Kalpteki Gizli Duygu

Allah, kalpten geçen her şeyi bildiğinden, hiçbir niyet ve düşüncenin O’ndan gizlenmesi mümkün değildir. Peki kulun kalbini arındırıp saflaştıran, manevi hastalıklardan kurtaran; melek, şeytan ve nefsin bilmediği gizli duygu nedir?

İhlasla ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması...

Ebû Ümâme el-Bâhilî’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ, sadece kendisi için (ihlâsla) ve rızâsı aranarak yapılan ameli kabul buyurur.” (Nesâî, Cihad, 24/3138)

***

Muaz bin Enes Hazretlerinden rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Kim Allah için verir, Allah için men eder, Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için bekarları evlendirirse, imanını kemâle erdirmiş olur.” (Tirmizî, Kıyâmet, 60/2521; Ahmed, III, 438; Hâkim, II, 178/2694. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Sünnet, 15/4681)

***

İbn-i Abbas (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Kim yaptığı hayrı, şöhret kazanmak maksadıyla insanlara duyurursa, Allah da onun niyetini açığa çıkarır. Yine her kim işlediği hayrı, takdirlerini kazanmak için insanlara gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur.” (Müslim, Zühd, 47-48. Ayrıca bkz. Buhârî, Rikak, 36; Ahkâm, 9; Tirmizî, Zühd, 48; İbn-i Mâce, Zühd, 21)

 HADİSLERİN AÇIKLAMASI

İhlâs, kulun kalbini arındırıp saflaştırması, mânevî hastalıklardan kurtularak bütün davranış ve sözlerinde sadece Allah’ın rızâsını gözetmesi, riyâ, süm’a ve ucubdan uzak durmasıdır.[1] Dolayısıyla ihlâs, kalplerde gizli olan bir duygudur. Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre ihlas o kadar gizlidir ki, melek onu bilemediği için sevap hânesine yazamaz, şeytan bilemediği için bozamaz, insan nefsi de bilemediği için şımarmaz. (Serrâc, Lüma’, s. 290; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 446)

Cenâb-ı Hak kullarından ihlâslı olmalarını istemektedir:

“(Ey Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı Sana hak olarak indirdik. O hâlde Sen de dîni Allah’a has kılarak ihlâs ile kulluk et!” (Zümer 39/2)

“De ki: Ben, dîni Allah’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer 39/11)

Allah Teâlâ, ihlâssız ve kendi rızâsı gözetilmeden yapılan amelleri, ne kadar çok olursa olsun, kabul etmeyeceğini bildirir. İhlâsla yapıldığında ise, az amel bile değerlidir. O hâlde kul, ihlâsın bedendeki rûh gibi olduğunu bilerek bütün işlerini sırf Allah rızâsı için yapmalı, hayatını ihlâs üzere binâ etmelidir. Verdiğini Allah için vermeli, vermediğini Allah için vermemeli, sevdiğini Allah için sevmeli, sevmediğini Allah için sevmemeli, insanlara bir iyilik yaparken veya herhangi bir hayra delâlet ederken, hep Allah’ın rızâsını düşünerek hareket etmelidir. Bu idraki, tabiat-ı asliye hâline getirip; Allah’a, kitabına, Peygamber’ine, Kur’ân’a, mü’minlerin idârecilerine ve tüm Müslümanlara karşı samîmî olmalıdır. (Müslim, Îmân, 95)

Rûhen bu seviyeye erişen bir mü’minin imânı kemâle erer ve İslâm’ın lezzetini almaya başlar. İmanın kemâliyle ihlâs kalbinde tecellî ederek kurtuluşa nâil olur. (Ahmed, V, 147)

İHLASLA YAPILAN AMEL

Abdullah bin Mesut (r.a.) ihlasla yapılan amellerin zâyî olmayacağına işaret ederek şöyle buyurur:

“Kim hazînesini semâda saklayabilirse bunu yapsın! Zîrâ oradaki hazîneyi kurt yiyemez ve hırsız çalamaz. Şu muhakkak ki kişinin kalbi dâimâ hazînesi ile beraberdir.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 103/34523)

İHLASIN FAYDASI

İhlâsın pek çok faydası vardır:

En başta, kişiyi şeytanın azdırıp dalâlete sürüklemesinden[2] ve Cehennem azâbından kurtarır.[3]

