Kabe İle İlgili Bilmeniz Gereken 13 Şey

Yeryüzünün incisi Müslümanların kalbi olan Kâbe ile ilgili bilmeniz gereken 13 şey...

“Hürmetli mescid” mânâsına gelen “el-Beytü’l-Haram” yani Kâbe; dünyada eşi benzeri olmayan en önemli ve en mukaddes mâbeddir. Bütün Müslümanların ibadet için yöneldikleri ve birleştikleri yegâne mukaddes bölge olduğu gibi, Ortadoğu’nun ve İslâm Âlemi’nin de mânevî merkezidir.

Mâbed ve bulunduğu bölgeye; “el-Beytü’l-Haram”, “el-Beytü’l-Muharram”, “el-Mescidü’l-Haram” gibi isimler verilmiştir ve müslüman olmayan kimselerin bu mukaddes sahaya girmesi yasaklanmıştır.

Rivâyete göre, Allâh’ın yeryüzünü yaratmadan önce var ettiği ve temelleri yerin yedi kat altına kadar uzanan mukaddes bir beldedir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Kâbe’yi gördüğü zaman:

“-Ey Allâh’ım!.. Bu beytin şerefini, hürmetini, heybetini artır. Hac ve umre yapanların da şerefini, din gayretini, azametini ve cömertliğini ziyâde et!” diye duâ ederdi.

1- ALLAH'IN HÜRMETE LAYIK EVİ

Allah Teâlâ, Beyt’i hakkında şöyle buyurur:

 “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe)dir. Orada apaçık nişâneler ve Makâm-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, emniyette olur. Oraya gitmeye gücü yetenlerin haccetmesi, Allâh’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.) (Âl-i İmrân, 96-97)

“Allah, Kâbe’yi, o hürmete lâyık evi, haram ayı,  hac kurbanını (ve kurbanın boynuna asılan) gerdanlıkları (maddî ve mânevî yönlerden) insanların belini doğrultmaya sebep kıldı…” (el-Mâide, 97)

2- MÜSLÜMANLARIN BİRLEŞME VE KIBLE MEKÂNI

Kâbe, Müslümanların birleşme ve kıble mekânları olduğu gibi, İslâmiyet’ten önce de şehir devletinin önemli bir merkezi idi. Bir nevî toplantı yeri idi; savaş, barış, düğün vb. önemli her mesele burada görüşülür, karara bağlanırdı. Buraya herkes değil, yalnızca şerefli kabilelerin kırk yaşından büyük olan seçkin liderleri katılabilirdi. Bütün kabileler, Kâbe’ye hizmetle şereflenmek için vazife üstlenirler ve onu en güzel şekilde yapmak için yarışırlardı. Bu vazifelerden bazıları şunlardır:

Sidâne: Kâbe’nin perdedarlığı, anahtar koruyuculuğu ile hâciblik vazifesi idi. Bu vazifeyi yürütmek, en büyük şeref sayılırdı.

Sikâye: Mekke’ye gelen hacılara tatlı su sağlama ve Zemzem kuyusu ile ilgilenme vazifesi idi.

Ridâne: Mekke’ye gelen hacıların fakirlerine yemek ikrâm etmek, onları barındırıp ağırlamak vazifesine verilen ad idi.

3- KÂBE’NİN KADÎM TARİHİ

Kâbe’nin tarihi, ilk insan Hazret-i Âdem’le birlikte başlamaktadır. Rivâyetlere göre, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve zevcesi Havva Vâlidemiz; Cennetten çıkarıldıkları vakit, yeryüzünde Arafat’ta buluşup şöyle duâ etmiştir;

 “Allâh’ım, işlediğimiz hatadan sonra bizi yeryüzünde buluşturdun. Sana şükür ve tâatte bulunmak üzere, Cennette etrafında tavaf ettiğimiz nurdan sütunu bize bahşet!”

Bu duâ üzerine Allah Teâlâ, bu sütunu yeryüzüne indirmiş ve Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- ve Havva Validemiz, onun etrafında tavaf etmek sûretiyle şükür ve ibadette bulunmuştur. Sonraki yıllarda bu sütun kaybolmuş, yerine “siyah bir taş” (el-Hacerü’l-Esved) kalmıştır.

Yine rivayetlere göre, zaman içerisinde Hazret-i Şît -aleyhisselâm- tarafından bu sütunun bulunduğu yere “küp şeklinde” bir bina yapılmış; “Siyah Taş”, bu binanın yanında özel bir yer inşa edilmek sûretiyle buraya yerleştirilmiştir.

Hazret-i Nuh -aleyhisselâm- zamanına kadar bu yapı korunmuş, ibadet makamı olarak kullanılmıştır. “Nuh tufanı” sırasında tamamen kumlar altında kalan Kâbe, yıllar sonra Allah Teâlâ tarafından vazifelendirilen Hazret-i İbrahim ve oğlu Hazret-i İsmail -aleyhimesselâm- tarafından yeniden inşâ edilmiştir.

Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- zevcesi Hacer ile evlâdı İsmail’i alıp Mekke’ye gelmiştir. Gayr-i meskûn olan bu bölgeye onları yerleştirip zaman zaman gelerek onları ziyaret etmiştir. Oğlu İsmail -aleyhisselâm- otuzlu yaşlara girdiğinde Allâh’ın kendisine bir “beyt”, “mâbed” yapmasını emrettiğini söyleyerek Kâbe inşaatına başlamıştır.

