Kasım Bin Muhammed (r.a.) Kimdir?

Hz. Ebûbekir’in (r.a.) torunu, Altın Silsile’nin üçüncü halkası, Tâbiîn’in büyüklerinden ve Medîne-i Münevvere’deki yedi büyük âlimden biri Kâsım bin Muhammed’in hayatı...

Kâsım Bin Muhammed -rahmetullâhi aleyh- (Altın Silsile 4) - Sesli Kitap

KÂSIM BİN MUHAMMED HAZRETLERİ'NİN HAYATI

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, Ebûbekir Sıddîk’ın (r.a.) torunudur. Hicrî 30, mîlâdî 650 senesinde doğmuştur. Resûlullah Efendimiz’in torunu olan Zeynelâbidîn Hazretleri ile teyze çocuklarıdır. Câfer-i Sâdık Hazretleri de, Kâsım bin Muhammed Hazretlerinin torunudur.

Hazret-i Ebûbekir’in oğlu Muhammed (r.a.), Mısır’da şehîd düşünce, oğlu Kâsım Hazretleri altı yaşında yetim kaldı. Onun bakımını da halası Hazret-i Ayşe vâlidemiz üstlendi.[1]

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, halası Hazret-i Ayşe’ye yakınlığını ifâde eden, çocukluk yıllarına âit bir hâtırasını şöyle anlatır:

“Halam Ayşe (r.a.), arefe günü akşamı başlarımızı tıraş eder ve bizi mescide gönderirdi. Ertesi gün de bizim yanımızda kurban keserdi.”[2]

Büyüdüğü vakit de halasını sık sık ziyaret ederek ondan Kur’ân-ı Kerîm, Sünnet-i Seniyye, Siyer-i Nebî ve dînin hükümlerine dâir pek çok hususta ilim tahsil etmiştir. O günlere dâir bir hâtırasını da şöyle nakleder:

“Sabahleyin dışarı çıktığımda önce (halam) Hazret-i Ayşe’nin evine uğrayıp selâm verirdim. Bir gün yine evine gittiğimde, nâfile namaz kılıyor ve:

«(Müttakîler şöyle derler: Şükürler olsun ki) Allah bize lûtfetti de bizi, o kavuran ateşten korudu.» (et-Tûr, 27) âyetini okuyordu. Kıyamda duâ ediyor, ağlıyor ve bu âyeti tekrar edip duruyordu. Yoruluncaya kadar bekledim, daha sonra bâzı ihtiyaçlarımı karşılamak üzere çarşıya gittim. İşlerimi bitirip döndüğümde Âişe c aynı vaziyette ayakta duruyor, namaz kılıyor ve ağlıyordu.”[3]

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) FAZİLETLERİ

Kâsım bin Muhammed (r.a.); emîn/güvenilir, verâ ve takvâ sahibi, yüce bir zât idi. Büyük bir fakih ve dînî ilimlerde imâm idi. Her hâli ile, zamanının en değerli şahsiyeti ve mürâcaat mercii idi.[4]

Yahya bin Saîd (r.a.):

“Biz Medîne’de Kâsım bin Muhammed’den daha fazîletli birini görmedik.” derdi.[5]

Kuvvetli bir dînî hayata, derin bir ilim ve irfâna sahipti. Muhterem dedesi Hazret-i Ebûbekir gibi himmeti âlî, akıllı, tedbirli, ümmet-i Muhammed’in işleri hususunda ciddî, kararlı ve azimli bir zât-ı muhteremdi. Bu sebeple Ömer bin Abdülaziz Hazretleri:

“Elimde olsa hilâfeti Kâsım bin Muhammed’e bırakırdım!” demiştir.[6]

Kâsım bin Muhammed (r.a.) bir asâlet ve mehâbet timsâliydi. Dâimâ tefekkür ve haşyet hâlindeydi. Mübârek alnında secde izi vardı.

