Kabir ve Türbe Ziyaretlerinde Yapılmaması Gerekenler

Kabir ve türbe ziyaretlerinde yapılan yanlışlar neler? Kabir ve türbe ziyaretlerinde yapılmaması gerekenler...

Kabir ve türbe ziyaretlerinde yapılan bazı yanlışlar:

  • Mezarın veya türbenin yanındaki bir şeye çaput bağlamak, taş yapıştırmak, para atmak, tuz serpmek, bahçesinde veya eşiğinde kurban kesmek, mum yakmak, mezardaki ölüden dilekte bulunmak, kabir ziyaretlerinde yapılan yanlışlardandır.
  • Mezarlara çaput bağlama hurâfesi, Şamanizm’e âit unsurlardan biridir. Şamanistlerin inancına göre; her dağın, her pınarın, göl ve ırmakların, büyük ağaç ve kayaların “İzi” denilen sahipleri vardır. Bu “İzi’ler, kişiden kurban isterler. Kurban sunmayanlara zararları dokunur. Fakat bu ruhlar çok kanaatkârdır. Bunları, bir paçavra parçası, bir tutam at kılı, hattâ kurban niyetiyle atılan bir taş parçasıyla bile tatmin etmek mümkündür.

İşte mezarlara çaput bağlama, bir şeyler atma hurâfesi bu tür bâtıl inançlardan doğmuştur. Maalesef bu bâtıl akîdelerin izleri, câhil kişiler arasında hâlen görülmektedir.

Îtikāda taalluk eden bu nevî hurâfelerden sakınma hususunda gereken hassâsiyeti göstermemek, kulu âhirette büyük felâketlere dûçâr eder. Zira tevhîd akîdesinin en ufak bir ortaklığa dahî tahammülü yoktur.

Selmân-ı Fârisî Hazretlerinin naklettiği şu ibretli hâdise, bu meselenin ciddiyetini ortaya koymaya kâfîdir:

“Bir kişi bir sinek yüzünden Cennet’e girdi. Diğeri de bir sinek yüzünden Cehennem’e atıldı. Önceki ümmetlerden iki kişi, puta tapan bir kavme uğramışlardı. Onların yanına kim gelirse mutlakâ putlarına kurban kestirirlerdi. Gelenlerden birine:

«‒Bir şey kurban et!» dediler. O:

«‒Yanımda bir şey yok.» dedi.

«‒Bir sinek bile olsa kurban et!» dediler. O da bir sinek kurban edip geçti ve Cehennem’e müstahak oldu.

Diğerine de:

«‒Bir şey kurban et!» dediler. O ise:

«‒Ben Allah’tan başka kimseye kurban kesmem!» dedi. Onu şehît ettiler. O da Cennet’e girdi.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 203)

  • Mezarlarda mum yakmak da ateşe tapanlardan kalma bir âdettir.
  • Sâlihlerin kabirleri etrafında Kâbe’yi tavaf eder gibi dönmek,
  • Türbe kapılarına ev, araba, çocuk gibi dünya hayatında sahip olmak istenilen şeylerin resmini çizmek,
  • Türbelerden şifa bulmak maksadıyla toprak almak, oralara madenî paralar atmak veya para yapıştırmak,
  • Türbeleri öpmek, el sürmek, eğilerek girmek ve bu sûretle herhangi bir müşkülünün hâllolacağına veya murâdının gerçekleşeceğine inanmak da îman bakımından mahzurlu davranışlardır.

TEVESSÜL ETMEK CAİZ Mİ?

Unutulmamalıdır ki, insan âcizdir. Herkes ve her şey Allâh’a muhtaçtır. Şayet kabri ziyaret edilen bir kişinin sâlih bir Müslüman ve Allâh’ın sevdiği bir kulu olduğu düşünülüyorsa, onun hürmetine Cenâb-ı Hak’tan talepte bulunmakta bir beis yoktur. Yani o sâlih zâtı vesîle edinmek sûretiyle (tevessül yoluyla) Cenâb-ı Hakk’a ilticâ edilebilir, lâkin aslâ ölünün kendisinden bir şey istenemez.

Hazret-i Ömer, halîfeliği zamanında kuraklık olunca, Peygamber Efendimiz’in amcası Hazret-i Abbas’ı yanına alıp yağmur duâsına çıkmıştır. Onu vesîle edinerek Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvarmıştır:

“Allâh’ım! Peygamberimiz ile Sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (Şimdi ise) Peygamberimiz’in amcası ile Sana tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!”

