Kalbimizi Çürüten Nefsani Özellikler

Hangi duygular insanın kalbini bozar? Bu duygular neden kaynaklanır? İşte kalbimizi çürüten, manevi yönümüzü bozan nefsani özellikler...

İnsan ruh, beden ve nefisten oluşan bir varlıktır. Bedenimiz toprak âleminden ruhumuz ise emir âlemindendir. Ruhun bedende bulunduğu merkez ise kalptir, kalp bir tarafı toprak âlemine, bir tarafı da ilahi âleme bakan en kıymetli organımızdır. Bizim kul olarak vazifemiz hem beden hem de ruh sağlığımızı korumamız, onların ihtiyaç duyduğu gıdaları vermemizdir. Günümüzde beden sağlığını koruma hususunda tıp ilmi son derece gelişmiştir, buna karşılık manevi yönümüz olan ruh ve kalp ile ilgili bilgilerimiz ihmal edilmiş, bu organlarımızın korunması konusunda tembellik baş göstermiştir.

Allah Teâlâ ruh ile alakalı olarak Kitab-ı Keriminde “Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar, de ki: «Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.” (İsra, 85) buyurur. Bununla beraber bu az bilginin çoğu vahiy yoluyla Müslümanlara verilmiş Müslümanlar arasında da sufiler bu konu üzerinde derinleşmişlerdir. Çünkü sufiler vahiy ve sünnet bilgisinden aldıkları ruh ile alakalı bilgileri tefekkür ve tezekkür ile daha da artırmış, zevk haline getirmişlerdir. Bu sebeple biz bu yazımızda insanın maneviyattan uzak düşerek çürümesinin sebeplerini sufilerin gözü ile tarif etmeye çalışacağız. Hangi duyguların kalbi çürüttüğünü ve insanı bozduğunu ve bu duyguların neden kaynaklandığını incelemeye gayret edeceğiz.

KALP HASTA OLDU MU NE OLUR?

Peygamberimizin ifade ettiği üzere insanda kalp hasta oldu mu diğer tüm azalar da hasta olacaktır. Bu sebeple kalbin hasta olup çürümekten korunması son derece önemlidir. Zira kalp yani ruh gücünü kaybederse insan bedeninde nefis hâkim olacaktır. İmam Rabbani, Mektubatında nefsin özelliklerini detayı ile anlatır. İlahi çağrıya kulak tıkayan, kendisini manen zehirli gıdalarla besleyerek çürüten, ruhun rehberliğinden mahrum kalan nefse nefs-i Emmare adı verir. Ona göre nefsi bu hale düşüren hastalıklar şunlardır:

“İnsandaki nefs-i emmârede makam ve lider olma sevgisi vardır. Onun bütün hedefi akranlarından üstün olmaktır. Bütün mahlûkatın kendisine muhtaç olmasını, kendi emir ve yasaklarına uymasını ister. Kendisi ise başkalarına muhtaç olmayı, başkasının emri altında bulunmayı istemez. Bu (nefsin) ilâhlık davasıdır ve benzersiz olan Hak Teâlâ’ya ortak olma isteğidir. Hatta o kötü nefs Allah’a ortak olmaya bile razı değildir. Ona da hükmetmek ister. Her şeyin kendi emri altında olmasını ister. Hadis-i kutside şöyle rivayet edilmiştir: “Nefsine düşman ol, çünkü o bana düşman olarak karşıma dikilmiştir.” (Mektubat, c.I, 52. Mektup)

NEFSİN KİBİR YAPMASI

Nefis kibirli olduğu için Allah Teâlâ’nın varlığına birliğine, onun gücüne kudretine kısaca ilahi olan her tür emre karşıdır. Nefis Rabbinin varlığını inkâr etmese bile günahların en büyüğü olan şirki işleme konusunda son derece pervasızdır. Özellikle günümüzde Kuran ahkâmını beğenmeyen ve bunları sabah akşam eleştirenler kendilerini farkına varmadan ilahlık makamına koymaktadırlar. İnsan fıtratını onları yaratan Allah Teâla değil de kendilerinin daha iyi bildiklerini iddia etmektedirler.

İmam’a göre kendi Yaratıcısına ortak koşmaktan çekinmeyen nefis bu üstünlük davasını kendi cinslerine karşı onlara tahakküm etme isteği ile gösterir. Demek ki bir insanda kalp çürümüş ise bu insan tüm insanları kendine köle yapmaya, onlara tam bir tahakküm ile kontrol etmeye gayret edecektir. Nitekim insanlık tarihinde Firavun olmak üzere nice zalimler ve diktatörler kendilerine ilahlık mertebesini layık görmüşlerdir. Kendisine ilahlığı layık gören nefis ilginçtir ki başka nefislere ancak köleliği layık görmektedir. Bu sebeple insan nefsini zaptu rapt altında tutumalı onun ilahlık hevesine yardım edecek dünyevi imkânları ona vermemelidir. Bu sebeple sufiler özellikle zayıf karakterli insanlara dünyevi imkânlardan, makamlardan uzak durmayı tavsiye etmişlerdir. Nasıl ki bitkiler için en elzem gıda olan su fazlaca verildiğine bitkileri çürütüyorsa dünya malı ve makamlar da manevi terbiye almamış kimseleri zamanla çürütecektir. Bu sebeple Hz. Mevlana Nefsin isteklerini yerine getirmeyi yangına odun atmaya benzer, her bir istek yerine getirildikçe nefsin arzu ateşi daha da yanacak, lisan-ı hal ile daha yok mu daya yok mu diye sahibini isyana sevk edecektir.