Resûlullah Efendimiz’in muhabbetiyle doluydu. Efendimiz’in kabr-i şerîfini en yakından ziyaret ederek O’na duyduğu hasret ve iştiyâkını bir nebze olsun teskin edebilmeyi arzu ederdi. Nitekim bir gün Hazret-i Ayşe vâlidemize:

“–Anneciğim, bana Allah Resûlü Efendimiz’in mübârek kabrinin bulunduğu odayı açabilir misin?” diye ricâda bulunmuş, Hazret-i Ayşe de üç kabrin bulunduğu o odayı açarak ona Efendimiz’in kabr-i şerîfini göstermişti.[7]

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, kimseyi ayıplamaz, kimsenin aleyhinde konuşmazdı.[8]

Dünyaya karşı son derece zâhid idi. Dünya onun gözünde zerreden daha kıymetsizdi. Bu sebeple, kendisine verilen 100 bin dirhem ganimet malını, hiç elini sürmeden fukarâya dağıtmıştı. Maddî sıkıntı ve ihtiyaç içinde olduğu zamanlarda bile kendisine verilen malları Allah yolunda infâk ederdi. İnsanlardan bir şey kabûl etmezdi.[9]

Yüksek şahsiyet ve karakteriyle, herkesin hayranlığını kazanmıştı. İnsanlar onu fiilî kıstas olarak görüp örnek alır ve hayatlarını ona göre tanzim ederlerdi. Yine Kâsım bin Muhammed g, dînin hem zâhirine hem de bâtınına dâir ilimleri kendinde cem ederek, bunu hâliyle, kāliyle ve örnek hayatıyla sonraki nesillere nakleden büyük bir Hak dostu idi.

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) HADİS İLMİNDEKİ YERİ

Kâsım bin Muhammed (r.a.), Medîne-i Münevvere’de ashâb-ı kirâmın güzîde bir talebesi oldu. Tâbiîn neslinin önde gelen sâlih ve âlimlerindendi. Nitekim Medîne fukahâsından Ebu’z-Zinâd şöyle der:

“Sünnet-i Seniyye’yi, Kâsım bin Muhammed’den daha iyi bilen ve yaşayan birini görmedim. O zamanki tahsil, Sünnet-i Seniyye’yi tâlim ve yaşamak idi.[10]

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, bilhassa halası Hazret-i Ayşe vâlidemizden çok istifâde etmiş ve pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunun yanında Selmân-ı Fârisî, Ebû Hüreyre, İbn-i Abbâs, İbn-i Ömer (r.a.) gibi büyük sahâbîlerden de feyz almış ve ilim tahsil etmiştir. Hadis ve tefsir ilimlerinde deryâ idi. Tâbiînin ilim ve hâl erbâbı, ondan hadis rivâyet etmişlerdir.

Kâsım bin Muhammed (k.s.), hadîs-i şerîfleri kelimesi kelimesine aynen rivâyet etmeye titizlik gösteren, dikkatli bir hadis râvîsi idi. Yanlış veya eksik bir rivâyette bulunurum korkusuyla, ancak yüz kadar hadîs-i şerîf rivâyet edebilmiştir.[11]

Hadis âlimleri, onun rivâyetlerinin güvenilir olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) FIKIH İLMİNDEKİ YERİ

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, Hazret-i Ayşe vâlidemizin yetiştirdiği bir fakih idi.[12] Tâbiînin büyüklerinden ve Fukahâ-i Seb’a diye bilinen Medîne-i Münevvere’nin yedi büyük fıkıh âliminden biri idi. En zor meseleleri dahî hallederdi. Medîne fukahâsından Ebu’z-Zinâd’ın şu sözü bu hakîkati tasdik mâhiyetindedir:

“Kâsım bin Muhammed’den daha üstün bir fakih görmedim![13]

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, sabahın erken saatinde mescide gelir, iki rekât namaz kılar, sonra uzun müddet etrâfında halkalanan insanların muhtelif suallerine cevap verirdi. İnsanlar da onun sohbetini dinleyebilmek için sabah erkenden gelip meclisine otururlardı. Yatsı namazından sonra da sohbetine devam ederdi.[14]