Bunun üzerine yağmur yağmış ve insanlar suya kavuşmuştur. (Buhârî, İstiskā, 3)

Hakîkatte yardım edip talepleri yerine getiren ve niyazları işiten, yalnızca Allah Teâlâ’dır. Her şeyin asıl sahibi Cenâb-ı Hak olduğu hâlde, O’ndan niyazda bulunurken sevdiklerini vesîle edinerek duâya makbûliyet kazandırmaya çalışmanın bir mahzuru yoktur.

Lâkin bazı kimselerin, sâlihlerin gıyâbında veya kabirlerini ziyaret esnâsında; “Ey filân zât! Bana şifâ ver! Benim şu ihtiyacımı gider!” gibi sözlerle doğrudan doğruya kendilerinden talepte bulunmaları, -Allah muhâfaza buyursun- şirke kapı aralayabilecek olan, son derece yanlış bir davranıştır.

Şüphesiz bu tür ifâdeler için birtakım te’viller yapılabilirse de, gâyet hassas olan tevhîd akîdesinin özünü zedeleyebilecek bu ve benzeri câhilâne davranışlardan şiddetle sakınılmalıdır. Müşküllerin bertaraf edilmesinde, kâinâtın sevk ve idâresinde, Allah’tan gayrısının mutlak tasarrufunun bulunabileceği intibâını veren bu nevî ifâdeler aslâ kullanılmamalıdır.

Gaflet veya cehâletleri sebebiyle ucu şirke varan davranışlarda bulunanları îkaz etmek de, her müʼminin vazifesidir. Fakat bu husustaki aşı­rı­lık­la­ra karşı çıkmak adına, İslâmî edebe riâyetle yapılan ka­bir zi­ya­re­tleri­ni de “şirk” sa­ya­cak ka­dar ile­ri gi­den­ler, bu hatânın bir benzerini ter­sin­den or­ta­ya koy­muş olmak­ta­dırlar.

İs­lâm, her me­se­le­de ol­du­ğu gi­bi, ka­bir zi­yâ­re­ti hu­su­sun­da da îti­dâli esas al­mıştır. Pey­gam­ber Efendimiz ve as­hâbının söz ve fiilleri, bu hu­sus­ta if­rat ve tef­ri­te kaçmadan na­sıl dav­ra­n­mak ge­rek­ti­ği­nin en güzel örneğidir. Zira sahâbe efendilerimiz, neyin “şirk” neyin “tevhid” olduğunu elbette bizden çok daha iyi bilen kimselerdi.

Şu hâdise, kabir ziyaretlerini “şirk” sayacak kadar ileri gidenlere çok mânidar bir cevap mâhiyetindedir:

Bir gün Emevî halîfelerinden Mervan bin Hakem; yüzünü Resûlullah Efendimiz’in kabr-i şerîfinin taşına koymuş bir kişiyi gördü ve yakasından tutarak:

“–Sen ne yaptığını sanıyorsun?” dedi.

O zât başını çevirince bir de baktı ki, bu kimse Ebû Eyyûb el-Ensârî imiş. O Peygamber âşığı sahâbî şöyle cevap verdi:

“–Ben ne yaptığımı biliyorum. Ben Resûlullah’a geldim, taşa gelmedim. Resûlullah’ın şöyle buyurduğunu işittim:

«Dîni ehil olanlar üstlendi mi, dîn için kaygılanma; ancak ehil olmayanlar dîni tedvîre başladılar mı, dîn için ne kadar endişelensen ve ağlasan yeridir».” (Ahmed bin Hanbel, V, 422; Hâkim, IV, 560/8571; Heysemî, V, 245)

Dolayısıyla, kabir ziyaretlerinde âdâbına riâyetle yapılan “tevessül”ü şirk saymak yersizdir. Şirk olan; tevessül eden kişinin, vesîle edindiği kimseyi, Allah Teâlâ gibi bizzat fayda veya zarar verebilecek bir mevkîde görmesidir. Bu sebeple, tevessül eden kişi, kendisiyle te­vessül edilen zâtın, sadece Allâh’ın izni ve dilemesiyle bir hayrın celbine veya bir şerrin def’ine vesîle olabileceğini bilmelidir.

Velhâsıl, kabir ve türbe ziyaretlerinde İslâmî hassâsiyetleri titizlikle gözetmeliyiz. Îmânı zedeleyen hatâların yaygınlaşmasına hizmet etmekten sakınmalıyız. Mü’minler olarak her hususta ailemize ve çevremize doğru bir İslâmî anlayışın ne olduğunu anlatmalı, Resûlullah Efendimiz’in sünnetine muvâfık bir hayat yaşamaya gayret etmeliyiz.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KABİR HAYATI

Kabir Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.