Rabbimizin yardımını celbederek, insandan kötülük ve fuhşu uzaklaştırır.[4] Nitekim Resûlullah, Allah’ın bu ümmete, zayıfların duası, namazları ve ihlâsları sebebiyle yardım ettiğini haber vermiştir. (Nesâî, Cihâd, 43/3176)

İHLASLA İBADET ETMENİN FAZİLETİ

İhlâs, ibadetlere seviye kazandırır ve onların Allah katında makbul olmasını sağlar. Pek çok rivâyette, bir ibadet veya zikre sevap vaad edilirken:

“Kalpten ihlâsla yapmak.”[5]

“Sevâbına inanıp karşılığını sadece Allah’tan beklemek, yani samîmî bir niyet”[6] şart koşulmaktadır ki, bu da ihlâsın ne derece mühim olduğunu göstermeye kâfîdir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Kul büyük günahlardan kaçınır (takvâ hayatı yaşar) ve tam bir ihlasla «Lâ ilâhe illallah» derse, gök kapıları açılır ve bu söz tâ Arş’a kadar yükselir.” (Tirmizî, Deavât, 126/3590)

İKRİME NASIL HİDAYETE KAVUŞTU?

Hâsılı, insanı dünyada huzûra, âhirette de selâmete erdirecek olan, ihlâstır. İhlâs olmadığında, insan âciz varlıklardan medet ummaya başlar. Onlar da ne bir fayda sağlar ne de herhangi bir sıkıntıyı defedebilir. Bunu anlatan şu hâdise, ne kadar ibretlidir:

Ebû Cehil’in oğlu İkrime, azılı bir İslâm düşmanı olduğu için Mekke fethedildiğinde ölüm korkusuyla bir gemiye binerek kaçmıştı. Denizde fırtınaya yakalandılar. Gemidekiler:

“–Artık şimdi ihlâslı olup (yalnızca Allah’a yönelin)! Zira burada ilâhlarınız size bir fayda veremez.” dediler. Bunun üzerine İkrime şöyle dedi:

“–Vallâhi, denizde beni ancak ihlas kurtarırsa, karada da ihlastan başkası kurtaramaz. Allah’ım, sana söz veriyorum; eğer beni içinde bulunduğum şu felâketten kurtarırsan, Muhammed’e (s.a.v) gidip elimi eline koyacağım ve onu affedici ve kerem sahibi olarak bulacağım.”

Fırtınadan kurtulan İkrime (r.a), kararını tatbik ederek hemen Peygamber Efendimiz’e geldi ve Müslüman oldu. (Nesâî, Tahrîmu’d-Dem, 14/4064)

PEYGAMBERİMİZİN KENDİSİ VE AİLESİ İÇİN YAPTIĞI DUA

Resûlullah, kendisi ve bütün âilesi için Allah’tan ihlâs talep ederek şöyle niyâzda bulunur:

“Ey bizim ve her şeyin Rabbi olan Allah’ım! Beni ve âilemi dünya ve âhirette devamlı olarak Sana karşı ihlâslı eyle, ey Celâl ve İkram Sâhibi Allah’ım!” (Ebû Dâvûd, Vitr, 25/1508; Ahmed, IV, 369. Ayrıca bkz. Tirmizi, Deavât, 30/3419)

Kur’ân-ı Kerim’de diğer Peygamberlerin de ihlâslı kullar olduğu bildirilir.[7] Çünkü onlar tebliğ ve dâvetlerinde Allah rızâsından başka hiçbir gâye gütmemiş ve tebliğden vazgeçmeleri için yapılan bütün teklifleri reddetmişlerdir.

İhlâs, sadece Allah’ın bildiği bir his olduğundan, onun karşılığını da ancak Allah verir. Allah’ın vereceği karşılığa ise ne paha biçilebilir, ne de buna kimsenin gücü yetebilir.

SAHABENİN İHLASI

Sahabe-i Kirâm’ın ihlâsına, amellerini sırf Allah için yapmalarına dair bir misal nakledelim: Bir bedevî Resûlullah Efendimiz’e gelerek îmân etti ve O’na tâbi oldu:

“‒Senin yanına hicret edeceğim” dedi. Efendimiz, bazı ashâbına onu kollamalarını tavsiye buyurdu. Bir gazve nihâyetinde Efendimiz esirler elde etti. Bunları mücâhitler arasında taksim ederken bu bedevîye de hisse ayırdı. Ona ayırdığı malları ashâbına teslim etti. Bu zât o esnada ashâbın binek hayvanlarını güdüyordu. Yanlarına geldiğinde hissesini ona verdiler. O:

“‒Nedir bu?” diye sordu.

