Kemalpaşazade Kimdir?

Şeyhülislâm Kemalpaşazade veya İbni Kemal kimdir? İlimlerin kendisiyle birlikte öldüğü söylenen şeyhülislâm: Kemalpaşazade diğer adıyla Ahmet İbni Kemal’in hayatı.

Kemâlpaşazâde, 15 Mayıs 1469’da Amasya’da doğdu. Asıl adı Şemsettin Ahmet’tir. Şehzade Beyazıt’a (2. Beyazıt) lalalık yapan büyükbabası Kemal Paşa’ya izafeten Kemalpaşazâde veya İbn Kemal diye anılır.

Kur’an’ı Kerim’i ezberledikten sonra Amasya ulamasından Arap Dili ve edebiyatı, mantık ve Farsça öğrenimi gören Şemseddin Ahmet,  önce askeri sınıfa girdi ve altı bölük sipahisi olarak seferlere katıldı.

Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın bir meclisinde, Filibe müderrisi Molla Lütfü, ünlü akıncı kumandanı Evrenosoğlu’nun üst tarafına oturunca, ulemanın askerlerden daha çok itibar gördüğüne kanaat getirerek ilmiye sınıfına geçmeye karar verdi.

İlmiye mesleğine intisap ettikten sonra devlet kademelerinde devamlı bir yükseliş gösterdi. Üsküp’te İshak Paşa, Edirne’de Halebiye, Üç Şerefeli ve Sultan Beyazıt medreselerinde müderrislik yaptı. 1515 yılında Edirne kadılığına, bir yıl sonra 1516’da Anadolu kazaskerliğine getirildi. Bu görevde iken katıldığı Mısır seferinde padişahtan büyük itibar gördü.

KEMALPAŞAZADE VE YAVUZ SULTAN SELİM

Mısır’ın fethi sırasında Kemalpaşazâde, Yavuz Sultan Selim Hân’ın yanındaydı ve Sultan, onun gönül okşayıcı sohbetlerine hayrandı. Zaferden sonra da, zaman zaman atbaşı yürüyüp sohbet ediyorlardı. Askerler ve yüksek rütbeli idareciler Mısır’dan bıkmışlardı. Orasının iklim şartlarına ve sıcağına dayanamıyor, artık Anadolu’yu özlüyorlardı. İstiyorlardı ki, birisi bu duygularını Sultana iletsin. Ama kimse bu işe cesaret edemiyordu. Bunu İbn Kemâl’in yapabileceğini düşünüp meseleyi ona açtılar, kabul etti.

Bir gün sohbet sırasında Mısır Fâtihi Sultan:

-Lala, şehirde ne var, ne yok? diye sorunca:

İbni Kemal bunu fırsat bilip şöyle dedi:

-Sultanım, askerler Nil’de davarlarını suluyorlardı. Onlardan birinin şöyle bir türkü söylediğini duydum:

Nemüz kaldı bizim mülk-i Arab’da

Nice biz dururuz şam u Halep’te

Cihân halkı kamu ayş u tarab’da

Gel gidelüm Rûm illerine.

Bunu işiten Yavuz, askerinin Anadolu’yu arzuladığını anlamıştı.

-Artık burada kalmağa gerek kalmadı, göçelim! Dedi.

Aradan birkaç gün geçmişti. Yine bir gezi sırasında Sultan, Paşazâde’ye sordu:

-Tokatlı Molla Lütfi sizin hocanız imiş. İlmi irfanı yüksek, dört başı mamur bir ilim adamı iken, katline sebep ne ola?

-Tam bir âlim, kâmil, salih, dindar bir kişi iken, düşmanlarının hasedine uğradı. Yalnız ilminin yanında, bazen öyle şakalar yapardı ki, işitenler gerçek sanırlardı!

-Siz de üstadınız gibi şakalar yapmaz mısınız ki, gerçek zannedilsin!

-Biz geçen gün sıramızı savdık Sultanım, şimdi sıra padişahımız hazretlerindedir!

Sultan Selim düşündü ve şöyle dedi:

-Yoksa geçen gün Yeniçerilerin ağzından söylenen kıta da öyle bir şaka mıydı?

-Evet, padişahımızın buyurdukları gibidir!

Paşazâde’nin bu nüktesi, Hünkâr’ın pek hoşuna gitmişti. Kendisine büyük bir ihsanda bulundu.

