Kelime-i Şahadet

Konuşmaya yeni başlayan çocuğa öğretilecek ilk kelime nedir? Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şahadet arasındaki fark nedir? Kelime-i Tevhid ne demek? Kelime-i Şahadet nedir, nasıl getirilir? Kelime-i Şahadet getirmenin fazileti.

İnsanın hayata başlarken, yaşarken ve dünyaya vedâ ederken hep tevhîd üzere olması lâzımdır. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlardı: “İlk söz olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde, «Lâ ilâhe illâllah» demeyi öğretiniz!” (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 398)

Kelime-i Tevhîd veya diğer bir tâbirle Kelime-i Şehâdet, bir kişinin, Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığını ve Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in O’nun kulu ve Rasûlü olduğunu kabul ve îlan ettiği söze verilen isimdir. Şöyle telâffuz edilir:

Kelime-i Şahadet Arapça:

Kelime-i Şahadet Türkçe Okunuşu:

Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü.

Kelime-i Şahadet Anlamı:

Şâhitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şâhitlik ederim ki Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- O’nun kulu ve Rasûlü’dür.”

İSLAM NEDİR?

Tâbiînin büyük âlimlerinden Şa‘bî şöyle der: Adiy bin Hâtim -radıyallâhu anh- Kûfe’ye geldiğinde, Kûfe fukâhâsından bir grupla ziyâretine gittik. Ona: “–Peygamber Efendimiz’den duyduğun şeylerden bize bahsedebilir misin?” dedik. Adiy -radıyallâhu anh- bize şunları söyledi: Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanına vardım. Bana: “–Ey Adiy bin Hâtim, Müslüman ol selâmet bul!” buyurdu. Ben: “–İslâm nedir?” diye sordum.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “–Allah’tan başka ilâh olmadığına, benim de O’nun Rasûlü olduğuma şehâdet etmen ve hayrıyla, şerriyle, tatlısıyla, acısıyla kaderin tamamına îman etmendir.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 10) Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîflerinde de îman esaslarını şöyle tafsîl etmiştir: “İman; Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrı ve şerriyle birlikte kadere îmân etmektir.” (Buhârî, Îmân, 37; Müslim, Îmân, 1, 5; Tirmizî, Îmân, 4; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Ahmed, I, 97)

Kelime-i tevhîd, Allah’tan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmayı ve kalpte, Cenâb-ı Hakk’ın dışındaki mahlûkâta karşı aşırı sevginin bulunmamasını ifâde eder. Kelime-i tevhîd, enâniyetin ve ihtirasların kalpte put hâline gelmesine mânî olur. Böylece kalbin zâhîrî ve bâtınî bütün putlardan uzakta kalmasını sağlar. Cenâb-ı Hak, kalbini batınî putlardan temizlemeyen kullarını tehdit ederek şöyle buyurur: (Rasûlüm!) Hevâ (ve heveslerini) kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü? Ona Sen mi vekil olacaksın?” (el-Furkân, 43)

Müşahhas bir misal verecek olursak, merceği güneş ışığının altına tuttuğumuzda, teksîf olan güneş huzmeleri, altındaki bütün cürûfu kül hâline getirir. İşte her insan kelime-i tevhîde teksîf olarak kalbinde böyle bir temizlik yapmalıdır. Âyet-i kerîmede ifâde buyrulduğu üzere kalpler, Cenâb-ı Hak ile beraber olmak ve O’nu zikretmekle huzur bulur. Nitekim her hareketimizin Allah için, O’nunla beraber ve O’nun rızâsına uygun olması gerektiğine işaretle, ilk nâzil olan âyet-i kerîmede şöyle buyrulmuştur: “Yaratan Rabb’inin ismiyle oku!” (el-Alâk, 1)

Böyle olursa kalp, Rabb’inin cemâlî tecellîlerinden nasîb almaya başlar. Her zaman ve mekânda Rabb’ini arar ve O’nunla buluşur. Zira kalbî merhaleler kateden mü’min, her şeyde ilâhî vitrinleri seyreder ve ilâhî kudret ve azamet nakışları karşısında aşk ve vecd içinde yaşar.

