Kalbine Sahip Çık!

Mânevî açıdan kalp, insanın gönül dünyasının merkezini teşkil eden, Rabbanî bir noktadır. İlâhî tecellilerin yansıdığı bir odak olan kalp, aynı zamanda hissiyatın görüldüğü, fikirlerin neşv ü nemâ bulduğu yer, yani dimağdır. O, duygunun, düşüncenin ve hareketlerin merkezi konumundadır.

İnsan, fizîkî anlamda bedenden, mânevî olarak ise ruhtan müteşekkil bir varlıktır. İnsanın şerefi, Rabbinin ona verdiği değerden ileri gelir. Kur’ân-ı Kerim’in ifadesi ile o, “yaratılmışların en şereflisi”, en kıymetlisidir.

İnsanı insan eden unsurların en mühimi ise kalptir. Kalp, insanın yaşaması için oynadığı maddî rolün yanında ve ondan daha ziyade mânevî yönü ile “insanın merkezi, kontrol noktası, mihenk taşı”dır. İnsanın kıymeti, kalbinin mânevî durumuna göre şekil alır, desek yanlış olmaz. Dolayısıyla insanî ve İslâmî değerler açısından kalbin durumu, içinde taşıdığı duygu ve düşünceler; insanın varlık âlemindeki yerini tayin eder.

Mânevî açıdan kalp, insanın gönül dünyasının merkezini teşkil eden, Rabbanî bir noktadır. İlâhî tecellilerin yansıdığı bir odak olan kalp, aynı zamanda hissiyatın görüldüğü, fikirlerin neşv ü nemâ bulduğu yer, yani dimağdır. O, duygunun, düşüncenin ve hareketlerin merkezi konumundadır.

Kalb, lügatta “değişme, çevrilme” anlamına gelmektedir. Kalp kelimesinden türetilmiş olan “inkılâp” kelimesi de “çevrilme, dönüşme” mânâsını taşır. İnsandaki bu hayâtî uzvun, “kalp” ismiyle anılması, “çok kolay çevrilmesinden, etrafından çabucak etkilenmesinden” kaynaklanmaktadır. İşittiğimiz acı bir haber, şahit olduğumuz bir güzellik, kurduğumuz tatlı hayaller, kalbimizin fikir ve his âlemine tesir ettiği gibi, kalbimizi hâlden hâle sokar. Kâh bir anda kanatlanır uçarız, kâh kalbimiz daralır, sıkılır, çaresiz kalırız.

İNSAN KALBİYLE Mİ YOKSA AKLIYLA MI DÜŞÜNÜR?

“İnsan kalbiyle mi yoksa aklıyla mı düşünür?” sorusu, tarih boyunca pek çok zaman sorulagelmiştir. Dinimiz ise, düşüncenin merkezinin de kalp olduğu tespitini yapmıştır. Akıl, kalbin altında ve onun emirleri ve yönlendirmesiyle çalışan alt fonksiyon gibidir. Çünkü insanın aklı, kalbe göre şekil alır, kabiliyetler ve meyiller kazanır. Kalbe göre, elde ettiği bilgi ve tecrübeleri işler, süzer ve hüküm verir. Îmana sebep olan da, küfrü tercih eden de akıldan çok kalptir. Çünkü selîm aklın ve sahih bilginin yolu, her zaman îmana çıksa da, kalp teslim olmadıkça kişi bir türlü hidayete ulaşamaz.

Bu sebeple Rabbimiz birçok âyet-i kerîmede kalbe vurgu yapmış, hisseden, akleden, itminana eren kalpten bahsettiği gibi; hastalıklı, mühürlenmiş, hissiyatını kaybetmiş kalplerden de bahsetmiştir.

Sözlerimizi, Kur’ân-ı Kerîm’deki kalbin husûsiyetlerini anlatan âyetlerle perçinleyelim:

Kalp; idrâkin, anlayışın merkezi ve gerçekleştiği yer,[1] îman ile küfrün, sevgi ile nefretin mahallidir.[2] Bu açıdan kalp hastalanabilir[3], kirlenebilir[4] katı-sert ve kupkuru olabilir[5], içi şüphe[6] , korku[7] ve nifak[8] ile dolu olabilir; mühürlenebilir[9], körleşebilir[10], kilitlenebilir[11], gaflete düşebilir,[12]  sapar, eğrilebilir[13]. O, bu hâliyle imtihan yeri[14] ve bir kazanç yeri[15] dir.

Bunun yanı sıra Allah, kulu ile kalbi arasına girerek ona müdahale eder[16] ve onu hidâyete erdirir[17]. Kalp hastalıklardan, kötülüklerden sâlim bulunabildiği[18]gibi îman[19] ve zikir ile mutmain[20] hâle dönüşebilir. Takvâyı yüklenir[21] , sekîne-vakarı kabullenir[22], rahmet ve yumuşaklık sahibi[23] olabilir. Kısacası, bütün iyilik ve kötülüklerin sahnesi kalptir.

KALP, ALEMİN MANEVİ HARİTASIDIR

Üzerine bu kadar vurgu yapılan bir uzuv olan kalb, insan münasebetlerinde de büyük ehemmiyet arz etmektedir. İnsanlar arasındaki münasebetlerde, belki de ilk mânevî alışverişin yaşandığı nokta, yine kalptir. “Kalben ısınmak”, “kalbi ısınmak” veya “kalpten kalbe yolun olduğuna inanılması” da bunun bir göstergesidir.

