Kalplerimizin Saâdet Sermâyesi Nedir?

Kalplerimizin saâdet sermâyesi nedir? Günahların bağışlanması ve Allah'ın sevgisini kazanmanın yolu nedir? Cennete gireceklerin en önemli özelliği nedir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...

Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Rasûlüm, de ki, eğer Allâh’ı seviyorsanız, bana uyunuz; Allah da sizi sevsin, günahlarınızı bağışlasın. O son derece bağışlayıcı, son derece esirgeyicidir.” (Âl-i İmrân, 31)

Demek ki hayatımızda, her anda Sünnet-i Seniyye’yi yaşayabilme…

Yine diğer bir âyette, Ahzâb Sûresi’nde:

“Ey Peygamber! Biz Sen’i hakîkaten bir şâhit (dînin temsilcisi), bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak (îkaz edici olarak) gönderdik.” (el-Ahzâb, 45) buyruluyor.

“Allâh’ın izniyle bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (el-Ahzâb, 46) buyruluyor.

Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bir defa kendisine itaatin gerekliliği konusunda:

“–Ümmetimin hepsi Cennet’e girecektir. Ancak imtinâ edenler müstesnâ.” buyurmuştur.

Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:

“–Cennet’e girmeyi kim istemez ki yâ Rasûlâllah?” dediler. Allah Rasûlü:

–Bana itaat eden Cennet’e girer, kim de bana âsî olursa o Cennet’e girmeyi istememiş demektir.” (Buhârî, İ‘tisâm, 2)

Onun için kardeşler! Namazlarımızı mümkün mertebe cemaatle kılalım. Efendimiz bu hassâsiyet üzerinde çok dururdu. Cenâb-ı Hak:

“…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Mü’minler ictimâîleşecek.

Bir âmâ, Abdullah ibni Ümmi Mektûm:

“–Yâ Rasûlâllah! Benim evim uzak dedi. Gözüm âmâ dedi, beni mescide getirecek kimse yok dedi. Ben evimde namaz kılsam olur mu?”

Efendimiz bir müddet sükût etti.

“–Ne hâlde olursan ol dedi, yine mescide devam et.” buyurdu bir âmâya.

Onun için Sünnet-i Seniyye’nin en başında gelen, kardeşler, namazlarımızı -elhamdülillâh- her yerde ezan sesi var. Hattâ âmâya şunu söyledi:

“–Hayya aleʼs-salâhʼı, hayya aleʼl-felâhʼı duyuyor musun?” dedi.

“–Duyuyorum.” deyince:

“–Ne hâlde olursan ol, cemaate devam et.” buyurdu. (Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 46/552)

Yine buyruluyor, Nisâ 80. âyet;

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَ

“Allah Rasûlü’ne itaat eden Allâh’a itaat etmiş olur.” (en-Nisâ, 80)

Yani Allah Teâlâ’nın muhabbetini kazanmak, affına, mağfiretine, rızâsına nâil olabilmek, ancak Rasûlullah Efendimiz’e ittibâ ile mümkündür.

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor;

لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ

(“Yemin olsun, Allah müʼminlere bol ihsanda bulundu…” [Âl-i İmrân, 164])

Yani büyük bir müjde, en büyük bir lûtuf, Cenâb-ı Hak en büyük lûtuf olarak bu ümmete Peygamber Efendimiz’i lûtfetti. Ve bunun mü’min, idrâki içerisinde olacak.

Fakat tabi bu da tatbikat ister. Yine Cenâb-ı Hak, O’nu üsve-i hasene. Bir insan bir kişiye misaldir, bir karaktere misaldir, iki karaktere, üç karaktere misaldir, bir mesleğe misaldir. Efendimiz ise öyle bir mucize ki, bütün mesleklere misal.

Daha evvel bir kumandan değildi. Fakat en mûtenâ bir kumandan oldu. Kumandanken bile dâimâ bir merhamet tevzî ediyordu.

Daha evvel orada, Mekke’de, bir kütüphane yoktu. Okuma-yazma bilen insan yok kadar azdı. Kimseden okumadı. Fakat öyle bir, Cenâb-ı Hak gönderdi ki, bütün kâinâtı okutacak, bütün kâinâtı terbiye edecek şekilde gönderdi.

Daha evvel bir hukuk yoktu bulunduğu câhiliye devrinde. Hukuk; güçlü istediği gibi gücünü kullanıyordu. Öyle bir hukuk tevzî etti ki, işte Vedâ Hutbesi bir anayasa, değişmez bir anayasa, en muhteşem bir anayasa.

