Kelâmî Dergâhı'nda Tefsir Dersleri 2

Gündüz maddi ve hayvani ihtiyaçları doyurur. Gecenin ilk yarısı maddi yorgunlukların dinlenme çağıdır. İç âleminden haberi olmayanların horlama zamanıdır. İkinci yarısı ise âşıklarla konuşan ve her nefeste onlara neler söyleyen ve neler fısıldayan cömert bir mevsim-i garamdır. 

KELÂMΠTEKKESİ’NİN HAFIZLARI

Geçen yazımızda Kelâmî Dergâhındaki Es‘ad-ı Erbilî Hazretlerinin (ks) yaptığı tefsir derslerini ve Kur’ân tilâvetine ağırlık verildiğini ele almıştık. Bu yazımızda da dergâhta Kur’ân okuyan bazı hafızları ele alacağız.

Esasen şu hususu peşinen belirtmekte fayda var. Bir batılı bilim adamı ve düşünür olarak Carl Vett, Kelâmî Dergâhını 1924’te ziyaret ettiğinde dikkatini en çok çeken husus, orada çok sık Kur’ân okunması olmuştur. Kur’ân okuyanlar, dinleyenler ve onlardaki vecd ve aşk halleri bu batılı araştırmacıyı oldukça etkilemiştir. Çünkü hatıratında dergâhta okunan Kur’ânlara sık sık ve detaylı olarak yer vermiş ayrıca Kur’ân tilavetinin oluşturduğu manevî havayı kendince psikolojik olarak tahlil etmiştir.

Tekkede Kur’ân tilaveti ve Kur’ân üzerinde derin tefekkür en çok yapılan uygulamalardandı. Hafız Ali Sağman da tekkenin müdavimlerindendi.1

Mesela o, meşhur hafızlardan Hafız İlyas’ı Birinci Cihân Harbi’nden sonra Odabaşı’nda Kelâmî Dergâhı’nda dinlemişti. Bu anısını şöyle anlatıyor:

Hafız İlyas etkili bir şekilde Kur’ân’dan bir aşr-ı şerif okumuş ve orada bulunanlar bu okuyuşla kendinden geçmişti.

KELÂMΠTEKKESİ’NİN CEZBELİ HAFIZI

Carl Vett’in tekkede ilgisini çeken bir hafız vardı. Anlaşıldığına göre o hafız tekkede sıklıkla Kur’ân okuyordu. Bu hafızın kim olduğunu Kastamonulu Hasib Efendi’ye sorduğumuzda, Hafız Sadri İzmirli cevabını almıştık.

Onunla ilgili hatırasını şöyle naklediyor:

Hafız, ayetleri ritmik tonda okuyordu. Hafız, okurken yanında elinde Kur’ân-ı Kerîm olan daha yaşlıca bir ihvân oturuyordu. Tilâvet esnasında, hafızın herhangi bir kelimeyi atlayıp atlamadığına veya yanlış okuyup okumadığına dikkat ediyordu. Yaptığı en ufak bir hatada, hafızı hemen durduruyor ve onu düzeltiyordu.

Ama böylesine saygıdeğer ve seçkin bir toplulukta, özellikle birisinin kontrolü sanki gereksiz gibi görünüyordu. Çünkü toplantıdaki herkes, Kur’ân’ı ezbere biliyordu.

Hoş ve düzgün kıraatıyla hafız kardeşimiz kendisini ispatlamıştı. Koca bir saat boyunca, sadece tekrarı gerektirmeyen basit bir müdahale ile düzeltilip geçilebilecek birkaç önemsiz hata yapmıştı.

O gün odamıza öğle yemeği getiren o hafıza biraz kalmasını rica ettim. Ona birkaç soru sormak istiyordum. Samimi ve saf bir derviş olan o hafız minderime oturdu. Ona zikir esnasında, cezbeyle ürperirken, vecde gelip bağırırken ve ağlarken neler hissettiğini sordum.

Bu hafız, ihvanın en hassas olanıydı ve neredeyse her akşam hafifçe cezbeye geliyordu.

