Kardeşliğe Ne Zarar Veriyor?

Kardeşliğimize zarar veren en büyük etken kusurları nedeniyle kardeşimizin üzerini çok kolay bir şekilde çizmemizdir.’’ Kardeşinin kusurunu örtenin, kusurunu Allah örter’’, nebevi tavsiyesini zaman zaman göz ardı etmekteyiz. Bu da insana ihtiyacın had safhada olduğu şu zor günlerimizde büyük, insan israf ve kıyımına sebep olmaktadır.

İslam muhataplarını bir ailenin fertleri olarak ele alır. Dünya evinde yaşayan bu ailenin fertleri ya birbirleriyle ortak inanç paydasında buluştukları için kardeştirler ve yahut bir gün İslam çatısı altına girmeleri ümit edildiğinden kardeş namzedidirler. Bu kardeşlik, Kuran-ı Kerim’de ve Rasulullah (s.a.v)’in sünneti seniyesinde bütün sıhrî bağların ötesinde, tüm asabiyet ve yakınlıkların, yanında cılız kaldığı, güçlü bir ilişkiler ağı olarak tasvir edilmektedir. Nitekim bu tasvir, asr-ı saadette, en üst düzeyde temsil bulmuştur. Bunun en bariz misallerinden birisi, inanç bağından başka tüm bağlardan sıyrılan kardeşleşmiş sahabe topluluğunun, kan bağı ile bağlı bulundukları, inançsız akrabalarına karşı kazandıkları Bedir zaferidir. Daha sonraları da aynı payda etrafında kardeş olup, omuz omuza saf tutmak, Bedir Gazvesinde olduğu gibi birçok mücadelede de galibiyeti sağlayan en önemli amil olmuştur.

Eski kehkeşanlı zafer günlerini sık sık hasretle yâd ettiğimiz şu zor zamanlarda önümüzde ciddi bir kardeşleşememe, ikinci basamakta da kardeşliğimizi muhafaza edememe sorunu durmaktadır. Ümmetin yeniden ihyasının sağlanması, ümmetin gerçek manada ümmet olabilme meselesinin çözülmesi ancak bu sorunların aşılması ile mümkündür.

1- KARDEŞLEŞEMEME SORUNU 

“Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz’’ emri malum olduğu halde kardeşleşememizin önündeki en büyük engel, birbirimize yaklaşırken kuşandığımız önyargılarımız ve birbirimize karşı ortaya koyduğumuz yanlış tanımlamalarımızdır. Bir tanışma esnasında ve yahut tanışılan bir muhatabı zihin ve gönül dünyalarımızda tanımlama noktasında, aidiyetlerin yanlış belirlenmesi, muhtemel bir kardeşliğin önüne geçmektedir.

Söz gelimi bir insanı ele alırken, onu ele almaya eksilerinden başlamak, negatif bir tablo ortaya koymakta, bu da kardeşliğe engel olmaktadır.

Bugün taraflı-tarafsız-hasım bütün kesimler İslam’ın yayılmasında sufilerin ortaya koyduğu gayret ve yöntemi, bu gayret ve yöntemin İslam’ın intişarındaki başarısını takdir etmektedirler. Sufilerin bu başarısının altında insanlara artılı, pozitif yaklaşımları yatmaktadır. Konuyu biraz daha açacak olursak Yunus Emre gibi erenler öncelikle insanı Allah Teâlâ’nın yarattığı bir mahlûk olması yönüyle ele almış ve yeni biriyle tanıştıklarında onun insanlığı nedeniyle, kişi lehine zihinlerine bir artı eklemişlerdir. Daha sonra bulunan her yeni ortak payda bir artı olmuştur. Böylece tebliğ ve irşad kolaylaşmış, insan kazanımı öncelenmiştir. Tebliğ ve irşad kendine yeni bir kardeş bulmak, ya da kardeşinle kardeşliğini artırmak demektir. Kişiye artılarından başlamak ve daha sonra bulunacak ortak paydalarla artıları artırmak iki insanın yakınlaşmasını kolaylaştıracak, tebliğ ve irşadın önü açılacaktır. Bunun hilafına bugün yaygın olan eksili yaklaşım, kişinin yeni bir tanışığına eksilerinden başlaması, muhtemel bir yakınlaşmayı yaralamakta ve nihayetinde de araya aşılması güç duvarlar çekmektedir. Mesela; aynı dini gruba üye olmamak bir eksi, aynı siyasi fırkadan olmamak bir eksi daha, hatta aynı memleketli olmamak, aynı spor kulübünün taraftarı olmamak, İslam’a yönelik aynı bakış açısına sahip olmamak bu şekilde eksiler çoğalmakta, böylece zihinlerde oluşan negatif görüntü, kardeşliği, muhtemel bir yakınlaşmayı baltalamaktadır.