Onun rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, daha çok ahkâma dâirdir. Abdurrahman bin Ebî Amra’nın anlattığına göre annesi, bir köle âzâd etmek istemiş ve bu işi sabaha tehir etmişti. Fakat sabaha çıkamadan da vefât etmişti. Bunun üzerine Kâsım bin Muhammed Hazretlerine mürâcaat eden Abdurrahman:

“–Ben annemin yerine bir köle âzâd etsem, anneme faydası olur mu (sevâbı ulaşır mı)?” diye sordu. O da şu cevâbı verdi:

“–Sa‘d bin Ubâde, Resûlullah Efendimiz’e gelip:

«–Annem vefât etti, ben onun adına bir köle âzâd etsem ona faydası olur mu?» diye sormuştu. Allah Resûlü de; «–Evet!» buyurmuşlardı.” (Muvatta’, Itk, 13)

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) ALLAH KORKUSU

Kâsım bin Muhammed Hazretleri Allah korkusuyla yüreği titreyen, gözü yaşlı bir Hak dostu idi. Allah korkusu sebebiyle dâimâ mahzun ve boynu bükük dururdu. Kendisine, bilmediği bir hususta suâl sorulduğunda; “Bilmiyorum!” demekten çekinmez, yanlış bir hüküm verip de Allâh’ın gazabını celbetmekten korkardı. Kendisine çok soru sorulduğunda da:

“–Vallâhi sorduğunuz şeylerin hepsini bilmiyoruz! Bilseydik sizden gizlemezdik, zâten gizlememiz de helâl olmaz.” derdi.[15]

Kur’ân-ı Kerîm’i kendi görüşüyle tefsîr etmezdi. Ancak, çok iyi bildiği, açık mevzularda hüküm verir ve:

“–Ben böyle olduğu kanaatindeyim, bunun kesin doğru olduğunu söylemiyorum.” derdi.[16]

Onun şu muhteşem sözü, kalbindeki Allah korkusunun en güzel ifâdelerinden biridir:

“Kişinin, Allâh’ın kendisine farz kıldığı şeyleri bildikten sonra câhil olarak yaşaması, bilmediği şeyler hakkında söz söylemesinden daha hayırlıdır.[17]

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) TEVAZUSU

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, zamanının en büyük âlimlerinden olmasına rağmen, sahip olduğu mârifetullah ilmi sebebiyle dâimâ mütevâzı bir hayat yaşamıştır. Bir kişi kendisine:

“–Sâlim mi daha âlim, yoksa sen mi?” diye ısrarla sormasına rağmen bu suâli geçiştirmiş, ne kendini medhetmiş ne de hakîkate muhâlif bir söz söylemiştir.[18]

Devamlı din kardeşlerini kendine tercih ederek îsârda bulunmuş, bol bol infâk etmiş, ancak hiçbir zaman bunların duyulmasını ve konuşulmasını istememiştir. Bu hususta konuşanları duyunca da hemen müdâhale edip konuyu değiştirmiş, üzerini kapatmıştır.[19]

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) VEFATI

Ömrünün son yıllarında gözleri kapanan Kâsım bin Muhammed Hazretleri, hicrî 107 senesinde, bir hac ya da umre için yola çıkmıştı. Kudeyd mevkiine gelince hastalandı. Vefât edeceğini anlayarak oğluna:

“–Beni, içinde namaz kıldığım, üzerimdeki şu elbiselerimle, yani gömleğim, izârım ve ridâm ile kefenleyin!” dedi. Oğlu:

“–İki kat kefen yapsak olmaz mı?” dediğinde:

“–Oğlum, dedem Hazret-i Ebûbekir de bu üç parça elbise ile kefenlendi. Bizim için ölçü onlardır. Yaşayanlar, yeni elbiseye ölülerden daha fazla muhtaç ve lâyıktır.” dedi.