ÂLİME VE İLME HÜRMETTE İBRETLİK BİR HADİSE

Mısır’dan dönülüyordu... Adana’ya gelindiğinde sağanak halinde yağmur yağıyordu. Herkes çadırlara sığınmış, etraf su ve çamur deryasına dönmüştü. Yağmur dinince yeniden yola çıkıldı. Sultan, Kemâlpaşazâde’yle atbaşı gidiyordu. Bir ara Hoca’nın atı tökezleyerek ileriye doğru fırladı. İbn Kemâl, âniden dizginleri kasıp, son anda atını düşmekten kurtardığı sırada gözleri padişahın kaftanına ilişti. Tökezlenme esnasında, atının ayağından sıçrayan çamurlar padişahın üstünü balçıkla sıvamıştı. Beti benzi sarardı, eli ayağı titremeye başladı. Zira Sultan Selim’in celali bilinirdi. Nedimler üşüşüp, Hünkâr’ın kaftanındaki çamurları temizlemeye koyuldular. Fakat Sultan, bir yandan hocanın halini seyrediyor, bir yandan da kahkahayla gülüyordu. Sonra nedimlerine döndü:

-Durun, dedi. Temizlemeyin! Bana yeni bir kaftan getirin, üzerimi değişeyim. Bu çamurlu kaftanımı da öldüğümde sandukamın üzerine örtsünler. Çünkü, ûlemânın atının ayağından sıçrayan bu çamurlar mübarek olup hürmet ve tazime layıktır.

Mısır Fâtihi Sultan Selim, işte böyle söyleyerek hem hocasını zor durumdan kurtarıyor, hem de ilme ve âlime verdiği büyük değeri gösteriyordu.

KEMALPAŞAZADE NASIL ŞEYHÜLİSLAM OLDU?

Kemalpaşazâde, İstanbul’daki Fâtih medreselerinde müderris olarak görev yapmaktayken, 1526 Mayıs’ında, Zembilli Ali Efendi’nin vefatı üzerine şeyhülislâm tayin edildi.

Zeki, muttakî, kinsiz ve garezsiz, meseleleri ferâsetle değerlendiren, münazara ve münakaşadan hoşlanan, hoşsohbet ve nüktedan bir âlimdi.

KEMALPAŞAZADE NE ZAMAN VEFAT ETTİ?

16 Nisan 1534’te, 65 yaşındayken vefat ettiğinde görevinin başındaydı.

İbni Kemâl vasiyetnamesinde, cenazesinin dervişane bir şekilde kaldırılmasını ve üzerine türbe yapılmayıp sadece bir taş dikilmesini istedi, zaten hayatı boyunca da hep sade bir hayatı tercih etmişti.

KEMALPAŞAZADE’NİN KABRİ NEREDEDİR?

Edirnekapı dışındaki Mahmut Çelebi zaviyesi hazîresine defnedilen İbni Kemal, 1971 yılında Haliç çevre yollarının yapımı sırasında parseller tamamen ortadan kaldırılırken bilinmeyen bir yere nakledildi.

Ölümü için tarih düşürülen, “irtehale’l- ulûmu bi’l-Kemal” (Kemâl’le birlikte ilimler de öldü) ibaresi onun ilmî kişiliğinin en anlamlı ifadesidir.

KEMALPAŞAZADE’NİN FİKİRLERİ VE ESERLERİ

Kemâlpaşazade birçok İslâm âlimi gibi, tasavvufun asıl istikametinden sapmasını hoş karşılamamış, toplumun düzenini ve devletin bekasını tehdit edecek hareket ve davranışların ortaya çıkmasını ve engellemeye çalışmıştır.

Onun fetvaları arasında tasavvuf ve mutasavvıflarla ilgili olanları önemli bir yer tutar. Kendisi, tasavvuf yolunun sahih olduğunu, evliyanın hallerine inanılması gerektiğini ve onların ruhaniyetinden medet ummanın önemli olduğunu belirterek, bu gibi zâtların dualarını almayı tavsiye etmiştir.

Çalışkan bir kişiliğe sahip olan İbn Kemâl, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, felsefe, tarih, dil ve tıp gibi birçok alanda eser vererek, yalnızca devrinin değil, bütün bir Osmanlı medeniyetinin en seçkin âlimleri arasında yer almıştır. Cemîl el Azm, kendisinin 214 eseri bulunduğunu belirtir. Allah rahmet eylesin.

Kaynak: Can Alpgüvenç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 220

İslam ve İhsan

ORTAÇAĞ’A DAMGA VURMUŞ MÜSLÜMAN BİLİM ADAMLARI

Ortaçağ’a Damga Vurmuş Müslüman Bilim Adamları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.