Karanlıktan Aydınlığa

İslamiyet öncesi döneme neden Cahiliye devri denmiştir? Cahiliye devrinden Asr-ı Saadet’e neler yaşanmıştır?

On dört asır evvel, dünya; nübüvvet kandillerinin feyizli nûrundan mahrum zifirî bir karanlık içindeydi. Çünkü bir fetret devri yaşanmış, uzun süre dünyaya bir Peygamber gelmemişti.

Âdetâ insanlık Efendimiz’i dört gözle bekler hâle gelmişti. Bu devre Cahiliye denilmekte...

CAHİLİYE’Yİ KAPATTI, SAADET ASRINI AÇTI

Efendimiz geldi, 23 yıllık risâlet ömründe; sergilediği şahsiyet, yaşadığı ahlâk, tebliğ ettiği Kur’ân ve Sünnet mesajları, yetiştirdiği ashab ve kurduğu fazîletler medeniyetiyle, Cahiliye’yi kapattı, saâdet asrını açtı.

Efendimiz’den önce de dünyada, bugünkü ideolojiler gibi; Roma hukuku, Bizans medeniyeti, Yunan felsefesi, mecûsî İran gelenekleri gibi bir sürü beşerî yahut tahrife uğramış boş anlayışlar vardı. İslâm’ın nûruyla hepsinin yaldızı döküldü, maskeleri söküldü.

1789 Fransız İhtilâli’nin fikrî temellerini hazırlayanlardan biri olan filozof La Fayette, şöyle demek mecburiyetini hissetti:

“Ey şanlı ve büyük insan! Sen ne kadar takdir edilsen azdır! Zira Sen adâletin tâ kendisini bulmuşsun. (Bugüne kadar hiç kimse, Sen’in tevzî ettiğin adâlet seviyesine ulaşamadı!)” (Kâmil MİRAS, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, IX, 289)

Diğer batılı bir mütefekkir Thomas Carlyle da şöyle demekte:

“Başında taç ile gezen hiçbir kral, hırkasını yamayan Muhammed kadar dünyada itibar, şeref ve haysiyet bulmadı.”

PEYGAMBERİMİZİN TERBİYESİNDE YETİŞEN NESİL

Îman ehli olmayanları dahî bu denli hayran bırakan yüce Peygamber’in terbiyesinde yetişen; Ashâb-ı Kiram, dünyanın her yerinde Cahiliye karanlığını izâle etmek ve oraları îman nuruna açmak için, Atlas Okyanusu’ndan Çin ve Hind’e kadar bütün cihana yayıldılar. Sonunda üç kıtada; Ömer bin Abdülazizlerle, Alparslanlarla, Salâhaddin Eyyûbîlerle, Kılıçarslanlarla, Fatihler, Yavuzlar ve Kanunîlerle devam eden şanlı bir İslâm ve fazîletler medeniyeti yaşandı.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nesil Endişesi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN CAHİLİYE DÖNEMİ’NDE KATILDIĞI TEK CEMİYET

Peygamber Efendimiz'in Cahiliye Dönemi’nde Katıldığı Tek Cemiyet

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.