Kardeş olmamız için birbirimize doğru açılardan bakmak ve başlamak çok önemlidir. Biz bir anneden ve babadan meydana geldik, sonra rengârenk gökkuşağından bir kilim gibi yeryüzüne yayıldık. Derilerimiz farklı farklı, göz renklerimiz, saç tellerimiz elvan elvan. Her birimiz Hak Teâlâ’nın Halık isminin, Musavvir isminin tecelli aynalarıyız. İnsan olmamız birbimizle yakınlaşmamız için ilk ortak paydamız, ilk artımızdır.

Allah Teâlâ’nın Hadî ismiyle bizi seçmesi, Hatemü’l Enbiya, Server-i Kibriya Efendimiz (s.a.v)’e ümmet kılması, sonra bizi ortak bir kaderle yeryüzünde iskân etmesi, her gün omuz omuza beş defa bizi huzuruna alması ve omuz omuza sağlam bir bina gibi günde beş defa huzurunda durmamızdan hoşnut olması, aynı kıbleye yüzümüzü çevirmesi, yakınlaşmamız için ikinci ortak paydamız, ikinci artımızdır.

Selamı artırmak, insanlarla olan selamlaşma ve muhasafalaşmalarımızı çoğaltmak ta bu konuya matuf önemli bir yaklaşım tarzıdır. Selam, yani esenlik temennisi, halk arasında yaygın anlayışla “benden sana zarar gelmez’’ anlayışı, olumlu bir şekilde muhataba yaklaşmak demektir. Selam arada oluşabilecek olumsuz ön kabullere darbe indirmektedir. Selam demek, muhatabımıza lehimize bir artı vermek ve bir ortak payda açmak demektir.

Bu şekilde ortaya konulacak her bir yeni ortak payda, her bir yeni artı birbimizi sevmemiz için yeni bir sebep demektir, kardeşliğimiz için yeni bir bahane teşkil etmektedir.

2- KARDEŞLİĞİ MUHAFAZA EDEMEME

Kardeşliğimize zarar veren en büyük etken kusurları nedeniyle kardeşimizin üzerini çok kolay bir şekilde çizmemizdir.’’ Kardeşinin kusurunu örtenin, kusurunu Allah örter’’, nebevi tavsiyesini zaman zaman göz ardı etmekteyiz. Bu da insana ihtiyacın had safhada olduğu şu zor günlerimizde büyük, insan israf ve kıyımına sebep olmaktadır. Aslında ortaya konulacak basit bir akıl yürütme bile bu konuya merhem olmaya yetecektir. Settar ismiyle kusurlarımızı örten Allah Teâlâ, yegâne kudret sahibi, sabur ismiyle bizlere tahammül etmektedir. Açığa vurulsa, toplum içine çıkamayacağımız günahlarımız ilahi bir esrar ile gizlenmektedir. İsyanlarımız, taşkınlıklarımız nedeniyle kulluğumuzun üzerine çizgi çekilmemekte, tövbe kapısı hep açık tutulmaktadır. Onun mülkünde, süreli misafirler olarak, ufak-tefek kusurlarından dolayı kardeşimizi silmek, üzerini çizmek güzel Müslüman ahlakına yakışmayan bir husustur.

İnsan hata işlemeye meyyal yaratılmıştır. Son kâmil insan modeli on beş asır önce Rasullah (s.a.v)’in hayatı ile ortaya konmuştur. İnsani ilişkilerde, hatasızlık onun Refik’i Alayı tercihi ile beraber son bulmuştur. O (s.a.v)’den sonra tüm insanlar kusur işlemek, hataya düşmek vb. eksikliklerle muttasıftır. O (s.a.v)’in ardından kemâl, kişinin kendi eksiklerini bilmesi ve çevresini eksikleri ile beraber kabul etmesidir. Kusur araştırmamak, hata aramamak, hasbel kader rast gelinen bir günahı göz ardı etmek, kardeşlik bağlarımızın sürekliliği için mecburidir.

Kaynak: İbrahim Bozbeşparmak, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.