Kim Doğru Kim Yanlış Bilinemeyecek

Bir müslüman fitne zamanında nasıl hareket etmeli? Fitneden nasıl uzak durulur? Peygamber Efendimiz fitneyle ilgili neler buyurdu? İşte fitneyle ilgili bilmemiz gerekenler...

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in nübüvvet delillerinden birisi de gayba dâir verdiği bilgilerdir. O, bazen geçmişteki kavimlerden, bazen kendisiyle aynı zaman diliminde yaşayan, ancak hiç gitmediği coğrafyalardaki durum ve insanlardan, bazen de gelecekte gerçekleşecek hâdiselerden haber verir.

Bu, elbette sadece bir beşer oluşunun neticesi tahminlerden ibaret değildir. Aksi hâlde bazıları doğru olurken bazıları da yalanlanabilirdi. Çünkü eski devirlerde yaşananlarla ilgili bilgi sahibi olan “Ehl-i Kitab”, pek çok seyahatlerde bulunan Mekkeli tâcirler vb. O’nun söylediklerinin yalan çıkmasını bekleyen pek çok kişi vardı. Onlar, Peygamber Efendimizin haber verdiği birtakım hâdiselerin asılsız çıkmasıyla, O’nun en büyük daveti olan İslâm’ı da yalanlamak istiyorlardı. Fakat tarih ve o devri yaşayan mü’min-kâfir hepsinin ittifakı ile sâbittir ki, O “emîn” peygamberin her söylediği gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir.

Öyleyse bu “doğru” bilginin kaynağı nedir? Elbette vahiy, yani Allah Teâlâ’dır.

Peygamber Efendimiz, vefâtından sonra meydana gelecek hâdiselerle ilgili birçok işaret vermiş, ashâbından bazılarını husûsî olarak yanına çağırarak ikaz etmiş; bazen de bütün ashâbını muhatap alarak çeşitli fitne ve hâdiselere karşı onları uyarmıştır. Bu hâdiselerin bir kısmı, kıyâmet ahvâline dâirdir. Bazıları ise, çeşitli devirlerde ortaya çıkabilecek “fitne” ve “ihtilâf”lar hakkındadır.

O, kıyamete kadar hükmü geçecek son dinin en son ve en mükemmel Peygamberi olduğu için, yaşadığı dönemden kıyâmetin kopması vaktine kadar bütün çağları irşad edecek projektörler tutmuş ve insanları, önlerine çıkacak uçurum, yangın ve sapkınlıklara karşı uyarmıştır. O hâlde en selâmet yol, bütün söyledikleri tam olarak ortaya çıkmış, En Güvenilir Peygamberin, vahiyle desteklenmiş istikbale dair haberlerine kulak kabartmak ve onların ışığında hayatımızı tanzim etmek, tehlike ve korkulardan emin olmaktır.

Aşağıdaki hadîs-i şerîfleri incelediğimizde göreceğiz ki, bunların pek çoğu ya şu an yaşanmakta ya da önümüzdeki yıllarda yaşanacak olanların ayak seslerini hâli hazırda duymaktayız. O hâlde bugün için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- neler söylemiş? Toz bulutunun her yanı kapladığı, kimin doğru-kimin yanlış olduğunun seçilemediği, su gibi insan kanının döküldüğü, kimin niçin öldüğünü/öldürdüğünü bilmediği bir cinnet zamanına Peygamber Efendimiz ne gibi çareler sunmuş? Gelin hep beraber hâdiseleri, Allah Rasûlü’ne takdim edelim. Aramızdaki ihtilaflarda O hakem olsun…

FİTNELERDE ÖNCÜ OLMAMAK

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine göre, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İleride birtakım fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan kişi, ayakta durandan; ayakta duran, yürüyenden; yürüyen de koşandan hayırlıdır. Fitne çıkarmaya yeltenen kişi, kendisini o fitnenin içinde buluverir. Kim de (fitneden kurtulup) sığınacak bir yer bulursa, hemen oraya sığınsın.” (Buhârî, Fiten, 9)

Bu hadîs-i şerîf, fitnelerde öncülük yapmamayı, âdeta fitne ortamlarına bulaşmamak için kaçacak delik aramayı tavsiye etmektedir. Çünkü fitnelerde öncü olan, insanların arasını kızıştıran, önce kendisini mahvetmiş olur.