Velhâsıl Cenâb-ı Hak öğretti, Cenâb-ı Hak Rasûlullah Efendimiz’i yetiştirdi. Rasûlullah Efendimiz de ümmetine tevdî etti. Ashâb-ı kirâm da O’nun en güzel bir numûnesidir; nasıl bir câhiliye insanından, bir faziletler medeniyeti inşâ edildi, bir asr-ı saâdet inşâ edildi.

Bundan dolayıdır ki O’nu insan topluluğu içinde acziyet bakımından en alt tabakadan, yetim çocukluktan başlatarak hayatın bütün kademelerinden geçirip, kudret ve salâhiyet bakımından en üst noktaya, yani peygamberlik ve devlet reisliğine kadar yükseltti Cenâb-ı Hak, numûne olarak.

Tâ ki beşer kademelerinin herhangi bir noktasında bulunanlar, O’ndan kendileri için en mükemmel bir, fiilî bir misal, davranış örneği alırlar; istîdatları ve iktidarları nisbetinde de gerçekleştirmeye meylederler.

Yani O, hakka istikâmetin yegâne miyârı…

İslâm’ın gönül feyzini tatmış davetçiler, hidâyete vesîle olmayı O’ndan öğrendi.

Fakihler, Kur’ân ve Sünnet’ten hüküm çıkarmayı O’ndan öğrendi.

Müfessirler Kur’ân’ı anlamayı, Kur’ân’ı idrâk etmeyi O’ndan öğrendi.

Mutasavvıflar Allâh’ın ahlâkı ile ahlâklanmayı O’ndan öğrendi.

Mütefekkirler eşyadaki sır, hikmet ve hakikati anlamayı O’ndan öğrendi.

Şairler varlığın sesli ve sessiz beyanlarına kulak/gönül vermeyi O’ndan öğrendi. Bediî terennümleri Allah Rasûlü’nden öğrendi.

Velhâsıl müslümanlar! Âlemin kemâli insanda, insanın kemâli de Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le buluşmaktadır.

Düşüneceğiz:

Rasûlullah Efendimiz’in yüreğinde ne vardı, benim yüreğimde ne var? Yani aramdaki mesafe ne kadar, ölçü ne kadar?

Zira O’nun gönlünde ne var?

Fânî varlığından sıyrılmış bir hâlde daima dertlilerin ve hastaların yanı başında idi. Bir dertlinin derdi O’nun derdiydi. Bir hastanın ıztırâbı O’nun ıztırâbıydı. Matemli gönüllerin daima civarındaydı. Ümitsizlerin baş ucundaydı.

O, nefsin girdaplarında boğulmak üzere olan insanların imdadına koşan bir gönüldü, bir eldi. Karanlık yolları aydınlatan bir nurdu. Yolunu kaybeden ve şaşıranlara yol gösteren müstesnâ bir kılavuzdu.

Rasûlullah Efendimiz’in muhabbeti, kalplerin en mutlu saadet sermayesidir. Evliyâullâhın sermayesi de budur.

O’nun yüksek sevgisinden mahrum olan kalpler, cihanın da en karanlık bedhahtlarıdır.

Saadetin bahar rüzgârları, O’nun fazilet ufuklarından gelir. O öyle bir kudret haritasıdır ki, O’na vasıl olan her gönül yıldızlaşmıştır. İşte ashâb-ı kirâm.

“Ashâbım yıldızlar gibidir.”  buyuruyor... (İbn-i Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, II, 91)

O’na itaate giren, âyet-i kerîmede buyrulduğu gibi;

اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ “Nimet verdiklerin.” (el-Fâtiha, 7)

Kimler o nîmet verilenler? Peygamberler, sâdıklar, şehidler, sâlihler kafilesine katılan biri, o yolculuğun içindedir. (Bkz. en-Nisâ, 69)

O’nun hayatına baktığımız zaman; O zaten kendisi bir servet dağıtmadı. O’nun insanlara tevzî ettiği; O’nun karakter ve şahsiyeti. Demek ki insanlar daima karakter ve şahsiyete hayrandır.

Kimler vardı etrafında? Köleler vardı, garipler vardı, yalnızlar vardı, kimsesizler vardı. Fakat O’nun, Efendimiz’in o hâlini bir hayranlıkla seyrettiler, O’na râm oldular. Öyle bir râm oldular ki;

“–Canım, malım her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah.” dediler. “Sen yeter ki, Sen bir emret.” dediler. Yakından tanıdılar.