“O hali anlatamam” dedi. “Sanki bir ateşe tutulmuş gibi oluyorum.”

Kendisine cezbe esnasında güzel bir şeyler görüp görmediğini veya o sırada derin bir tefekküre dalıp dalmadığını sorduğumda

– Hayır!.. diye cevap verdi.

ES'AD EFENDİMİZİN MANEVÎ CEZBESİ

Cezbe halindeyken, ne yaptığını bilip bilmediğini ve niçin yaptığını açıklayıp açıklayamayacağını sordum. Bu konu hakkında kesin bir şey söyleyemedi. Söylediği kısaca şuydu:

Bu hal, bir ateş gibi gelip geçiyor. O sırada beni kaplayan şey Es‘ad Efendimizin (ks) manevi gücüdür. Tekkeden ne kadar uzaklaşırsam, etkisi o kadar kuvvetli oluyor. Bir keresinde şeyhimin emriyle İzmir’e gitmiştim. Ama kısa zaman sonra geri dönmek zorunda kalmıştım. Çünkü Es‘ad Efendimizin manevî cezbesi, uzaklardayken üzerimde kaldıramayacağım kadar güçlü bir etki yapıyor.

Bu manevî hale, hoş hislerin eşlik edip etmediğini tekrar sorduğumda verdiği cevap şu oldu:

Bu hale çok hoş denemez, ama rahatsız edici de değil. Bu hal, ateşin bedeni titretmesi ve irade dışı olarak hareket ettirmesine benziyor. Sanki manevi bir güç tarafından kuşatılmış/dolmuş gibi oluyorsunuz. Bu şekilde insan sanki yüce âlemlere çıkmış gibi oluyor.2

Bundan yaklaşık yirmi beş sene önce karşılaştığım Oflu merhum Hafız Hüseyin Hoca Efendi de Gerede’de Es‘ad Efendi’den ayrılmak üzere otobüse bindiğinde yaşadığı vecd ve feyz ateşiyle kavrulduğunu ve otobüsten inmek zorunda kaldığını anlatmıştı. Es‘ad Efendi’nin manevi cezbesiyle üç gün Gerede’yi terk edememişti. Yani öyle görünüyor ki Es‘ad Efendi “Ateş” şiirini yaşayarak yazmıştı.

Kısaca tekkedeki bağrı yanık hafız Sadri Efendi’nin bu aşkı, cezbesi, heyecanı aslında her dervişin ihtiyaç duyduğu maneviyât malzemesidir, vesselâm…

ATEŞ İLÂHİSİNİN BESTEKÂRI HAFIZ SAMİ EFENDİ

Hafız Sami Efendi Filibeliliydi.1874’te orada doğdu, 69 yaşında 1943’te İstanbul’da vefat etti. 1877-78’deki Osmanlı-Rus harbinden (93 harbi) sonra, dört yaşında iken, ailesi İstanbul’a göç etti. On yaşındayken sesinin güzelliğini keşfeden Sultan Selim Camii imamı Reîsü’l-Kurra Hacı Hasan Efendi’nin yanında hafızlığını tamamladı. Hasan Efendi’den kıraat, yedi emirler türbedarı Hacı Kadri (Kadir) Efendi’den tashih-i hurûf ve ta‘lîm-i Kur’ân dersleri aldı.

Eğinli Rahmi ve Hafız İdris Efendilerden ayrıca hadis âlimi Demirhisarlı Hacı Abduş Efendi’den medrese derslerini okudu ve 35 yaşında Hacı Abduş Efendi’den icazet aldı. 1893-1906 yılları arasında 13 yıl Halıcıoğlu Topçu Mektebi imamlığı görevinde bulundu. Vazifesinden istifa ederek hacca gitti. 1910’da hac dönüşü Şeyhü’l-İslam Hüseyin Hüsnü Efendi kendisine hünkâr imamlığı (padişaha imamlık) görevini teklif ettiyse de Sami Efendi bunu kabul etmedi. Bir ara Galata Camiî’nde imamlık yaptı. 1912’de rahatsızlandı. Ondan sonra ölene kadar, ancak ara ara bazı vesilelerle Kur’ân okudu. 16 Nisan 1943’te vefat etti.3

Hafız Sami’nin hayat öyküsü kısaca bundan ibaret.

