Kalp Gözleri Kör Olanlar

Haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl oluyor da bunca bürhanlara rağmen döndürülüyorsunuz?

Allah Teâlâ buyuruyor:

“- O gün onların hepsini bir araya toplayacağız. Sonra Allah’a şirk koşanlara; “Siz de, ortaklarınız olan putlar da durun yerinizde!” diyeceğiz. Artık onları birbirlerinden tamamen ayırmışızdır. Şirk koştukları şeyler onlara “Siz dünyâda bize tapmıyordunuz” diyecek.

“Bizimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Biz sizin tapmanızdan şüphesiz ki gafildik, habersizdik.”

Orada herkes evvelden ne gönderdiyse onun imtihanını verecek. Artık hepsi hak mevlâları Allah’a döndürülmüşlerdir. Uydurmakta oldukları şeyler de onlardan ayrılmış ve kaybolup gitmiştir.

“Habibim de ki! Size gökten ve yerden rızık veren kim? O kulaklara ve gözlere mâlik ve hâkim olan kim? Ölüden diriyi çıkaran, diriden ölüyü çıkaran kim? Bütün kâinatı kim idare ediyor? Onlar biraz sonra muhakkak diyecekler ki: “Allah.” De ki: “O halde bu küfrünüzün sizi götürdüğü neticeden korkmaz mısınız? Sünnetullaha uymaz mısınız?

İşte size hak rabbiniz Allah! Artık haktan ayrıldıktan sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl oluyor da bunca bürhanlara rağmen döndürülüyorsunuz?

İşte böylece rabbinin hükmü o fısk edenler üzerinde tahakkuk etmiştir ki: “Onlar iman etmeyeceklerdir.” (Yunus Sûresi, 28-33)

FISK NEDİR?

Fısk: Allah’ın emrini terkedip ona isyân etmek, doğru yoldan sapıp çıkmak mânalarına gelir. Öyle olanlara fâsık denir. Bu kelime Kur’an’da, günâh, mâsiyet, yalan, kötülük ve küfür gibi mânalara hamlolunarak vârid olmuştur. Fısk ya fiilî olur veya hem fiilî hem itikâdî olur. Meselâ, namaz kılmamak, oruç tutmamak Allah’a itaattan çıkmak olduğu cihetle insanı fıska düşürür. Eğer bunda ısrar edilirse kişiyi küfrün hudutlarında gezdirir. Meselâ namazı terkeden bir kimsenin her an küfre kaymak ihtimali vardır. Sahih-i Müslim’deki hadis-i şerifte: “Kişi ile küfür ve şirk arasında namazı terketmek vardır.” buyurulmakla bu hakikat tebeyyün eder. Cenâb-ı Hak İblis’in Âdem’e secde emrinden çıkmasını “fısk” tâbiriyle ifâde buyurmuştur.

Yine âyet-i kerîmede:

“- Eğer onlar seni tekzib ederlerse de ki, Benim amelim bana âit, sizin ameliniz size âittir. Benim yaptığımdan siz uzaksınız, sizin yapmakta olduğunuzdan da ben uzağım.

Onlardan sana kulak verenler vardır. Fakat sağırlara sen mi duyuracaksın? Hele akılları da olmazsa! İçlerinde sana bakanlar da vardır. Fakat körlere sen mi doğru yolu göstereceksin? Hele kalp gözleri de kör olursa!

Muhakkak ki Allah, insanlara hiç bir sûrette zulmetmez. Fakat insanlar kendi kendilerine zulmederler.” (Yunus Sûresi, 41-44)

MANAYI FETHETMEK

Fahr-i Râzi ve Kâdi’nin beyanları vechile bu misillû kimselerin kulaklarında zâhiren bir şey yok ise de, hakikati duymadıkları için sağır menziline tenzil olunmuşlardır. Çünkü hakikatte kelâmı işitmekten maksat o kelâmdan maksud olan mânayı fehmetmek olduğu cihetle, o mânayı fehmetmek istemeyen kimseler, işitmiş olsalar bile işitmiş sayılmadıklarından behâyimden ma’dûddurlar. Zirâ akılları vehimlerinin galebesiyle haleldâr olduğu için onu hüsn-i istimalden âcizdirler. Binâenaleyh ahkâm-ı şer’iyyenin ekserisini akıllarına muhalif gördüklerinden ne kadar deliller getirilse dinlemezler ve dinleseler de intifa’ etmezler. Şu halde behâyimden daha kötüdürler. Çünkü behâyim, çobanın sadasını işitir ve ondan faydalanır. Bunlarda ise o kadar bile intifa’ yoktur.