İNSANDA TECELLİ EDEN İSİMLER

Kâmil bir kalpte tecellî edecek cemalî sıfatlardan birkaç misal şöyledir:

Rahmân ve Rahîm tecellîsi: Bir kalpte Cenâb-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm esmâsı tecellî ettiğinde, o mü’min, ulaşabildiği her yere rahmet tevzî eder. Mahrumlar için müşfik bir sığınak ve barınak olur. Başta insan olmak üzere hiçbir mahlûkâtın sesli veya sessiz feryâdına bîgâne kalamaz. Zira merhamet, îmânın en güzîde meyvesi ve ilk neticesidir.

Afüv tecellîsi: Cenâb-ı Hak çok affedicidir. Kâmil mü’minler de; “Affetmeyi bilmeyen, affedilmez.” düstûrunca, ilâhî affa lâyık olabilmek için Allâh’ın kullarına karşı çok affedici olurlar. Zira şahsına yapılan haksızlıkları âdeta “yok” farz ederek gönlünde en ufak bir kızgınlık duymadan affetmeyi meleke hâline getirebilmek; kalbî olgunluğun şâheseridir; en büyük mânevî kahramanlıktır.

Kerîm tecellîsi: Kerem sahibi olan bir kul, başta cömertlik olmak üzere her türlü güzel ahlâk ile müzeyyen hâle gelir. Kâmil bir mü’min olur.

Mü’min tecellîsi: Cenâb-ı Hakk’ın “el-Mü’min” isminin tecellîsine mazhar olan bir kalp, kendisini dâimâ ilâhî kameranın altında hissedip her hâliyle dîninin güzel bir temsilcisi olur. Îmânını kuvvetlendirir, emîn ve sâdık bir kul hâline gelir. Etrâfındaki yüreklere îman aşılamanın gayreti içinde olur. Kendisini ve çevresini her türlü kötülüklerden muhafaza edip îtimat ve emniyet telkin eder.

Sabûr tecellîsi: Bu tecellîye nâil olan bir kalp, sabır âbidesi hâline gelerek pek çok sıkıntıdan selâmete erer. Dünyada acısına katlandığı sabrın âhiretteki tatlı meyveleriyle ebediyyen mesrûr olur.

KELİME-İ TEVHİD’İN EHEMMİYETİ - Kelime-i Şahadet’in Önemi

Kelime-i Tevhîd, bir ferdin İslâm’a dâhil olurken attığı ilk adım, yaptığı ilk tespit ve sonraki hayatında da şahsiyetini gösteren kimliğidir. Bu sözü söyleyen kişi, Allâh’a sahîh bir şekilde îman etmiş ve son ilâhî din olan İslâm’a girmiş olur. Bu itibarla Kelime-i Tevhîd, dînin temeli ve istinadgâhıdır.

Kelime-i Tevhîd öyle yüce bir sözdür ki, bütün insanlığın kurtuluş ve saâdeti, onun sonsuz mânâ ve sır iklîminde gizlidir. Bu söz, özlerin özü mâhiyetindedir. İslâm’ın diğer temelleri ve onların tafsîlâtı, hep bu öze bağlıdır. Dolayısıyla kelime-i şehâdet ile îman, bütün ibâdetlerden efdaldir. Zira ibâdetler onunla kàimdir. İbâdetler muayyen bir zaman içindedir. Îfâsı sadece o vakitlerdedir.

Amellerin en fazîletlisi olan namaz dahî, günde beş vakit farzdır. Îman ise dâimâ farzdır. Kalbi, gaflete düşüren her türlü mâsivâdan, yani Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden dâimî sûrette korumak ve îmânı her hâlükârda zinde tutmak zarûreti vardır. O îman ki, hiçbir özür ile sâkıt olmaz. Her an muhâfazası şarttır ve tehirine ruhsat yoktur. Bu sözün ifâde ettiği mânâyı kalben tasdik eden kişi, îman dâiresine girer. Diliyle ikrâr ettiğinde ise onun müslüman olduğu diğer insanlar tarafından da bilinir ve dünyada müslüman muâmelesi görür.