“‒Resûlullah’ın senin için ayırdığı hissedir?” dediler. Onları alıp Resûlullah’ın yanına geldi ve:

“‒Ya Resûlullah! Bunlar nedir?” diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

“‒Sana ayırdığım hissendir” diye cevap verdi. O:

“‒Ya Resûlullah! Ben sana bunun için ittibâ etmedim. Lâkin -boğazına işâret ederek- şuramdan okla vurulup şehîd olayım da Cennete gireyim diye ittibâ ettim” dedi. Resûlullah:

“‒Allah’a karşı sâdık olursan Allah da senin sözünü doğru çıkarır!” buyurdu.

Bir müddet durduktan sonra düşmanla kıtâle kalktılar. Az sonra birkaç kişi bu zâtı taşıyarak Efendimiz’e getirdi. Tam işâret ettiği yere ok isabet etmişti. Resûlullah:

“‒Bu o mu?” diye sordu.

“‒Evet!” dediler. Allah’ın Resûlü:

“‒O, Allah’a verdiği söze sâdık kaldı, Allah da onun sözünü doğru çıkardı” buyurdu.

Resûlullah, onu kendi cübbesiyle kefenledi, sonra öne koyup cenaze namazını kıldırdı. Onun için yaptığı duâlar arasında şu cümleler işitildi:

“Allah’ım bu kulun, senin için hicret etmek üzere yola çıktı ve şehit olarak öldürüldü. Ben de buna şehâdet ediyorum.” (Nesâî, Cenâiz, 61/1951)

AHİRET FELAKETİ

İhlâsın zıddı olan riyâkârlık (gösteriş) ise büyük bir âhiret felâketidir. Allah için yapılması gereken amellere, insanları ortak etmek, bir anlamda Allah’ın bilmesi ve râzı olmasını kâfî görmeyip başka kapılardan medet ummaktır. Bu da amellerin ecrini zâyî eden büyük bir kalbî hastalık ve iman zaafıdır. Hâlbuki Allah Teâlâ, kalpten geçen her şeyi bildiğinden, hiçbir niyet ve düşüncenin O’ndan gizlenmesi mümkün değildir. Şu hadis-i şerif, gösteriş meraklılarının âhiretteki hüsrânını anlatması bakımından oldukça mânidârdır:

“Kıyamet günü hesâbı ilk görülecek kişi, şehid düşmüş bir kimse olup, ilâhî huzura getirilir. Allah Teâlâ, ona verdiği nîmetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu îtiraf eder. Cenâb-ı Hak:

«–Peki bunlara karşılık ne yaptın?» buyurur. O kimse:

«– Şehid düşünceye kadar senin uğrunda cihâd ettim» diye cevap verir. Cenâb-ı Hak:

«–Yalan söylüyorsun! Sen, “Ne kahraman adam!” desinler diye savaştın, o da söylendi» buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü Chenneme atılır.

Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur’ân okumuş bir kişi huzûra getiri­lir. Allah Te­âlâ ona da ver­di­ği nî­met­le­ri ha­tır­la­tır. O da ha­tır­lar ve îti­râf eder. Allah Teâlâ:

«–Peki bu nîmet­le­re kar­şı­lık ne yap­tın?» di­ye so­rar. O da:

«–İlim öğ­ren­dim, öğ­ret­tim ve senin rı­zân için Kur’ân oku­dum» ceva­bı­nı ve­rir. Ce­nâb-ı Hak:

«–Ya­lan söy­lü­yor­sun! Sen, “Âlim” de­sin­ler di­ye ilim öğ­ren­din, “Ne gü­zel oku­yor!” de­sin­ler di­ye Kur’ân oku­dun. Bun­lar da se­nin hak­kın­da söy­len­di» bu­yu­rur. Son­ra em­ro­lu­nur, o da yü­züs­tü Ce­hen­ne­me atı­lır.