Sesi o kadar güzeldi ki Eyüp’te bir gül bahçesinde teheccüd vakti, sabaha karşı okurken bir bülbülün gelip yüksekte bir dala konduğu ve her halde kendinden daha güzel şakıyan Hafız Sami’yi dinlediği söylenmektedir. Ali Rıza Sağman bu hususu kendisine sorduğunu ve ilk ağızdan bu olayın gerçekliğini öğrendiğini kaydeder.4

ŞEYH ES'AD EFENDİ ERBİLÎ'NİN DERGÂHI

Ali Rıza Sağman, Kelâmî Dergâhının dünya çapında hafızı, Hafız Sami Efendi’yi şöyle anlatıyor:

Kelâmî Dergâhı Şeyh Es‘ad Efendi Erbilî’nin (ks) dergâhıydı. Pek çok hürmete değer büyükler, oraya derviş veya dinleyici (muhib) olarak devam ederdi. Derviş olarak dergâha devam edenlerden biri de meşhur Hafız Sami idi. Bir keresinde Hafız Sami Efendi, dergâhta aşr-ı şerif okumuştu. Dergâhtaki dervişler vecd ü istiğraka gelip kendilerini kaldırıp kaldırıp yere vurdular. Dinleyenler feryada geldiler, dergâh kıyamet gününe döndü.5

Mahmud Sami Efendi Hazretlerinin müntesiblerinden, merhum Ali Ulvi Kurucu Bey, hatıraları arasında Hafız Sami Efendi’ye şu şekilde yer verir:

Babam, Küçük Hamdi Efendi, Asım Efendi, Zeynelabidin Efendiler Cuma günleri İstanbul’da Kelâmî Dergâhı’na giderlermiş.

Zikirden, hatm-i hacegândan sonra Hafız Sami Kur’ân’ı Kerîm okurmuş. Onu dinlerlermiş. Uzun okurmuş, doyururmuş. Hatta bir keresinde babam şöyle anlatmıştı:

“Bir gün yine Kelâmî Dergâhı’na gittim. Hafız Sami okuyordu. Ulemadan müderris çok muhterem, feyizli Es‘ad Erbilî’ye (ks) bağlı âşık bir derviş olan Konyalı Tahir Efendi diye bir zat vardı. Dergâhta Hafız Sami’nin okuyuşu, mübareği öyle bir yakmış ki, göğsünü bağrını yırtarak/çâk ederek, sürekli;

– Ya Erhame’r-Rahimin, Ya Erhame’r-Rahimin diye feryada başlamış.6

Ayrıca Ali Rıza Sağman’dan, Hafız Sami’nin, Es‘ad-ı Erbilî (ks) Hazretlerinin Ateş Gazelini Hicâzkâr makamında çok güzel bir beste ile okuduğunu öğreniyoruz.7

Bir hatıra da şöyle naklediliyor:

Hafız Sami’nin Kelâmî Dergâhında bir Kur’ân tilaveti vardı. Meşrutiyet yıllarıydı.

Es‘ad Efendi Hazretleri (ks) muhtemelen bir Cuma mukabelesinde, çok kalabalık bir cemaat huzurunda, Hafız Sami Efendi’ye Kur’ân tilavet etmesini rica etmişti.

Sükûtu çok seven ve Kur’ân okurken sağ yumruğunu sıkıp sol avucunu yukarı doğru açık tutan Hafız Sami Efendi, Allah (cc) rahmet eylesin, Euzu Besmele çekip hemen Tebareke suresini okumaya başladı.

Onun o muhteşem okuyuşu karşısında, dervişler çok güçlü bir cezbeye kapılarak, çığlıklar, naralar ve höykürüşlerle kendilerini yerlere atmaya başladılar.

