Kıyamete Yakın İlim Azalır Cahillik Artar

Peygamberimizin hadislerinde bahsettiği kıyamet alametleri nelerdir? İlimin azalması ve cahilliğin çoğalması nasıl olur? Bu konu ile alakalı Hz. Ayşe ve sahabeler ne demiştir? Bu konu ile alakalı hadisler nelerdir? Dr. Murat Kaya anlatıyor...

Enes (r.a), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şöyle buyurduklarını haber verir:

“İlmin kaldırılması, cehlin kökleşmesi, şarabın içilmesi ve zinânın çoğalması Kıyâmet alâmetlerindendir.” (Buhârî, İlim, 21)

Enes (r.a) şöyle buyurmuştur:

“Size öyle bir söz söyleyeceğim ki, benden sonra hiç kimse onu size söylemeyecektir: Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den işittim, şöyle buyuruyorlardı:

«Kıyâmet alâmetlerinden olmak üzere ilim azalacaktır, cehil yayılacaktır, zinâ şâyi’ olacak, her tarafa yayılacaktır. Kadınlar çoğalacak, erkekler azalacaktır. O derecede ki, elli kadının yalnız bir bakanı olacaktır».” (Buhârî, İlim, 21)

BU HADİSLERDEN NE ANLAMALIYIZ?

İlmin kaldırılması ve cehlin kökleşmesi kıyâmet alâmetlerinden ise o hâlde herhangi bir ilmî mes’eleyi bilenlerin onu meydana çıkarıp yayması îcâb eder.

Ebû Zerr el-Ğıfârî (r.a) ensesini göstererek şöyle buyurmuştur:

“(Beni öldürmek için) kılıcı şuraya koysanız, ben de Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den işitmiş olduğum bir sözü siz beni öldürünceye kadar nakledebileceğimi bilsem bunu mutlaka yapardım!” (Buhârî, İlim, 21)

{

Urve bin Zübeyr (r.a) şöyle anlatır:

“(Teyzem) Hz. Âişe bana şöyle dedi:

«‒Ey kız kardeşimoğlu! Duydum ki, Abdullah bin Amr (r.a) hacca gider­ken bize (Medîne-i Münevvere’ye) uğrayacakmış. Onunla görüş de kendisine bir şeyler sor! Çün­kü o Peygamber (s.a.v)’den çok ilim almıştır.»

Bunun üzerine ben kendisiyle görüşerek ona pekçok şeyler sordum. Onları Rasûlullah (s.a.v)’den naklen söylü­yordu. Anlattıkları arasında şu da vardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlar:

«Şüphesiz Allah ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lâkin ulemâyı alır, onlarla birlikte ilmi de ortadan kaldırır. Ve insanlar arasında bir takım câhil başlar bırakır. Bunlar insanlara ilimsiz fetvâ verirler; bu sûretle hem sa­parlar, hem saptırırlar.»

Ben bu hadîsi Hz. Âişe’ye rivayet ettiğim vakit onu pek büyük gördü ve yadırgadı.

«‒Abdullah sana, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’i böyle buyururlarken işittiğini söyledi mi?» dedi.

Ertesi sene olunca Hz. Âişe (r.a) bana:

«‒Abdullah bin Amr (r.a) yine gelmiş, onunla görüş, sonra ona ilimden söz aç ve geçen sene sana ilim hak­kında naklettiği hadîsi sor!» dedi.

Ben de kendisiyle görü­şerek ona bu hadîs-i şerîfi sordum. Bu hadîsi bana ilk defa naklettiği gibi aynen rivâyet etti. Bu durumu Hz. Âişe’ye haber verdiğimde:

«‒Onun doğrudan başka birşey söylemediğini düşünüyorum. Zira görüyorum ki hadîs-i şerîfe ne bir şey ilâve etti, ne de noksanlaştırdı!» buyurdu.” (Müslim, İlim, 14)

Hz. Âişe vâlidemizin Abdullah bin Amr (r.a) hakkındaki sözleri onu itham için değil, hadisi karıştırmış olması yahut hikmet kitaplarından okuyup da Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den duyduğunu zannetmesi endişesiyledir. Hz. Abdullah ikinci sene aynı hadîsi tekrar edince Âişe (r.a)’nın kalbi mutmain olmuş, onu hakikaten Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den işittiğine kanaat getirmiştir.

Bu hadîs-i şerifte ilme teşvik ve âlimin faziletini itiraf vardır.

KENDİNİ ZAYİ ETMEK

Tâbiînin büyük âlimlerinden Rebîa bin Ebî Abdirrahmân şöyle demiştir:

“Kendisinde herhangi bir ilim bulunan kimsenin kendini zâyî’ etmesi lâyık değildir.” (Buhârî, İlim, 21)

Yani tembellik ederek sahip olduğu ilmi zayıflatıp kaybetmesi, böylece kendisini hesâbını zor vereceği bir vebâl altına atması doğru değildir. İlim yolunda gayret ederek ilmini artırıp diğer insanlara da faydalı olmalıdır. Böyle yapmazsa, ilmin zayıflayıp cehlin artmasına sebep olur.

Aynı şekilde, ilim sâhibi insan, dünya ehlinin ayağına giderek onlara boyun eğmemeli, ilmin izzetini muhâfaza etmelidir. Aksi takdirde ilim ehli değersizleşip hürmet görmemeye başlar. Bu da insanların ilme ehemmiyet vermemesine ve onunla meşgul olmayı bırakmasına yol açar.

Yine ilmin ortadan kalkması korkusuyladır ki Ömer bin Abdülazîz (r.a), insanların sadrında mahfuz olan hadîs-i şerîflerin satırlara nakledilip bir araya toplanmasını emretmiştir.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.