Efendimiz buyuruyor:

“Beni Rabbim terbiye etti ve terbiyemi ne güzel kıldı.” (Süyûtî, I, 12)

Velhâsıl bu fânî cihan, âhiret sonsuzluğu karşısında deryadan bir damla misali… Şu hayatın şaşkın bir yolcusu olmamak, ölümden sonra Cennet yurduna vâsıl olmak isteyen için O, “üsve-i hasene; örnek şahsiyet, örnek karakter”.

Kalbimizin büyük sanatı, en büyük sanatı, Rasûlullah Efendimiz’i okuyabilmektir.

اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ

“Rabbinin adıyla oku…” (el-Alak, 1)

Bu okumanın en mühim satırlarından bir tanesi de, Allah Rasûlü’nü okuyabilmektir. Cenâb-ı Hak buyuruyor Haşr Sûresi’nde, 7. âyette:

“…Rasûl size ne verdiyse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan kaçının. Allah’tan korkun, çünkü Allâh’ın azâbı şiddetlidir.” buyruluyor.

Rabîulevvel Ayı’nın bir ihyâsı da, yani önümüzdeki bu ayın bir ihyâsı da, Efendimiz’e olan “biat”ı tazelemektir. Zira Fetih Sûresi’nde:

“Muhakkak ki Sana biat edenler, (Allah Rasûlü’ne biat edenler) Allâh’a biat etmiştir.” (el-Fetih, 10) buyrulmaktadır. Efendimiz’in yüceliği…

Ashâb-ı kirâm daima Efendimiz’e bir biat hâlinde yaşadı. Akabe’de Efendimiz’i canından daha çok koruyacaklarına dair, ne pahasına olursa olsun İslâm emanetine sahip çıkacaklarına dair biat ettiler Efendimiz’e. O zaman âyet-i kerîme indi:

“Canlarıyla, mallarıyla Cennet’i satın aldılar.” buyruldu. (Bkz. et-Tevbe, 111)

Hattâ dedi sahâbe-i kirâm:

“Ne güzel bir alışveriş yaptık.” dediler. “Canımız, malımız feda olsun.” dediler…

Bedir’de:

“–Yâ Rasûlâllah! Biz hep Sen’in yanındayız. Sen denize girsen biz de arkandan kendimizi denize atarız.” dediler.

Uhud’da Efendimiz’i mahzun gördüler. 70 şehid verdi müslümanlar:

“–Yâ Rasûlâllah! Biz de şehid olmak üzere Sana biat ederiz.” dediler.

Hudeybiye’de yine Efendimiz’i mahzun gördüler. O zaman da:

“–Yâ Rasûlâllah! Sen’in gönlünde ne varsa, Sen’in gönlüne biz biat hâlindeyiz. Yeter ki Sen emret.” dediler.

Bu neyi gösteriyor? Îmânı gösteriyor… Îman; lâyığına muhabbet, müstahakkına nefret…

İşte 1400 sene evvel ashâb-ı kirâm Rasûlullah Efendimiz’e biat hâlindeydi. Yani Allah Rasûlü’nün arzularını severek yerine getiriyorlardı.

Efendimiz Çin’i gösteriyordu, kimi Çin’e gidiyordu. Efendimiz Semerkand’ı gösteriyordu, Semerkand’a gidiyordu. Afrika’yı gösteriyordu, Afrika’ya gidiyordu. Kayrevan’ı gösteriyordu, Kayrevan’a gidiyordu. Ve “Gittiğim yer benim mezarım olsun.” diyorlardı. “Yeter ki Allah Rasûlü’nün gönlünde benim bir yerim olsun.” diyorlardı.

Efendimiz’in Vedâ Haccı’nın sonunda bütün ümmete olan vasiyeti:

“İki emanet bırakıyorum, Kitap ve Sünnet’imdir.” (Muvatta’, Kader, 3)

Yani Kitap yaşanacak, Sünnet yaşanacak. Yani ibadet, muâmelât hayatın her safhasında…

Daima düşünelim; ben ne kadar biat hâlindeyim?

Daima düşüneceğiz; acaba Rasûlullah Efendimiz benim yanımda olsa, benim bu hâlime tebessüm eder miydi? Benim aile hayatıma tebessüm eder miydi? Benim evlât yetiştirmeme tebessüm eder miydi? Ticârî hayatıma tebessüm eder miydi?.. Yani Rabîulevvel Ayı böyle bereketlenir.