Tilavet ettikçe cezbe artmış, her tarafı aşk ateşi sarmış ve durum ağırlaşmıştı.

Bunun üzerine Es‘ad Efendi Hazretleri (ks) yüksek sesle “el-Fatiha” çekerek, Hafız Sami Efendi’nin okuyuşunu kesmek zorunda kalmıştı.8

Hafız Sami 1912’lerden sonra biraz rahatsızlanmış, kendi iç âlemine yönelmişti. Artık her yerde, her zaman rastgele okumaz olmuştu.

Genellikle o arada bir, müsamelerde/gece yarısı sohbetlerinde, erbabına bütün gönlünü açarak, coşarak okurdu.

TEHECCÜD VAKTİ AŞK DEVRİDİR

Bir keresinde Hafız Ali Rıza Sağman, bizzat Hafız Sami Efendi’ye:

“Hafız ağabey! Neden hep gece yarısından sonra (teheccüdlerde) coşuyorsun?” diye sorar.

O da şu cevabı verir:

“Çünkü bu müddet (yani teheccüd vakti) aşk devridir. Bir aşık kendisini gece yarısından sonra sabaha kadar (yani teheccüdde) daha iyi sezer, daha iyi anlar.”9

Sağman bu cevap üzerine şu yorumu yapmaktan kendini alamaz ve şöyle der:

“Koca Sami! Ne de güzel ve doğru anlıyordu.

Gecenin, bir aşığın duygusuna uygunluk gösteren esrarengizliği, gece yarısından sonra (teheccüd vakti) başlar.

Hafız Sami, cihana aşk dersi veren hezâra (binlerce kişiye) nâzire mi yapmak istiyordu? O hezâr ki, içindeki aşk ateşini ortalığa yaymak, etrafı o ateşle tutuşturmak, hülasa nasıl dayanılmaz bir duygu ile yüklü olduğunu çevresine anlatmak için 24 saat içinde, sadece “SEHER” vaktini yani teheccüd vaktini seçmişti.

İÇ ÂLEMİNDEN HABERİ OLMAYANLAR

Hafız Sami’nin ince duygusu, geçenin ikinci yarısında meydana çıkan ve sabaha kadar kendine kendisini sezdiren bu tılsımı tanımıştı. Gündüz maddi ve hayvani ihtiyaçları doyurur. Gecenin ilk yarısı maddi yorgunlukların dinlenme çağıdır. İç âleminden haberi olmayanların horlama zamanıdır. İkinci yarısı ise âşıklarla konuşan ve her nefeste onlara neler söyleyen ve neler fısıldayan cömert bir mevsim-i garamdır.”10

Dipnotlar: 1) Bkz. Ali Rıza Sağman, Meşhur Hafız Sami, İst. 1947. 2) Carl Vett, Dervişler Arasında, ss. 154-5. 3) Nuri Özcan, “Hafız Sami”, TDVİA, XV, 102-3. Ayrıca bkz. Divan Edebiyatı Müzesi, Cemaleddin Server Revnakoğlu Dosyaları, nr. 108. 4) Ali Rıza Sağman, Meşhur Hafız Sami Merhum, İst. 1947, s. 28. 5) Ali Rıza Sağman, İstanbul’un Meşhur Hafızları. 6) Ethem Cebecioğlu, Es‘ad Erbilî, İst. 2013, ss. 79-80; Ayrıca bkz. Ali Ulvi Kurucu, haz. Ertuğrul Düzdağ. 7) Sağman, Meşhur Hafız Sami, s. 46; ayrıca bkz. Nuri Özcan, “Hafız Sami”, TDVİA, XV, 103. 8) Bkz. Nuri Özcan, “Hafız Sami”, TDVİA, XV, 103. 9) Ali Rıza Sağman, Hafız Sami, s. 26. 10) Sağman, Hafız Sami, s. 26-7

Kaynak: Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 358

 

 

İslam ve İhsan

KELÂMÎ DERGÂHINDA TEFSİR DERSLERİ

Kelâmî Dergâhında Tefsir Dersleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.