Vefâtından sonra insanların kendisini medhetmemesi için vasiyette bulundu.[20]

Daha sonra:

“Allâh’ım! Sen benim Rabbim, Sevgilim ve Efendim’sin!” diye niyazda bulunmaya başladı.[21] Bir müddet sonra orada vefât etti.[22]

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) HİKMETLİ SÖZLERİ

“En büyük günahlardan biri, kişinin günahını hafif görmesidir.”[23]

“Yapmadıkları bir şeyi konuşmayı sevmeyen insanlarla (yani ashâb-ı kirâm ile) birlikte yaşadım.”[24]

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, bir kişinin:

“–Falanca Allâh’a karşı ne kadar cüretkâr!” dediğini işitmişti. Ona şöyle dedi:

“–Allâh’a karşı cüretkâr olmak Âdemoğlunun haddine değildir! Ancak onun hakkında:

«–Allâh’ı ne kadar da az tanıyor!» diyebilirsin.”[25]

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, Arefe günü Arafat’da dilenen birini gördü. Ona:

“–Yazıklar olsun sana ey sâil! Böyle bir günde Allah’tan başkasından mı istiyorsun?!” dedi.[26]

“Cenâb-ı Hak, ashâb-ı kirâmın ihtilâfıyla (farklı görüşleriyle) insanlara genişlik tanıdı. Hangi sahâbînin görüşünü alsan, içinde bir sıkıntı duymazsın.”[27]

“En bereketli kadın, maddî külfeti en az olandır.”[28]

KASIM BİN MUHAMMED’İN (R.A.) BAZI RİVAYETLERİ

Kâsım bin Muhammed Hazretleri şöyle anlatır:

Hazret-i Ayşe hasta olmuştu. İbn-i Abbâs (r.a.) onu ziyarete geldi ve şöyle dedi:

“−Ey mü’minlerin annesi, sen Resûlullah ve Ebûbekir (r.a.) gibi iki büyük kerem sahibi mürşid ve şefâatçinin yanına gidiyorsun! (Ne mutlu sana! Artık endişe etme, rahat ol!)” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 30)

Kâsım bin Muhammed Hazretlerinin anlattığına göre Peygamber Efendimiz’in ashâbından biri (muhtemelen Abdullah bin Zeyd -r.a.-) âmâ olmuştu. Dostları onu ziyarete geldiler. Hâlbuki onun gözlerini yitirmekten dolayı bir derdi, tasası yoktu. Kendisini tesellî etmek için gelenlere şu karşılığı verdi:

“–Ben o gözleri Resûlullah Efendimiz’e bakmak için istiyordum. O’nun vefâtından sonra (Yemen’deki) Tübâle beldesinin âhûlarındaki en güzel gözlere sahip olsam, yine de sevinmem!” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 533; İbn-i Sa‘d, II, 313)

Kâsım bin Muhammed Hazretlerinin Hazret-i Ayşe’den nakline göre Resûlullah bir gün:

“–Kıyâmet günü ilk olarak gölgeye koşanlar kimlerdir biliyor musunuz?” buyurdular. Ashâb-ı kirâm:

“–Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” dediler. Efendimiz:

“–Onlar, kendilerine hakları tevdî edildiğinde onu kabûl edenler, kendilerinden hak taleb edildiğinde bunu cömertçe verenler ve insanlar hakkında hükmederken kendilerine hükmediyormuş gibi davranan kişilerdir.” buyurdular. (Ahmed, VI, 67, 69)

Kâsım bin Muhammed Hazretlerinin Hazret-i Ayşe vâlidemizden rivâyetine göre Resûlullah şöyle buyurmuşlardır:

“Bir Müslüman, bir kadının güzelliğini görünce, gözünü hemen ondan çevirirse, Allah Teâlâ onun için, halâvetini hissedeceği (lezzetini ve zevkini duyacağı) bir ibadet (hâli) yaratır.” (Ahmed, V, 264; Heysemî, VIII, 63; Ebû Nuaym, Hilye, II, 187)