Kalbin belki de en ehemmiyetli yönü, bir nazargâh-ı İlahi olmasıdır. “Rabbimizin bizim şeklimize, şemâilimize bakmayacağı, ancak kalplerimize bakıp ona göre değer vereceği” Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tarafından haber verilmiştir. (Bkz: Müslim, Birr, 33; İbn-i Mâce, Zühd, 9)

Aynı zamanda kalp, âlemin mânevî haritasıdır. Öyle ki o kalpte hem yaz olur, hem kış, hem gece olur, hem gündüz… Yine bir kalpte öfke, nefret, kin ve haset hâkim olduğunda fırtınalar eser; muhabbet, şefkat, merhamet ve fedakârlık hisleri gâlip geldiğinde ise, kalp ikliminde tatlı bir meltem hâkimdir.

Kalb, îmanın mahallidir. İmandan mahrum kalpler, mânen kördür. Güneşin önüne kara bulutlar geldiğinde, güneşin görülmediği gibi, kalbin önüne gelen küfür, nifak, isyan, vesvese ve şüphe bulutları, kalbin gerçekleri görmesine engel olur.

İman nurunun yansıdığı bir yer olarak, kalbin bu hakikatleri bilmesi ve hissetmesi “kalb-i selîm” olmasına bağlıdır. Annesinden doğduğu andan itibaren renkleri görmeyen bir insana renkleri anlatmak zor olduğu gibi ya da tat alma duyusunu tamamen kaybetmiş bir kişiye yeni bir meyve-sebzeyi tarif ederken zorlandığımız gibi, selîm olmayan kalpler de, gerçekleri göremez. Îman, ibadet ve zikir gibi lezzetlerin tadını bir türlü alamaz.

TAŞIDIĞIMIZ MÜCEVHERİN DEĞERİNİ BİLELİM

Hâsılı, taşıdığımız bu kıymetli mücevherin her yönü ile değerini bilmemiz lâzım... Kendi kalbimize sahip olmanın en güzel yolu, onu gerçek sahibi olan Allâh’ın emrine âmâde kılmaktır. Kalbin gerçek sahibi, yani muhabbetinin taşınması gereken en yüce varlık ise, Rabbimizdir. Sonra O’nun sevdikleridir. Kalp, Allah’tan ve Allâh’ı sevdirecek şeylerden uzak kaldıkça çoraklaşır, katılaşır, taşlaşır. Ayrık otları bitmeye ve kavuran hoyrat rüzgârlar esmeye başlar. Bu hâl de insanın felaketi demektir.

Kendi kalbimize sahip çıkmamız gerektiği gibi, başkalarının kalbine de hürmet ve dikkat etmemiz gerekir. Meselâ bir kardeşimizin kalp ayarını bozacak hareketlerden, sû-i zanna sebep olacak tavırlardan kaçınmak gerekir. Bu, hem ona, hem de kendimize yapacağımız bir iyiliktir. Aynı şekilde Allah katında yüce bir kıymeti bulunan kalbi incitmemek kadar kalben incinmemek de geniş gönüllü bir mü’min olma kıvamı gerektirmektedir.

Zaman, kalbe, kalplerimize sahip çıkma, başka sevdaların oraya yuvalanmasına müsaade etmeme zamanıdır.  Her türlü menfi taarruzlara mâruz kalan kalbin, selîm bir kalp olması, itmi’nana eren bir kalp olması, elbette zordur ve emek ister. Bu yüzden yarın Rabbimiz:

“-Bize ne getirdin?” diye sorduğunda, verebileceğimiz en büyük ve en güzel cevap:

“-Yâ Rab! Senin için o kirli dünyadan bir kalb-i selîm getirdim!” diyebilmektir.

Rabbimiz, bize bu büyük bahtiyarlığı nasip buyursun. Âmin.

DİPNOTLAR

[1] el-A’raf, 179; el-Hac, 46

[2] el-Hucurât, 14; en-Nahl, 22.

[3] el-Bakara,10.

[4] et-Tevbe, 125; el-Mâide, 41.

[5] el-Hac, 53; el-Bakara 74.

[6] et-Tevbe, 45.

[7] Âl-i İmrân, 151.

[8] et-Tevbe, 77.

[9] el-A’râf, 101; el-Mü’min, 35.

[10] el-Hâc, 46.

[11] Muhammed, 24.

[12] el-Kehf, 28.

[13] Âl-i İmrân, 8; es-Saf, 5.

[14] el-Hucurât, 3.

[15] el-Bakara, 225.

[16] el-Enfâl, 24.

[17] et-Tegâbun, 11.

[18] eş-Şuarâ, 89; es-Saffât, 84.

[19] en-Nahl, 106.

[20] er-Ra’d, 28.

[21] el-Hac, 32.

[22] el-Fetih, 4.

[23] el-Hadîd, 24.

Kaynak: Şefika Meriç, Şebnem Dergisi, 155. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Bilim bunların beyinde gerçekleştiğini idptladı.

    Bilim hunların beyinde gerçekleştiğini idptladı.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.