Kıble Mescid-i Aksa’dan Kabe’ye Neden Döndü? - Kıblenin Değişmesi

Kıble neden Mescid-i Aksa’dan Kâbe’ye döndü? Kıblenin değişmesi nasıl ve ne zaman olmuştur? İşte kıblenin değişmesi hadisesi...

Hicretten sonra Müslümanlar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılıyor­lardı. Bu hâl, hicretin on altı veya on yedinci ayına kadar böyle devâm etti. Ancak Yahûdîler, bu durumdan kendilerine bir pay çıkararak üstünlük iddiâ ediyor­lar, bu da Allâh Resûlü’nün mübârek gönlünü mahzûn ediyordu. Zîrâ O’nun gönlündeki kıble, Kâbe idi. Bu gerçekleştiği takdirde, aynı zamanda Mekke’nin fethi için ilk adım atılmış ola­caktı. Bunun için ilâhî müsâadenin gelmesini hasretle bekliyorlardı. Henüz bu müsâade gelmediği için Allâh Resûlü’nün arzusu da düşünceden ileri gitmiyor, sabredip bekliyordu.

İKİ KIBLELİ MESCİT

Nihâyet Receb ayı ortalarında bir pazartesi günü Resûlullâh, Selimeoğulları’nın mescidinde öğle namazını kıldırırken Cenâb-ı Hak vahyini gönderdi:

(Ey Resûlüm!) Biz Sen’in yüzünün (yücelerden haber bekleyerek) göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi Sen’i, memnûn olacağın bir kıbleye döndürüyo­ruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir! (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olur­sanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin! Şüphe yok ki ehl-i kitâb, onun Rablerinden gelen bir hakîkat olduğunu çok iyi bilirler. Allâh onların yapmakta oldukla­rından habersiz değildir.” (el-Bakara, 144)

Bu esnâda ikinci rekâtın sonuna gelmiş olan Resûl-i Ekrem Efendimiz, derhâl yönünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Cemaat de saflarıyla berâber döndüler. Hep birlikte yeni kıbleye yöneldiler. Böylece namazın diğer iki rekâtı, Kâbe’ye doğru kılındı. Bu sebeple o mescide, iki kıbleli mescid mânâsına gelen “Mescidü’l-Kıbleteyn” denildi.[1]

Bu namazı Hazret-i Peygamber ile kılanlardan biri, oradan ayrıldıktan sonra bir başka mescide uğradı. Cemaat namaz kılıyordu ve tam rükû hâlinde idiler. Onlara:

“–Şehâdet ederim ki, Hazret-i Peygamber ile Kâbe’ye doğru namaz kıldık!” diye seslendi. Bunun üzerine cemaat oldukları yerde Kâbe’ye yöneldiler.

KIBLENİN DEĞİŞMESİ

Kıblenin değişmesi, mü’minler arasında çok güzel netîceler verirken; müşrik, mü­nâfık ve Yahûdîler arasında çeşitli dedikodulara yol açtı. İslâm düşmanları ileri-geri konuş­maya başladılar. Bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: «Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çe­viren nedir?» diyecekler. De ki: «Doğu da batı da Allâh’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»” (el-Bakara, 142)[2]

İbn-i Abbâs (r.a.) şöyle der:

“Âyet-i kerîmenin emriyle Hazret-i Peygamber kıbleyi Kâbe’ye çevirince Müslümanlar:

«–Ey Allâh’ın Resûlü! Beytü’l-Makdis’e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?» diye sordular. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyeti inzâl buyurdu:

“İşte böylece sizin insanlığa şâhitler olmanız, Resûl’ün de size şâhid olması için sizi mûtedil bir ümmet kıldık. Sen’in (arzulayıp da şu anda) yöneldiğin kıbleyi (Kâbe’yi) Biz an­cak Peygamber’e tâbî olanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yap­tık. Bu, Allâh’ın hidâyet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allâh, sizin îmânınızı aslâ zâyî edecek değildir. Zîrâ Allâh, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (el-Bakara, 143)[3]

KIBLE NEDEN DEĞİŞTİ?