MÜMİNLERE GÖRE KALBİN TASFİYESİ

Bununla beraber sufilere göre kalbini tasfiye etmiş kimselere dünya malı zarar vermez. İmam’ın ifade ettiği üzere kalbi sağlam olanların elinde mal ve makam ancak müminlere hizmet içindir:

Evet, salih müminin elinde salih mal ne güzeldir ama bu salaha ulaşamayanlar için dünyevi imkânlar büyük bir imtihan vesilesidir. “Nefsin arzularının yerine gelmesine yardımcı olduğu için alçak dünya Allah tarafından sevilmez ve lânet edilir. O halde her kim düşmana yardım ederse mutlaka lâneti hak eder. Fakirlik, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in iftihar vesilesi olmuştur. Çünkü fakirlikte nefsin arzularına ulaşamaması ve acizliğin oluşması durumu vardır.

İmam Rabbani bu sözleri ile dünyevi imkânları mutlak olarak kötü görmemektedir. Onun korkusu dünya suyunun kalp ağacını çürütmesidir. Eşrefoğlu Rumi’nin şu sözleri ile ifade ettiği üzere yerinde kullanılan imkânlar kalbi çürütmez aksine ona ebedî saadeti kazandırır: “Dünya malı merdivene benzer insan onunla kuyuya da iner, köşklere de çıkar. Mescit, köprü yaptırmak, borçluları kurtarmak ahirette cennet köşklerine çıkmak demektir. (s.84)

KALBİMİZİ ÇÜRÜTEN NEFSANİ ÖZELLİKLER

İmam Gazali de insan kalbini çürüten nefsani özellikleri 4 ana başlık altında inceler, bunlar behimiyyet, subuiyyet, şeytaniyyet ve rububiyyetir. Behimiyyet nefsin hayvanlar gibi sadece mide ve ferç zevkine önem vermesi, tüm hayatını bu zevkler peşinde harcamasıdır. Subuiyyet imam Rabbânî’nin ifade ettiği üzere herkesi kontrol etme arzusu ve bunu başaramadığında insanlara yaptığı düşmanlık ve eziyet verme duygusudur. Şeytaniyet ise nefsin menfeat elde etmek için herkesi kandırmayı göze alması, yalancılığı, dolandırıcılığı kendisi için mubah görmesidir. Kalbi çürüten dördüncü hastalığın ismi rububiyet yani insanı rab olmaya özenmesidir. Yukarıda İmam Rabbani nefsin bu özelliğini Allaha şirk koşmak olarak ifade etmiş idi.

Netice olarak tüm Allah dostları insan kalbini çürüten zehirli tohumların nefiste yattığını bizlere bildirmiş, bu hastalıkların tedavilerini de bizlere tarif etmiştir. Behimiyyetin çaresi kılleti taam, kılleti kelam ve kılleti menamdır, yani nefsin ihtiyaçlarını aşırıya gitmeden vermektir. Subuiyyetin çaresi affetme ve tevazudur, şeytaniyetin çaresi sıdk ve doğruluktur. Rububiyyetin çaresi ise Hak huzurunda secdeye vararak kul olduğumuzu sık sık hatırlamaktır. İmam Rabbani kalbi hastalıklardan kurtulmak için bizlere İslam’ın farzlarını severek yapmamızı, haramlarından da kaçmamızı tavsiye eder. Bundan sonra yapılması gereken en önemli husus ise Allah’ın zikri ile meşgul olmak ve kalbin pasını gidermektir. İmam şöyle der:

“Hulâsa, nefs kötülüklerden arınmadığı ve büyüklük sevdasından temizlenmediği sürece kurtuluşu imkânsızdır. Ebedî ölüme yol açmaması için bu hastalığın giderilmesi zaruridir. Dışımızdaki ve içimizdeki sahte ilahları yok etmek için vaz edilen “Lâ ilâhe illallâh” kelime-i tevhîdi nefsi temizleme ve arındırma konusunda en faydalı ve en uygun olan şeydir. Tarikat büyükleri nefsi arıtmak için bu kelimeyi tercih etmişlerdir.”

KALBE ZİKİR GİRERSE NE OLUR?

Eroğlu Nuri hazretlerinin de ifade ettiği gibi bir kalbe zikir girer ise orda Allah Teâlâ dışında tüm masivayı yakacak ve orayı tertemiz kılacaktır. Bu şekilde nefis, emmarelikten kurtulur ve mutmainne makamına ulaşır. İlginçtir ki nefsi emmareye zarar veren her şey bu aşamadan sonra sufiye fayda verir. Zira tüm imkânları, rızıkları ve makamları ona vasıl olmak için rahatça kullanacaktır. İmam bu durumu şu sözleri ile ifade eder:

“Gerçi emmâre halindeki nefse itiraz edilmesi makbuldür. Ancak mutmainne seviyesine ulaşmış nefse itiraza yer yoktur. Zira bu mertebedeki nefis Hakk Sübhânehû’dan razıdır ve Hak Sübhânehû da ondan razıdır." (Mektubat, c.I, m.101)

İmam’ın bu sözleri “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla itminana erer.” (Rad, 28) ayetinin tefsiri mahiyetindedir. İtminana erişen kalp, zikir zırhı ile her tür tehlikelerden korunmuş olmaktadır. Artık böyle bir nefis Rabbinin emirlerine boyun eğecek, sahibine ancak iyiliği ilham edecektir.

Unutmayalım ki insan kalbine önem verir onu hastalıklardan korur ise meleklerden bile üstün bir varlık olur, bunun aksine kendini nefsani arzulardan arındırmaz ise hayvanlardan bile daha aşağı bir derekeye düşer. Rabbimizden niyazımız, zikir ile her tür kalbi hastalıklardan kurtulmayı bizlere nasip etmesidir.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Altınoluk Dergisi, Sayı: 386

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.