Kalp, kelime-i şehâdete tam olarak inanmazsa, yapılan iyilik ve güzel davranışların âhirette hiçbir faydası olmaz. Ancak, adâlet ve merhamet sahibi olan Yüce Rabb’imiz, yaptığı iyiliklere karşılık ona dünyada bâzı nîmetler ve kolaylıklar lûtfeder. (Bkz. Müslim, Münâfıkîn, 57, 56)

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Görmedin mi Allah nasıl bir misâl getirdi: Hoş bir kelime (olan kelime-i tevhîd), kökü yerde sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. (O ağaç), Rabb’inin izniyle her zaman meyvesini verir durur. (Kulu Hakk’a yüceltir ve O’nun ebedî dostluğuna kavuşturur.) Öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle misaller verir. Kötü sözün (küfür ve îmansızlığın) misâli ise, gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkânı olmayan (kötü) bir ağaca benzer.” (İbrâhîm, 24-26)

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- bu âyet-i kerîmelerin îzâhında şunları söyler: “Burada kelime-i şehâdete işâret vardır. Kökü, mü’min kulun sözünde ve kalbinde, dalları ise göklerdedir. Bu yüzden mü’minlerin amelleri semâlara yükselir. Kelime-i habîse (çirkin söz) ise, şirk, küfür ve îmansızlık belirten sözdür. Onunla hiçbir amel kabul edilmez.”

ÇOCUĞA ÖĞRETİLECEK İLK KELİME

İnsanın hayata başlarken, yaşarken ve dünyaya vedâ ederken hep tevhîd üzere olması lâzımdır. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyururlardı: “İlk söz olarak çocuklarınıza güzel bir şekilde, «Arapça:

Türkçe: Lâ ilâhe illâllah.

Anlamı: Allah’tan başka ilah yoktur» demeyi öğretiniz!” (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, VI, 398)

Kendisi de Abdülmuttalib Oğulları’ndan bir çocuk konuşmaya başladığında ona: “«Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan, âcizlikten ötürü bir dosta da ihtiyacı olmayan Allâh’a hamd ederim» de ve tekbir getirerek O’nun şânını yücelt!”[1] âyet-i kerîmesini yedi defa okutarak öğretirdi. (Abdurrezzak, IV, 334; İbn-i Ebî Şeybe, I, 348) Ashâb-ı kirâm da, çocukları konuşmaya başladığı zaman, ilk söyledikleri söz tevhîd olsun diye yedi kere “«Lâ ilâhe illâllah» Allah’tan başka ilâh yoktur.” kelime-i tayyibesini tekrarlatmayı güzel görürlerdi. (Abdurrezzak, IV, 334)

İnsanoğlu, hayatını bu muhtevâda yaşamalı, ölürken de kelime-i şehâdeti tekrar ederek can emânetini teslim etmelidir. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, bir gün Hazret-i Talha’yı üzgün görmüştü. Sebebini sorduğunda, Talha -radıyallâhu anh-: “–Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün şöyle buyurmuşlardı: «Ben bir söz biliyorum, her kim ölürken onu söylerse mutlakâ amel defteri için bir nûr olur ve cesedi ile rûhu da o kelime sebebiyle ölüm esnâsında ilâhî rızâya, rahmete ve huzûra nâil olur.» Ben bu sözün ne olduğunu soramadan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vefat ettiler. İşte bu sebeple üzgünüm.” dedi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-: “–Ben o sözü biliyorum. O, Peygamber Efendimiz’in, amcaları (Ebû Tâlib’in) söylemesini arzu ettikleri ««Lâ ilâhe illâllah»» cümlesidir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, eğer amcaları için bundan daha kurtarıcı bir söz bilselerdi, muhakkak onu söylemesini isterlerdi.” dedi. (İbn-i Mâce, Edeb, 54. Ayrıca bkz. Ahmed, I, 6)