(Da­ha son­ra) Allah’ın ken­di­si­ne her çe­şit mal ve im­kân ver­di­ği bir ki­şi ge­ti­ri­lir. Allah Te­âlâ ver­di­ği nî­met­le­ri ona da ha­tır­la­tır. O da ve­ri­len nî­met­le­ri ha­tır­lar ve îti­râf eder. Ce­nâb-ı Hak:

«–Pe­ki ya sen bu nî­met­le­re kar­şı­lık ne yap­tın?» bu­yu­rur. O şa­hıs:

«–Ve­ril­me­si­ni istediğin ve râ­zı ol­du­ğun hiç­bir yer­den esir­ge­me­dim, sa­de­ce se­nin rı­zâ­nı ka­zan­mak için ver­dim» der. Hak Te­âlâ:

«–Ya­lan söy­lü­yor­sun. Sen, bü­tün yap­tık­la­rı­nı “Ne cö­mert adam!” de­sin­ler di­ye yap­tın. Bu da se­nin için zâ­ten söy­len­di» bu­yu­rur. Em­ro­lu­nur, o da yü­züs­tü Ce­hen­ne­me atı­lır.” (Müslim, İmâre, 152)

Görüldüğü gibi ihlâsın kaybedilmesi, kişiyi, Allah’ın rızâsını ve âhiret mükâfâtını, insanların samîmiyetsiz alkışlarına değişmek gibi bir ahmaklığa sürüklemektedir. Sonuçta ise ne Allah’ın rızâsı elde edilebilmekte, ne de insanların hoşnutluğu kazanılabilmektedir. Çünkü gösteriş için çalışan insanın niyetini, Allah Teâlâ açığa çıkarır ve onu insanlar arasında küçülterek rezil eder.[8] Bir kimsenin riyâkârlığı meydana çıktığında ise, gönüller ondan döner. Diğer taraftan, Allah Teâlâ, riyâkârın herkese göstermek istediği amelini insanlara duyurmak sûretiyle, mükâfâtını basit bir dünya menfaati seviyesine düşürür.

İHLASIN ÖNEMİ

Resûlullah, şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ buyurdu ki: «Ben ortaklara asla ihtiyacı olmayan bir Zât’ım. Kim benim için bir amel işler ve ona başkasını da ortak ederse, onu şirk koştuğu şeyle baş başa bırakırım.»” (Müslim, Zühd, 46)

Yani insana, yaptığı amelin karşılığını Allah’tan değil de, gösteriş yaptığı kimselerden alması söylenir. İnsanlardan bir şey elde etmek ise çoğu zaman mümkün değildir. Olsa bile bu, ilâhî mükâfât yanında hiçbir kıymet ifade etmez.

Bu sebeple Peygamber Efendimiz’in ashâbı, ihlâsa önem verir ve riyâ hususunda titizlik gösterirdi. Ebû Hüreyre Hazretlerinin şu tavsiyesi, ashâb-ı kirâmın riyâdan ne kadar uzak yaşadığını göstermeye kâfîdir:

“Bir kişi oruç tuttuğunda kendisine çeki düzen versin ve saçını başını düzeltsin! Üzerinde orucun tesiri görülmesin!” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 1303)

Dipnotlar:

[1] Riyâ: Gösteriş, bir ameli insanlar görüp takdir etsin diye yapmak. Süm’a: Bir iyilik ve hayrı insanlar işitsin diye yapmak. Ucub: İnsanın kendini beğenmesi ve herkesten üstün görmesi. [2] Hicr 15/39-40. [3] Sâffât 37/40. [4] Yûsuf 12/24. [5] Bkz. Buhârî, İlim, 49; Deavât, 2; Müslim, Salât, 12; Ebû Dâvûd, Salât, 36/527; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 19/1653; Ahmed, I, 63; IV, 16. [6] Buhârî, İmân, 25, 28, 35, 37, 41; Salât, 45, 46; Hibe, 35; Tıb, 31; Müslim, İmâre, 117. [7] Meryem 19/51; Yûsuf 12/24; Sâd 38/45, 46; Zümer 39/11. [8] Ayrıca bkz. Ahmed, II, 162.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

İNSANI CENNET VE CEHENNEME GÖTÜREN NEDENLER

İnsanı Cennet ve Cehenneme Götüren Nedenler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.