“- O gün hepsini bir araya toplayacak, sanki onlar gündüzün bir saatinden başka bir müddet eğlenmemişlerdir. Birbirlerini tanıyacaklardır. Bir gün muhakkak Allah’ın huzuruna çıkarılacaklarını yalan sayıp da doğru yolu tutmamış bulunanlar muhakkak en büyük zarara uğramışdır.” (Yûnus Sûresi, 45)

De ki “Ben kendi kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar, ne de bir fayda yapmağa muktedir değilim. Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık bir saat geri de kalamazlar, öne de geçemezler.”

De ki “Ya O’nun, yani Allah’ın azâbı geceleyin yahut gündüzünüz size gelip çatarsa ne yapacaksınız söyleyin! Mücrimlerin acelelerinin sabırsızlıklarının sebebi nedir?”

Bu azâb vakı’ olduktan sonra mı Allah’a imân edeceksiniz? O vakit size: “Şimdi mi imân ediyorsunuz?” denecek. Halbuki siz onun mutlaka gelmesini isteyip duruyordunuz.

Sonra zulmedenlere “Ebedi azâbı tadın!” denilecek. Vaktiyle ne kazanıyor idiyseniz ondan başkasıyla mı cezalandırılacaksınız ki?

O azâp bir gerçek mi diye senden haber isterler. De ki: “Evet Rabbime andederim ki o muhakkak bir hakikattır. Siz Allah’ı bundan âciz bırakacaklar değilsiniz!” (Yûnus Sûresi, 49-53)

Fahr-i Râzi ve Hâzin’in beyânları vechile, âsilerden intikamını almak için Cenâb-ı Hak onları elbette haşredeceğini ve haşrettiğinde o günün dehşetinden onlar dünyada ne kadar çok yaşasalar bile, gündüzden azıcık bir saat yaşamışlar gibi olup hatta birbirlerinden ayrılmamışlardır. Ancak azıcık bir müddet evvel ayrılmış gibi birbirlerini tanıyacaklarını, amellerini heva ve hevese sarfettiğinden dünyada verilen mühletten intifa’ edemedikleri cihetle müddet-i hayatlarını azıcık bir zaman farzederek unutacaklarını Cenâb-ı Hak bu âyetiyle beyân buyurmuş ve mahşerde görecekleri meşakkatle beraber çok duracaklarına nazaran hakikatte dünyanın ömrü az olduğunu bildirmiştir. Hatta müddet-i iftirakları azıcık bir zaman gibi olup birbirlerini tanımalarına bile mâni’ olmaz. Sonra azâbı görünce birbirlerini unuturlar, birbirlerine iltifatı keserler ve yekdiğerinin hâlini sormağa mecâlleri kalmaz. Çünkü herkes kendi başının derdine düşmüştür.

İBRAHİM ETHEM HAZRETLERİ’NİN RÜYASI

İbrâhim Bin Ethem Hazretleri bir gün memleket, nimet ve saltanatı ile sevinmişti. O gün rü’yâsında bir adam gördü. Ona bir mektup verdi. Mektupta şöyle yazılı idi:

“Fâniyi bâkiye tercih etme, mülkünle mağrûr olma, Allah’ın emirlerini yerine getirmeğe davran. Çünkü Allah: “Rabbinizin mağfiret ve cennetine müsaraat ediniz!” buyurmaktadır. (Al-i İmran Sûresi:133)

İbrahim bunu okuyunca korkarak uyandı ve kendini Allah’a ibâdete verdi. Akıl sâhibine gerekir ki, eski ahvâlini iyice düşünüp hatâ ve günahlarından tevbe etsin ve başına musîbet gelmeden evvel tedarikli bulunsun ve Cenâb-ı Hak’tan irtibâtını kesmesin.

Kaynak: M. Sâmi Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 139

İslam ve İhsan

KALP NASIL MUTMAİN OLUR?

Kalp Nasıl Mutmain Olur?

MANEVİ KALP ÇEŞİTLERİ

Manevi Kalp Çeşitleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.