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Ölmek üzere olanlarınıza «Lâ ilâhe illâllah» demeyi telkin ediniz!” (Müslim, Cenâiz 1, 2) “Kimin son sözü, «Lâ ilâhe illâllah» olursa, o kişi cennete girer.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz 20/3116; Ahmed, V, 247; Hâkim, I, 503)

“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadir, V, 663) Tevhîd ile yaşamak, tevhîd ile ölebilmek, tevhîdin saâdet ve saltanatına vâsıl olabilmek ne büyük bahtiyarlıktır…

KELİME-İ TEVHİD’İN FAZİLETİ - Kelime-i Şahadet’in Sevabı

Cenâb-ı Hak, İslâm’a giriş cümlesi olan kelime-i tevhîdi aynı zamanda ibadet olarak kabûl etmiştir ki kulları dâimâ onunla meşgul olsunlar ve bol ecir kazansınlar. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Zikrin en faziletlisi «لَآ إِلٰهَ إِلَّا اللّٰهُ»tır.” (Tirmizî, Deavât 9/3383; İbn-i Mâce, Edeb, 55)

“Duânın hayırlısı istiğfar, ibâdetin hayırlısı da Kelime-i Tevhîd’dir.” (Ali el-Müttakî, I, 483/2112)

İMAN NASIL TAZELENİR?

Bir gün Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Îmânınızı tâzeleyiniz!” buyurmuşlardı. Ashâb-ı kirâm hazretleri: “–Ey Allâh’ın Rasûlü, îmânımızı nasıl tâzeleyelim?” diye sordular. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–«Lâ ilâhe illâllah» sözünü çokça tekrarlayınız!” cevabını verdiler. (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî -radıyallahu anha- Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e mürâcaat ederek: “–Yâ Rasûlâllah! Ben ihtiyarladım ve zayıfladım. Bana oturduğum yerde yapabileceğim bir ibâdet tavsiye edebilir misiniz?” diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de: “–Yüz defa «Sübhânellâh»,[2] yüz defa «el-Hamdülillâh»[3], yüz defa «Lâ ilâhe illâllah» de!” buyurdular. (İbn-i Mâce, Edeb, 56; Ahmed, VI, 344)

Zikirler içinde bilhassa Kelime-i Tevhîd’in toplu olarak söylenmesinin husûsî bir kıymeti vardır. Nitekim sahâbeden Şeddâd bin Evs -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiği şu hadîs-i şerîfte bu husûsa işâret buyrulmuştur: Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yanında bulunduğumuz bir sırada bize: “–Aranızda yabancı biri var mı?” diye sordular. Burada “yabancı” sözüyle Ehl-i Kitâb’ı kasdetmişlerdi. Biz de: “–Hayır, yoktur yâ Rasûlâllah!” dedik. Bunun üzerine Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kapıların kapatılmasını emrederek şöyle buyurdular: “–Ellerinizi kaldırın ve «Lâ ilâhe illâllah» deyin!” Ellerimizi bir müddet kaldırıp «Lâ ilâhe illâllah» diyerek zikrettik. Akabinde Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ellerini indirip şöyle duâ ettiler: «–Allâh’ım Sana hamd olsun! Rabb’im, beni “bu cümle” ile gönderdin. Onu (söylemeyi ve gereğini yerine getirmeyi) bana emrettin. Buna karşılık bana Cennet’i vaad ettin. Sen vaadinden asla dönmezsin!» Daha sonra Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâbına şöyle buyurdular: «–Müjdeler olsun size! Muhakkak ki Allah Teâlâ sizi bağışladı».” (Ahmed, IV, 124)

Diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır: “«Lâ ilâhe illâllah», Allah katındaki yeri ve değeri pek büyük olan bir kelimedir. Kim tam bir ihlâs ve sadâkat içinde onu söylerse, Allah onu Cennet’e koyar. Kim de onu inanmadığı hâlde sadece diliyle söylerse, canı ve malı korunur; lâkin yarın Allâh’a kavuşunca, Allah onun hesâbını görür.” (Heysemî, I, 26)

