Kıyamet Günü Cennet ve Cehennemlikler

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi "Kıyâmet Günü" cennet ve cehennemliklerin durumu ile ilgili ayetlerden sonra zâhirî ve bâtıni farzlarlardan bahsediyor.

“Helâl-haram demeden mîrâsı yiyorsunuz.” (el-Fecr, 19) buyuruyor. Orada, Araplarda, hemen onun, birisi öldüğü zaman hemen onun mîrasına dalarlardı, obur gibi yerlerdi.

Demek ki burada mîras hukukuna dikkat etmek var. Bir hak bu da. Bu da çok mühim bir hak. Yani güçlünün tutup güçsüzün hakkını almaması (lâzım). Bu da haram oluyor. Bu, maalesef çok yerde şikâyet geliyor. Abim aldı diyor, bize bir şey vermedi, sakladı… -Allah korusun-.

“Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.” (el-Fecr, 20) diyor Cenâb-ı Hak.

Demek ki kul, diğergâm olacak, gönül ehli olacak. İbadetlerle, muâmelâtla, ahlâkla, Allahʼın verdiği nîmetlerle Cenâb-ı Hakkʼın rızâsını kazanacak.

Ondan sonra Cehennem manzaralarına geçiyor Cenâb-ı Hak.

“Ama yeryüzü parça parça döküldüğünde.” (el-Fecr, 21)

Nasıl parça parça? Tâ semâvat…

“…Bir kağıt tomarını büker gibi Biz de semâvâtı bükeceğiz...” (el-Enbiyâ, 104) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Bir atom infilâk etse ne kadar bir korku veriyor. Trilyonlarca bir atomun patlamasını düşünelim.

“…Semâvâtı, bir tomar kağıdı büker gibi bükeceğiz, eski hâline getireceğiz. Bu bir vaattir…” (el-Enbiyâ, 104) buyruluyor.

“Rabbin(in emri) geldiği zaman melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacak.) (el-Fecr, 22)

İşte مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (“Hesap ve cezâ gününün mâlikidir.” [el-Fâtiha, 4]) diyoruz. Cenâb-ı Hak hep hatırlatıyor bize.

Cenâb-ı Hak, çok Cehennemʼe âit âyetler var:

“O gün birtakım yüzler vardır zelildir.” (el-Ğâşiye, 2) buyuruyor.

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ

“Kazanmıştır boşuna!” (el-Ğâşiye, 3) diyor. Kendini yormuştur, yıpratmıştır, helâk etmiştir, boşuna! Dünya menfaati için. Bir de onun hesabını verecek.

عَامِلَةٌ نَاصِبَةٌ

“Çalışmış, fakat boşuna yorulmuştur!” (el-Ğâşiye, 3)

“Kızışmış bir ateşe atılırlar.” (el-Ğâşiye, 4) buyruluyor.

Cenâb-ı Hak bütün günahları -Zümer Sûresiʼnde- affedeceğini bildiriyor:

“Fakat size azap gelmeden (azap çatmadan) önce Rabbinize dönün, Oʼna teslim olun, sonra yardım edilmezsiniz.” (ez-Zümer, 54) buyruluyor.

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Size Cennetlikleri bildireyim mi?..”

Kim olduğunu. Orada bir vasfını bildiriyor Cennetliklerin.

“…Onlar hem zayıf oldukları, hem de halk tarafından hakir görüldükleri için kimsenin ehemmiyet vermediği, ama şöyle olacak diye yemin etseler, isteklerini Allâhʼın gerçekleştirdiği kişilerdir...” (Buhârî, Eymân 9, Tefsîr 68/1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47)

Demek ki o insanlara dikkat etmemiz lâzım. Gariptir, onu kimse şey yapmaz, fakat kalbi Allâhʼa çok yakındır.

Cenâb-ı Hak bize:

اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ

(“Ancak Allâhʼa kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).” [eş-Şuarâ, 89]) buyuruyor.