Kıblenin değişmesi, çok mühim ve büyük bir hâdisedir. Husûsiyle ihtivâ ettiği, önceki kıblenin neshedilmesi hâdisesi, şeytanların fitne ve fesat çıkarıp insanları aldatmaya bahâne ve fırsat bilecekleri çok ince bir meseledir. Bundan dolayı kıble hakkındaki emirler birkaç defâ tekrar edilmiş, bir defâ Hazret-i Peygamber’e, bir defâ mü’minlere, bir defâ da her iki gruba birlikte, gerek ikâmet gerek sefer hâllerinde, her nerede olurlarsa olsunlar, bu kıblede sebât etmeleri mufassal ve te’kîdli bir üslûb ile emredilmiştir.[4]

Aşağıdaki âyette, bâzı hikmetler de açıklanmak sûretiyle bu husustaki te’kîd ayrıca müstakil bir mânâ da kazanmıştır. Cenâb-ı Hak buyurur:

“Nereden yola çıkarsan çık, (namazda) yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesnâ, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delîli kalmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız Ben’den korkun! Böylece size olan nîmetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.” (el-Bakara, 150)

KIBLENİN DEĞİŞMESİNİN HİKMETLERİ

Zikredilen ilâhî beyandan şu hikmetleri öğreniyoruz:

1- Ayet-i kerîmeye göre kıblenin değişmesinin birinci hikmeti, ehl-i kitâb ve müşriklerin elinde müslümanlar aleyhine hiçbir delil bırakmamaktır. Çünkü geçmiş kitaplara göre va’dedilen son peygamberin vasıfları arasında kıbleyi Kâbe’ye çevirmek vardı.

Nitekim Ahd-i Atîk’in Kitâbü’l-İşaya bölümünde Mekke’nin geleceğine âit beyanlar buna açıkça işâret etmektedir. Bu sebeple ehl-i kitâb; “Son Peygamber’in kıblesi Mekke’ye doğru olacaktı. Muhammed ve ashâbı ise hâlâ Beyt-i Makdis’e (Mescid-i Aksâ’ya) dönüyorlar.” diye şüphe edebilirlerdi.

Sonra Hazret-i İbrâhîm’in kıblesine muhâlefet, Allâh Resûlü’nün “İbrâhîm Milleti” üzere olduğu beyânına muhâlif düşerdi. Müşrikler bunu aklî bir delil olarak ileri sürebilirlerdi. Ancak kıblenin değişmesinden sonra, zulmü âdet edinmiş olan inatçılardan başka hiç kimse böyle bir îtiraz ileri süremezdi.[5]

2- Kıblenin değişmesinin diğer bir hikmeti, Allâh’ın mü’minlere olan nîmetini tamamlamasıdır. Bu sâyede onlar hidâyete erer ve doğru yoldan giderek arzu edilen hedefe ulaşabilirler. Zîrâ asıl nîmet, doğru yola ulaşmaktır. Kıble de bu doğru yolun bir parçasıdır.

3- Peygamber Efendimiz’in ilk aylarda ilâhî bir emir gereği Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılmasının bir hikmeti de semâvî dinlerin menbaının aynı olduğunu îmâ ederek Yahûdî ve Hıristiyanların gönüllerini İslâm’a ısındırmaktır. Ayrıca bu davranışın, İslâm toplumu ve devletinin kuruluş merhalesinde Yahûdî ve Hıristiyanların aksülamellerini en azından yumuşatmış olacağı da düşünülebilir.

Bu mesele aynı zamanda, Kur’ân-ı Kerîm’e Hz. Paygamber tarafından aslâ bir müdâhale olmadığını ispat eden delillerden biridir. Zîrâ Hazret-i Peygamber, kıblenin Kâbe’ye doğru olmasını çok arzu ediyordu. Ancak bu husustaki ilâhî emrin nâzil olduğu hicretin on altıncı ayına kadar beklemek mecbûriyetinde kaldı.

Dipnotlar:

[1] İbn-i Sa’d, I, 241-242. [2] Buhârî, Îman 30, Salât 31; Müslim, Mesâcid 11. [3] Tirmizî, Tefsîr, 2/2964. [4] Bkz. el-Bakara, 148-149. [5] Bkz. Elmalılı, I, 537. 

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.