efendimiz şu açıklamayı yaptı:

“–Dikkat edin! Onlar sizin kardeşlerinizdir. Sizin gibi insanlardır. Sizin gibi onlar da gece (ibadetin)den nasiplerini alırlar. Ancak, tenhâda Allah’ın haramlarıyla başbaşa kalınca o yasakları ihlâl ederler, çiğnerler.” (İbn-i Mâce, Zühd, 29)

Günahlar rızka mânî olur. Allah günahkârın üzerinden bereket ve ihsânını kaldırır. (er-Raʻd, 11; en-Nahl, 112)

Selef âlimleri; “Mâsıyetler, niʻmetleri giderir!” demişlerdir.

Günahlar, sahibinin mâneviyâtını bozar, kalbini karartır ve fıtrattan uzaklaşmasına sebep olur. Günahkâr; hissiz, vicdansız ve korkusuz bir şekilde tevbeden uzaklaşır, insanı insan yapan hayâ hissinden ve ahlâktan sıyrılıp çıkar.

Günah ve isyânlar, Allah’ın azabına mâruz kalmaya sebep olur. Belâ ve musîbetleri celbederek geçmişteki, hâlihazırdaki ve gelecekteki nesillere zararı dokunur.

Günah, sadece onu işleyen için değil, başkaları için de kötülük ve zarardır: Günahkârı gören kişi onu ayıplarsa bu kötü hâl kendi başına da gelir, gıybet ederse günaha girer, yaptığına rızâ gösterirse günaha ortak olur.

Her günah bir başka günaha yol açar ve imanı zayıflatır.

Cenâb-ı Hak ilim cevherini isyankar bir kalbe tevdî etmediğinden, günahkârlar hakîkî ilimden mahrûm kalırlar. İbn-i Kayyım el-Cevziyye şöyle der:

“Günahların öyle kötü tesirleri vardır ki, onları Allah’tan başka kimse bilemez. Onlardan biri de ilimden mahrûm kalmaktır. Çünkü ilim nûrdur, kalbe tevdî edilir, günah ise onu söndürür.” (Münâvî, Feyz, I, 155/113)

Günahlar insanı, meleklerin tevbe ve istiğfarından, Peygamber Efendimiz’in de yakınlığından mahrum bırakır.

• Nefsine, yakınlarına ve topluma yabancılaşan günahkâr, yalnız kalmaya mahkum olur.

[1] Zilzâl 99/7-8.

[2] Şu hadis-i şerifte, insanın kalbinden geçen düşünce ve temennîlerin yönlendirici bir tesire sahip olup dua yerine geçtiğine işaret edilir:

“Biriniz herhangi bir temennîde bulunduğunda ne düşündüğüne dikkat etsin. Zira o, bu temennîsi sebebiyle kendisine ne yazıldığını bilemez.” (Ahmed, II, 357, 387; Beyhakî, Şuab, V, 457)

Hz. Ayşe vâlidemiz de şöyle demiştir: “Biriniz bir şey temennî ettiğinde büyük düşünsün! Zira o bu durumda Yüce Rabbinden istemekte, O’na dua etmektedir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VI, 48/29369; Heysemî, X, 150-151)

[3] Zekeriya Güler, 40 Hadiste Kadın ve Aile, s. 338.

[4] Bkz. Tirmizî, Hac, 49/877; Ahmed, I, 307.

[5] Bkz. Said Bektaş, Fadlu’l-Haceri’l-Esved ve Makâmi İbrâhîm, s. 36-38; Muhammed İlyâs Abdülğaniy, Târihu Mekkete’l-Mükerrameti Kadîmen ve Hadîsen, s. 43.

 

İslam ve İhsan

BÜYÜK GÜNAHLAR

Büyük Günahlar

BÜYÜK GÜNAHLARLA İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Büyük Günahlarla İlgili Ayet ve Hadisler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.