“…Size Cehennemliklerin kim olduğunu haber vereyim mi? (Onların tabi bir kısmını Cenâb-ı Hak bildiriyor.) Katı kalpli, kaba, cimri, kurularak yürüyen, kibirli kimselerdir.” (Buhârî, Eymân 9, Tefsîr 68/1, Edeb 61; Müslim, Cennet 47)

Tabi burada çok vaktimiz olmadığı için, Cenâb-ı Hak, çok, Cennetliklerin, Cehennemliklerin durumu bildiriyor; yine biz âyetlerden devam edelim.

“O gün Cehennem getirilir. İnsan yaptıklarını birer birer hatırlar...” (el-Fecr, 23) Unutuyoruz bu dünyada.

“…Fakat bu hatırlamanın ne faydası var?!” (el-Fecr, 23) Cenâb-ı Hak buyuruyor. Bitti, yaptıktan sonra! Geri almanın imkânı yok.

(İşte o zaman insan:) «Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!» der.” (el-Fecr, 24)

Yani yaptıklarını az görür. Çünkü orada yaptıklarını az görür, hatâlarının çok daha fazla olduğunu görür.

“Artık (diyor Cenâb-ı Hak) o gün, Allâhʼın (edeceği) azâbı kimse edemez.” (el-Fecr, 25)

Hattâ;

“Peki (diyor) inkâr ederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (el-Müzzemmil, 17)

O mâsumlar bile ak saçlı ihtiyarlar hâline gelecek.

Yine çok âyet var ama, çok mühim âyetler. Meâric Sûresiʼnde bir âyet var:

“Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azâbından kurtuluş için (o günün azâbından), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm âilesini, yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendini kurtarsın.” (el-Meâric, 11-14)

Geçti, bitti!

“Oʼnun vuracağı bağı kimse vuramaz.” (el-Fecr, 26)

Ondan sonra kurtulanların durumuna geliyor:

“Ey (Rabbine itaat edip) itmiʼnâna (huzura) eren nefs.” (el-Fecr, 27) buyuruyor. Yani Allah sana ne verdi? Aklını Allah için kullanacaksın, gözünü Allah için, kulağını Allah için, gücünü-kuvvetini Allah için. Allah sana ne verdi? Allâhʼa bir teşekkür hâlinde, şükrâne olarak, hep Cenâb-ı Hakkʼın yolunda kullanacaksın. Kul olmanın gayreti içinde olacaksın. Kurtuluşun orada olduğunu…

İlk defa işte burada:

“Ey itmiʼnâna ermiş nefs!” (el-Fecr, 27) diyor. Cenâb-ı Hak burada kulunu takdir ediyor.

رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً “O senden râzı…” diyor. (el-Fecr, 28)

Başına ne geldi? Mal verdi Cenâb-ı Hak, onu Allah için sevinerek dağıtacak. Vermedi; bu benim için hayırdır diyecek. Her hâlinde Allahʼtan râzı olacak, Eyyûb -aleyhisselâm- misâli.

مَرْضِيَّةً; Allah da o kulundan râzı olacak.

“Rabbine dön… (Sâlih) kullarıma katıl ve Cennetʼime gir.” (el-Fecr, 28-30) buyuruyor.

Bu âyetin sebeb-i nüzûlünde, üç tane sebeb-i nüzûl bildiriyorlar:

Birincisi; Hazret-i Hamza Uhudʼda şehîd oldu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼi müdâfaa ederken orada şehîd oldu. Yani, canlarıyla-mallarıyla Cennetʼi satın aldılar. Allah Rasûlü uğruna canını fedâ etti.

İkincisi; malla. O zaman Medîne-i Münevvereʼde kuyuların suyu acıydı. Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- servetinin büyük bir kısmını verdi, Rûme Kuyusuʼnun yarımını aldı. Müslümanlara kâfî gelmedi, yine büyük bir, servetinin büyük bir kısmını verdi, ikincisini aldı. Kendisi de o kuyudan tatlı su almak için, bir rivâyette, kendisi de o vakfettiği kuyudan su almak için sıraya girdi. Nasıl bir incelik?