Onun için din, belli zamanlara mahsus bir merasim değil, ömürlük bir takvâ hayatıdır. Efendimiz’i nasıl ki Velâdet Kandili’nde anıyoruz, anlamaya çalışıyoruz, O’na yakınlığımızı artırmak için de gayret gösteriyorsak bunu bütün ömrümüze teşmil etmemiz lâzım. Zira Efendimiz’i hatırlamayı belli zanlara hasredip hayatımızın diğer safhalarında O’nu bir kenarda unutursak, o zaman Efendimiz’e muhabbetimizin samimi olmadığını gösterir.

Efendimiz’e yalnız camide, umrede, Kutlu Doğum programlarında, sohbette hatırlayıp da evimizde, iş yerimizde, mektebimizde, çarşı-pazarda unutursak, O’na bağlılığımızda problem var demektir.

Kutlu Doğum merâsimleri, Efendimiz’i anmak ve anlamaya çalışmak, O’na muhabbet ve bağlılığımızı sorgulamak için son derece lüzumlu bir vesîle. Hayatın her safhasında Efendimiz’le kalbî irtibatımızı devam ettirebilmek, O’nun bütün Sünnet’ine ittibâ edebilmek… Bu yalnız namazın sünnetleriyle değil; muâmelat, nezâket, zarâfet vesâire hayatımızın her safhası…

Cuma Sûresi’nin son âyetinde;

“Onlar bir ticaret, eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp giderler. (Yani) O’nu (Rasûlullâh’ı) ayakta bırakırlar…” (el-Cuma, 11)

Bilhassa bu zamanda çok mühim.

“…Allâh’ın yanında bulunanlar, eğlenceden, ticaretten daha hayırlıdır...” (el-Cuma, 11)

Allah’ın yanında bulunmak.

“…Allah rızkı verenlerin en hayırlısıdır.” (el-Cuma, 11) buyruluyor.

Kervan gelmişti Cuma namazı vakti. Kervan gelince tabi o zaman mal da yok, kıtlık var. Herkes kervana koştu. Onun üzerine bu âyet-i kerîme indi.

Enes bin Mâlik anlatıyor:

Bir adam geldi:

“–Yâ Rasûlâllah! Kıyamet ne zamandır?” dedi.

Efendimiz:

“‒Ne hazırladın dedi, kıyamete?”

Adam:

“‒Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini.” cevâbını verdi.

Yani Allâh’ın emrettiği gibi Rasûlullâh’ın Sünnet’i(nde emredildiği) gibi yaşamakla hazırlanıyorum dedi. Bunun üzerine -sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“‒Öyleyse sen sevdiğinle berabersin.” buyurdu. (Müslim, Birr, 163)

Ashâb-ı kirâmı en sevindiren hadîs-i şerîf;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” hadîs-i şerîfi. (Bkz. Müslim, Birr, 163)

Muhabbetle itaat kolaylaşır ve taklit başlar.

Sevban vardı. Bu bir köleydi daha evvelden, sonra herhâlde onu Ebû Bekir Efendimiz âzâd ettirdi. Belki bir dikili taşı bile yoktu. Efendimiz’in sohbetine gelirdi. Evine giderdi, bir hasret yaşardı. Yine Efendimiz’in sohbetine gelirdi.

Bir gün geldi, çok böyle mahzundu Sevban. Efendimiz sordu:

“‒Sevban dedi, seni bu mahzûniyete, seni bu gama sürükleyen nedir?”  dedi. “Bu gamın nedir senin? Niçin gamlısın?” dedi. “Mağmumsun.” dedi.

O da dedi ki;

“‒Yâ Rasûlâllah dedi, Sen’inle o sohbette dedi, hâlden-hâle geçiyorum dedi. Başka âlemlere gidiyorum dedi. Eve gidiyorum, hasret kalıyorum dedi. Düşünüyorum dedi, ya Siz benden evvel intikal edeceksiniz yahut da ben Siz’den evvel intikal edeceğim. Ben bu ayrılığa, bu firâka nasıl dayanacağım? Sonra dedi, Siz peygamberlerle beraber olacaksınız. En üst seviyede olacaksınız. Kim bilir ben nerede savrulup gideceğim orada? Bunu düşündükçe gamım, kederim arttıkça artıyor.” dedi.

İşte o zaman Efendimiz:

“Sevban dedi;

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)

Allah cümlemize Rasûlullâh’ın ahlâkı ile, O’nun ibadeti ile, diğer husûsiyetleri ile O’ndan bir nasip almayı, Cenâb-ı Hak cümlemize ihsan ve ikram eylesin inşâallah…

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.