ÇOĞALAN FİTNELER, KIYAMET HABERCİSİDİR

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine bir başka hadîs-i şerîfte de, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“İlim kaybolmadıkça, depremler çoğalmadıkça, zaman kısalmadıkça, fitneler ortaya çıkmadıkça, «herc» yani cinayetler artmadıkça ve elinizde mal çoğalıp taşmadıkça kıyamet kopmaz.” (Buhârî, İstiskâ, 27)

Çeşitli hadîs kitaplarında, Peygamber Efendimizin ve ashâbının yaşadığı hayata bakınca, birçoğunun üzerini örtecek bir elbiseyi bile bulmakta zorlandığı, neredeyse yarı aç- yarı tok yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bugün bizim yaşadığımız şartlar ise, kıyafet dolaplarımızın, buzdolabı, derin dondurucu ve kilerlerimizin ağzına kadar dolu olduğudur. En fakirimiz bile, günlerce ağzına sokacağı birkaç hurma ile karnını doyurmak zorunda değildir. Yine hiç olmayanımızın bir yazlık, bir kışlık kıyafeti, iç çamaşırları, gömlekleri, ayakkabıları… vardır. Bu varlık ve bolluk dönemi, insanların nefislerinin azdığı, her türlü hevâ ve hevesin zirve yaptığı, kalplerin katılaştığı, merhametin unutulduğu, gaddarlık ve acımasızlığın özendirildiği bir dönemdir. Zaman bereketsizleşmiş, insanlar en mühim ibadet ve vazifelerine yeterli zamanı bulamaz olmuştur. Bir de ilmi temsil eden âlimler ölüp yerlerine yenileri yetişmemeye başlayınca, “ilim de kaybolmuş” olur. İnsanlar, kendilerini zulüm ve isyandan kurtaracak rehberleri kaybettiği an, başı kesilmiş, ne yaptığını bilmez cesetler hâline dönerler. Bu da toplum hayatında “fitne”, dünya hayatında da “kıyamet”e denk düşer.

İnsanların zenginleşmesinin dünyayı nasıl kapsayacağı ile ilgili de şu hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir:

“Sadaka verin. Zira insanlar için öyle bir zaman gelecek ki, kişi, elinde sadakayla dolaşacak ve o sadakayı kabul edecek bir kimse bulamayacak!..” (Buhârî, Fiten, 25)

Ancak bu bol mal, helâl-haram mefhumunu da kaybettirecek:

“İnsanlar için öyle bir zaman gelecek ki, kişi malını helâlden mi, yoksa haramdan mı elde ettiğine aldırmayacak!..” (Buhârî, Büyû’, 7)

Ümmet-i Muhammed için korkulacak belâ yokluk değil; bolluktur. Çünkü biraz önce de ifade ettiğimiz gibi, zenginlik insanların aç gözlülüğünü ve hırsını arttırmakta, bu da onları felâkete sürüklemektedir. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Müjdeler olsun size! Sizi sevindirecek nîmetleri bekleyiniz. Allâh’a yemin olsun ki, ben sizin fakir olmanızdan korkmuyorum. Fakat dünya nimetlerinin sizden öncekilerin önüne serildiği gibi sizin önünüze de serilmesinden, öncekilerin yaptığı gibi bu nimetleri elde etmek için çekişmenizden ve bu çekişmenin onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” (Buhârî, Megâzî, 2)

KALABALIĞA UYMAMAK!

İnsan, bazen hakikatin kalabalıkta olduğunu zanneder. “Bu kadar insan, durup dururken yanlış yapacak değil ya?!” diye içinden geçirir. Hâlbuki hak ve hakikatin, bazen çok az kimsenin bilgi ve uygulamasında olacağını bildiren rivâyetler de var. O hâlde kalabalıkların topyekün günah, isyan ve küfre aktığı anda, göz göre göre “uydum kalabalığa” demek, insanı kurtaracak bir yol değildir. Nitekim Allah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:

“Şunu iyi bilin ki, Ehl-i Kitap’tan (Yahudi ve Hıristiyanlardan) sizden önce gelenler yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Bu ümmet ise, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmiş ikisi cehennemde, biri cennette olacaktır.” (Dârimî, Siyer, 75; Ebû Dâvud, Sünnet, 1)