Üçüncüsü; Hubeyb vardı. Bu Hubeybʼi, esir olarak aldılar, Mekkeʼye götürdüler. Çocukların eline mızrak verdiler.

“‒Bu (dediler), babanızla Bedirʼde harp etti, mızrakla bunu delik-deşik edin!” dediler.

Çocuklar mızraklarla Hubeybʼi delik deşik etmeye başladı. Hubeyb dedi ki:

“‒Yâ Rabbi! (Dedi.) Rasûlullâhʼa (diyor) selâmımı gönderecek hiç kimse yok (diyor). Yâ Rabbi (diyor), Senʼi (diyor), vekil tayin ettim, benim selâmımı Rasûlullâhʼa ulaştır.” diyor.

O sırada Efendimiz Ravzaʼdayken;

“Ve aleyhisselâm” diyor. “Onun üzerine selâm olsun” diyor.

Ashâb-ı kirâm diyor ki:

“‒Yâ Rasûlâllah! Bir muhâtap yok, kime selâm gönderdiniz?

“‒Hubeybʼi (diyor) şimdi şehid ediyorlar mızraklarla, o bana selâmını gönderdi, ben de ona iâde-i selâmda bulundum.” (Bkz. Buhârî, Cihâd 170, Me¤âzî 10, 28; Vâk›dî, I, 354-363)

Bir rivâyette; “Ey itmiʼnâna ermiş nefs!” (el-Fecr, 27) bu Hubeybʼin üzerine indiği bildiriliyor.

Velhâsıl Rabbimiz, bu nefs-i mutmainneden nasîb almamızı Cenâb-ı Hak cümlemize nasîb eylesin.

Muhterem Kardeşler!

Zâhirî farzlar var; namaz, oruç, zekât, hac vs. Bunları, Cenâb-ı Hak huşû ile, kalbî bir tekâmülle yapmamızı arzu ediyor. Demin misal verdiğimiz gibi, nasıl temiz kaba su konuluyor, kalp de öyle tertemiz olacak.

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى

((Nefsini kötülüklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lâ, 14])

O zaman yapılan ibadetlerin rûhâniyeti, feyzi artacak.

Bu zâhirî farzların yanında bir de bâtınî farzlar var.

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ :“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Efendimizʼin hâliyle bezenebilmek. Oʼnun ahlâkına benzeyebilmek.

Tefekkür: Efendimiz hep tefekkür hâlinde. Cenâb-ı Hak:

اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ : (“…Hiç düşünmez misiniz?” [el-En‘âm, 50])

اَفَلَا تَعْقِلُونَ : (“Akıl erdirmez misiniz?” [Bkz. Âl-i İmrân, 65; el-A‘râf, 169; el-Bakara, 44, 76; el-En‘âm, 32…])

اُولُوا الْاَلْبَابِ (“…(Ancak) akıl sahipleri (düşünüp ibret alırlar).” [Âl-i İmrân, 7])

Her gördüğümüzde Cenâb-ı Hakkʼı hatırlayabilmek. Efendimizʼin seherleri en uzun seherlerdi. Seherleri ihmâl etmemek.

Sâdıklarla beraber olmak.

كُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ

(“…Sâdıklarla beraber olun.” [et-Tevbe, 119]) buyruluyor.

İşte Ashâb-ı Kehf…

Mevlânâ diyor ki Sâdî-i Şîrâzî de:

“Bakın (diyor) bir köpek (diyor), sâdıklarla beraber olduğu için Kurʼânî ifade kazandı (buyuruyor). İki peygamber karısı da fâsıklarla beraber olduğu için -Nûh -aleyhisselâm-ʼın ikinci karısı, Lût -aleyhisselâm-ʼın karısı- onlar da Cehennemlik oldu buyruluyor Tahrim Sûresiʼnde.”

Helâl lokmadan güç almak. Lokmamıza dikkat etmek. Seherleri, gaflet uykusunda ziyân etmemek. Sâlih ve sâdıklarla beraber olmak. Cömert olmak. Adâlete, hakka, hukuka, kul hakkına, hayvan hakkına, hepsine dikkat etmek.