  • En Bereketli Nikah

Kâsım bin Muhammed Hazretleri, Hazret-i Ayşe vâlidemizden:

“En bereketli nikâh, maddî külfeti en az olandır.” sözünü nakletmişti. Kendisine:

“–Hazret-i Ayşe bu sözü Resûlullah Efendimiz’den mi nakletti?” diye sordular. O da bu husustaki yüksek ihtiyat hâlini sergileyerek:

“–Bana bu şekilde rivâyet edildi, ben bu şekilde ezberledim!” dedi. (Ebû Nuaym, Hilye, II, 186)

Kâsım bin Muhammed Hazretleri şöyle rivâyet eder:

Hazret-i Ebûbekir tahsîsâtını verdiği kişiye; «zekât borcu olup olmadığını» sorardı. «Evet.» derse, zekât vereceği miktârı keser, «Hayır.» derse hiçbir şey almadan tahsîsâtın tamamını ona öderdi.” (Muvatta’, Zekât, 4)

  • Hangisi Daha Üstündür?

Kâsım bin Muhammed Hazretleri şöyle der:

İbn-i Abbâs Hazretlerine:

«–Bir kişi var, amel-i sâlihler işlemeye gayret ediyor, ama bâzı günahlar da işliyor. Bir kişi de var, amel-i sâlihler için fazla gayreti yok ama günah da işlemiyor, bunların hangisi daha üstündür?» diye soruldu. O da:

«–Günahtan uzak durmak, bana daha sevimli gelir.» cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd, Zühd, s. 356)

[Günümüzde de, bu nasihatlerden istifâde ederek bilhassa televizyon, internet, moda ve çarşıların nefsâniyeti tahrik eden âfetlerinden titizlikle korunmak îcâb eder. Zira; “Def’-i mefâsid celb-i menâfîden evlâdır.” Yani zararlı olanı bertaraf etmek, faydalı olanı kazanmaya çalışmaktan daha öncelikli ve gereklidir. Evvelâ yaradaki cerahati almak, onu iyice temizledikten sonra merhem sürmek îcâb eder.

Bu sebeple öncelikle haramlardan ve kalbi gaflete sürükleyecek şeylerden korunmak gerekir ki ibadetlerdeki feyz ve rûhâniyet artsın, makbûl bir kulluk hayatı yaşanabilsin.]

[1] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 164. Krş. Muvatta’, Zekât, 10.

[2] İbn-i Sa‘d, V, 187.

[3] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, II, 31.

[4] İbn-i Sa‘d, V, 193; Zehebî, Siyer, V, 53.

[5] Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.

[6] İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 351.

[7] Ebû Dâvûd, Cenâiz, 66-68/3220.

[8] Zehebî, Siyer, V, 59.

[9] İbn-i Sa‘d, V, 189; Zehebî, Siyer, V, 59.

[10] Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.

[11] İbn-i Sa‘d, V, 187; Zehebî, Siyer, V, 58.

[12] Zehebî, Siyer, V, 53.

[13] Ebû Nuaym, Hilye, II, 183.

[14] İbn-i Sa‘d, V, 188, 189.

[15] Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.

[16] İbn-i Sa‘d, V, 187.

[17] İbn-i Sa‘d, V, 188; Ebû Nuaym, Hilye, II, 184.

[18] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 172.

[19] İbn-i Sa‘d, V, 189.

[20] İbn-i Sa‘d, V, 193; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, I, 352.

[21] Ebû İshâk el-Huttelî, el-Muhabbetü lillâh sübhânehû, Riyâd 1424, s. 21.

[22] Bkz. Ebû Nuaym, Hilye, II, 184; İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 163.

[23] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 181.

[24] Muvatta’, Kelâm, 24.

[25] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 180.

[26] İbn-i Asâkir, Târîhu Dımaşk, c. 49, s. 181.

[27] İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlih, II, 900; İbn-i Sa‘d, V, 189.

[28] Zehebî, Siyer, V, 58.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ALTIN SİLSİLE

Altın Silsile

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.