Îman, dil ile ikrâr, kalp ile tasdiktir. Dil ile ikrâr olduğu hâlde kalp ile tasdik olmaz, sadece zihinle tasdik seviyesinde kalıp davranışlara aksetmezse, hiçbir kıymeti kalmaz. Cenâb-ı Hak, mânevî bilgileri sadece zihninde taşıyan kişileri, kitap yüklü merkeplere benzetmektedir.[4] Cenâb-ı Hak, dil ile ikrâr, kalp ile tasdikte bulunanların kalbî hayatlarının takvâ ile müzeyyen olduğunu bildirir. Fâtır Sûresi’nde şöyle buyrulur: “Allah’tan, kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar (lâyıkıyla) korkarlar.” (Fâtır, 28)

Hâsılı kelime-i tevhîd, kalbe yansıdığı nisbette fayda verir. Nitekim âhirette Peygamber Efendimiz’in şefâati sayesinde en fazla mes’ûd olacak kimseler, büyük bir ihlâsla kalplerinden “Lâ ilâhe illâllah” diyenlerdir. (Buhârî, İlim, 33; Rikâk, 51)

Ancak sadece kelime-i tevhîd ile yetinmek, tam bir kurtuluş için kâfî değildir. İslâm’a girdikten sonra îfâ edilmesi gereken bâzı mükellefiyetler de vardır. Bunlar da kısaca, Allâh’ın emirlerine tâbî olmak ve yasaklarından sakınmaktır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bunların bir kısmına şöyle işaret buyurmuşlardır: “Îman, yetmiş veya altmış küsur şûbeden ibarettir. Bunların en üstünü «Lâ ilâhe illâllah» demek, en aşağısı da insana zarar veren şeyleri yoldan kaldırmaktır. Hayâ, yani utanma duygusuna sahip olmak da îmandan bir şûbedir.” (Müslim, Îmân 58. Ayrıca bkz. Buhârî, Îmân, 3; Ebû Dâvûd, Sünnet, 14) Nitekim ashâb-ı kirâm da lâfızda kalmayıp, tevhîd istikâmetindeki amel-i sâlihlerini muhabbetle ortaya koymuşlardır.

CENNETİN ANAHTARI

Tâbiînden Vehb bin Münebbih Hazretlerine: “–«Lâ ilâhe illâllah» Cennet’in anahtarı değil mi?” diye sorulduğunda: “–Evet, öyledir, fakat her anahtarın mutlakâ dişleri vardır. Dişleri olan anahtarı getirirsen kapı sana açılır, yoksa açılmaz.” cevabını vermiştir. (Buhârî, Cenâiz, 1. Krş. Tirmizî, Îmân, 17/2638)

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretlerine: “–«Lâ ilâhe illâllah» sözü Cennet’in anahtarıdır.” denilmişti. Hazret şöyle buyurdu: “–Doğru. Fakat şu bir gerçektir ki dişleri olmayan anahtar kapıyı açmaz. Kelime-i tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır: 1) Yalan, gıybet gibi kötü sözlerden arınmış bir dil, 2) Hîle ve hıyânetten arınmış bir kalp, 3) Haram ve şüpheli şeylerden temizlenmiş bir mide, 4) (Gurur, kibir, gösteriş gibi) nefsânî arzulardan ve bid’atlerden arındırılmış amel-i sâlihler.”[5]

Dipnotlar: [1] el-İsrâ, 111. [2] Sübhânellâh: Cenâb-ı Hakk’ı bütün noksan sıfatlardan tenzîh ederim. [3] el-Hamdü lillâh: Bütün hamdler, medihler ve övgüler Allah Teâlâ’ya mahsustur. [4] Bkz. el-Cuma, 5. [5] Abdülmecîd el-Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye, Dımeşk 1996, s. 320.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KELİME-İ ŞEHADET NEDİR, NASIL GETİRİLİR?

Kelime-i Şehadet Nedir, Nasıl Getirilir?

KELİME-İ ŞAHÂDET GETİRMENİN FAZİLETİ

Kelime-i Şahâdet Getirmenin Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.