Âile hayatı. Rasûlullah Efendimizʼin âile hayatına benzetebilme gayreti içinde olabilmek.

Komşuluktaki hukuka riâyet.

Din kardeşinin hukukuna dikkat etmek.

Mahlûkâtın hukukuna dikkat etmek.

Velhâsıl zâhirî farzların yanında bâtınî farzlar. En mühim, tevâzu, hak-şinaslık, bunlar da farzdır. El-emîn olmak, es-sâdık olabilmek. Cenâb-ı Hak bizden öyle istiyor:

“…Sâdıklara sıdklarının fayda verdiği gündür…” (el-Mâide, 119) diyor kıyâmet günü. İhlâslı olması lâzım.

Edep, hayâ… En mühim bugün. Zor, aranan, zor bulunan bir hâdise oldu maalesef. Dilimizde hayâ, dilimizde edep, gözümüzde edep, gözümüzde hayâ, hayânın her… Maalesef bugün bu olan birtakım yanlış yayınlar, hayâyı maalesef kaybettirdi.

Ne güzel, şâir ne diyor:

Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâʼdan,

Giy o tâcı, emin ol her belâdan.

Sabır çok mühim. Tabi bu, her şeyde sabır. Zenginlikte sabır. Kendine kullanmayacaksın. Fakirlikte sabır. Hastalıkta sabır. Bütün zorluklarda sabır.

فَاِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا اِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا

(“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” [el-İnşirah, 5-6])

Zâhirî günahlar diğer taraftan. Bundan kaçacak. Nasıl kumar, içki, zinâ, sirkat ve emsalleri, bunlar nasıl bir zâhirî günahlarsa, bir de bâtınî günahlar var. Kibir ve gurur geliyor en başta, kibir geliyor, haset geliyor, ihtiras geliyor, öfke geliyor.

“…Öfkelerini yutarlar…” (Âl-i İmrân, 134) buyruluyor.

Riyâ geliyor, cimrilik geliyor. İsraf geliyor. Yalan geliyor, dedikodu geliyor, söz taşıma geliyor. Allah korusun, bunlar da bir kalbi karartan; nasıl diğer şeyler ağır günahsa, bunlar da çok ağır günah olmuş oluyor.

Cenâb-ı Hak -inşâallah- cümlemize itmiʼnâna ermiş bir nefs ihsân eylesin. Elimizden, dilimizden, yüreğimizden ümmet-i Muhammedʼin müstefîd olmasını Cenâb-ı Hak ihsân eylesin. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe benzemeyi nasîb eylesin ki kıyâmet günü Oʼnun civârında olalım.

Efendimiz, -bir hadîs-i şerîfle bitiriyorum-:

“‒Ben arkadaşlarımı (kardeşlerimi) özledim.” buyuruyor.

Sahâbe diyor ki:

“‒Yâ Rasûlâllah! Biz Senʼin arkadaşların (kardeşlerin) değil miyiz?”

“‒Yok (diyor), ben (diyor), siz benim ashâbımsınız. Ben arkadaşlarımı (kardeşlerimi) bu dünyada görmeyeceğim (diyor). Onları ben kıyâmet günü Havz kenarında bekleyeceğim.” diyor.

“‒Yâ Rasûlâllah! Nasıl tanıyacaksınız?” diyorlar.

“‒Nasıl (diyor), siyah bir at sürüsü içinde alnı beyaz olanla ayağı beyaz olan hemen tanınır, ben de onları Havz kenarında bekleyeceğim…” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Tahâret 39, Fedâil 26)

Velhâsıl zâhirî farzlara, bâtınî farzlara dikkat etmek, zâhirî günahlardan, bâtınî günahlardan kaçınmak, güzel bir İslâm şahsiyet ve karakteri temsil edebilmek, Cenâb-ı Hak cümlemize nasip ve müyesser eylesin -inşâallah-.

Duâmızın kabûlü niyâzıyla; Lillâhi Teâleʼl-Fâtiha!..

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.