Buna rağmen ufak tefek pek çok görüş ve fırkanın ortaya çıktığı bu kargaşa zamanlarında, Ümmet-i Muhammed’in çoğu, hidâyet ve selâmet üzere olacaktır. Bu da, Allah Rasûlü ve ashâbının çizgisini takip edenlerin yoludur. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Ümmetim aslâ sapıklıkta birleşmez. Bundan dolayı (Müslümanlar arasında) ihtilâf gördüğünüzde çoğunluğa uyun!..” (İbn-i Mâce, Fiten, 8)

FİTNE ÖYLE BİR HÂL ALACAK Kİ…

Fitne ve fesat öyle bir hâl alacak ki, “İnsanlar, bir kabrin başına varıp:

«Keşke onun yerinde ben olsaydım!» diyeceklerdir.” (Muvattâ, Cenâiz, 16; Buhârî, Fiten, 22)

İnsanlar, yaşamaktansa ölmeyi, yerin üstünde olmaktansa yerin altında olmayı tercih edeceklerdir.

Kıyamet kopmadan önce cemaat kendilerine namaz kıldıracak imam bulamayıp birbirini öne itecek[1], dininin gereklerini yerine getirme konusunda dirençli davranıp müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.[2] Müslümanlar, önceki dinlere tâbî olanların yollarına karış karış, arşın arşın ve adım adım tâbî olacaklar, hattâ onlar bir keler/kertenkele deliğine girseler, peşlerinden gireceklerdir.[3] Dine aykırılığından dolayı garipsenecek birçok bid’at ortaya çıkacak[4] ve bunlar din olarak algılanacaktır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her şeyin allak bullak olduğu, değer yargılarının (kıymet hükümlerinin) kaybolduğu o günleri şöyle tasvir etmektedir.

“Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler vardır. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. O fitnede, oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen, koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse, Hazret-i Âdem’in iki oğlundan hayırlısı olsun, (ölen olsun, öldüren değil)!..” (Ebû Dâvûd, Fiten, 2)

GARİPLERE NE MUTLU!

“Îman garip olarak başlamıştır ve yine başladığı hâle dönecektir. İnsanların bozulduğu zamanda gariplere ne mutlu!.. Ebu’l-Kâsım’ın canını elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, tıpkı bir yılanın yuvasında sıkıştığı gibi İslâm da şu iki mescit (Mekke ve Medine) arasında sıkışıp kalacaktır.” (İbn-i Hanbel, I, 185; Müslim, Îman, 232)

FİTNE HALLERİNDE NASIL HAREKET ETMELİDİR?

İnsanların birbirine düştüğü bu hengâmda, uyanık ve şuurlu Müslümanlar ne yapmalıdır? Kim olduğunu, niçin olduğunu bilmeden birilerinin tarafında veya karşısında mı yer almalıdır? Kimin tarafını tutmalıdır? Bir taraf tutmalı mıdır? Bunların cevâbını da Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in fem-i muhsininden alalım:

“İyi bildiğinizi (mârufu) yapar, kötü gördüğünüzü (münkeri) terk edersiniz. Kendinizi ilgilendiren işlerle meşgul olur, başkalarıyla ilgili işlere karışmazsınız.” (İbn-i Hanbel, II, 221; İbn-i Mâce, Fiten, 10)

Yerin altının, üstünden daha hayırlı olduğu zamanlarda Müslümanların terörün, kargaşanın bir parçası olmaktansa inzivaya çekilmesi de tavsiye edilmiştir:

“Müslümanın en iyi malının koyunlar olması yakındır. Onları dağ başlarında ve sulak arazide otlatacak, böylece dînî yaşantısını fitneden koruyabilecektir.” (Buhârî, Fiten, 14)


[1] Ebû Dâvud, Salât, 59; İbn-i Mâce, İkamet, 47.

[2] Tirmizî, Fiten, 73.

[3] Buhârî, Enbiyâ, 50; İbn-i Hanbel, Müsned, II, 327.

[4] Buhârî, Fiten, 2.

Kaynak: Fatma Nur Cihan, Şebnem Dergisi, Nisan 2015, 122. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.