İbn-i Haldun’un ifadesine göre, bu mâbed, Hazret-i İsmail -aleyhisselâm-’ın annesi ve kendisi için yapmış olduğu evin taş ve duvarla çevirdiği avlusuna yapıldığı bildirilir. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, Kâbe’nin yapımında Mekke’yi çevreleyen dağlardan getirilmiş taşlar kullanmıştır. İnşâ işini Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm- yapmış, oğlu İsmail -aleyhisselâm- da ona taş taşımıştır.

Kâbe’nin duvarları yükselince, İbrahim -aleyhisselâm- inşaata devam edebilmek için ayağının altına iskele vazifesi görecek bir taş almış, inşaata bu şekilde devam etmişti. Hâlen Kâbe’nin yakınında bulunan “Makâm-ı İbrahim” bu taştır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burası hakkında şöyle buyurur:

“Hacerü’l-Esved ile Makam-ı İbrahim, cennetten gönderilen yakutlardandır. Allah onların parlaklığını yok etmiştir. Şayet o iki taşın parlaklığını söndürmeseydi, doğudan batıya her şeyi aydınlatırdı.” (Tirmizî, Hac, 49)

4- HAZRET-İ İBRAHİM’DEN SONRAKİ İNŞÂ FAALİYETLERİ

Kâbe-i Muazzama zamanla sel ve yangın gibi çeşitli sebeplerle harap olmuş, defalarca yenilenmiştir. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’dan sonra sırasıyla Amâlikalılar, Cürhümlüler, Kusay b. Kilâb tarafından tâmirat görmüştür. Son olarak, Milâdî 607-608 yıllarında, (Peygamber Efendimiz 35 yaşlarındayken) Kureyşliler tarafından yeniden elden geçirilmiştir.

Kâbe’nin dört duvarının yapımı, kabileler arasında paylaştırılmış; her kabile kendilerine bırakılan kısmı inşâ ettirmiştir. İnşaat sırasında Hacer-i Esved’in yerine konması büyük bir şeref telâkkî edildiği için kabileler arasında sürtüşmeye sebep olmuş ve neticede taşın yerleştirilmesi, Kâbe’ye ilk gelecek kişinin hakemliğine bırakılmıştı. O anda Kâbe’ye ilk gelen kişi, daha peygamberlik verilmemiş Muhammedü’l-Emîn olmuş; O da bu mübarek taşı bir beze koydurup kabile reislerinin bezin ucundan taşıması sûretiyle yerine götürülmesini tavsiye etmişti. Taşı da kendisi bizzat elleriyle Kâbe duvarına yerleştirmişti.

5- ABDULLAH BİN ZÜBEYR’İN İNŞÂSI

682 yılında Emevî halifesi Yezid bin Muâviye, bir grup müslüman tarafından seçilen Abdullah bin Zübeyr üzerine asker göndermiş; emîn bölge olan Kâbe’ye sığınan Abdullah -radıyallâhu anh- ve beraberindekilerin mancınıkla taşa tutulması sebebiyle Kâbe yanmış ve tahrib olmuştu.

Yezid bin Muâviye’nin ölümüyle kuşatma sona erdikten sonra, Abdullah bin Zübeyr Kâbe’yi tekrar yenilemiştir. Yenileme sırasında Kâbe’nin direklerini altınla yaldızlattığı, kapıların yüzlerini altın levhalarla kaplatıp anahtarlarını da altından yaptırdığı rivâyet edilmektedir.

Bu tâmirattan sonra günümüze kadar daha pek çok kez elden geçirilmiştir. Bugünkü bina, Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından yaptırılmıştır.

6- KÂBE-İ MUAZZAMA

Beytü’l-Haram, 17 metre yükseklikte, dört köşeli bir binadır. Mekke civarından getirilen bazalt taşlarıyla yapılan Kâbe’nin duvarında, muhtelif ebatlarda 1614 adet taş bulunmaktadır. Doğu ve güney duvarları arasındaki köşede “el-Hacerü’l-Esved” vardır.

Kâbe’nin dört köşesine “Rükn” denir. Şam’a karşı olan köşeye “Rükn-i Şâmî”, Bağdat’a karşı olan köşeye “Rükn-i Irâkî” denir. Rivâyete göre, İbrahim -aleyhisselâm- Kâbe çamurunu bu köşeden almış ve Cebrâil -aleyhisselâm-, namaz farz olunca kılma şeklini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e burada öğretmiştir.

Yemen tarafında olan köşeye “Rükn-i Yemânî” denilir ki, burası “Hacerü’l-Esved”den bir önceki rükündür. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in burayı da selâmladığı rivâyet edilir. Dördüncü köşeye de “Rükn-i Hacerü’l-Esved” denir.

7- KÂBE-İ MUAZZAMA’NIN İÇİ

Araştırmacı seyyahların verdiği bilgilere göre, Kâbe-i Muazzama’nın duvarının kalınlığı 6 karıştır. Binanın zemini, beyaz mermerle döşenmiş, duvarları renkli mermerlerle kaplanmıştır. Beytin içinde kuzey tarafında yere batırılmış uzunca kırmızı mermer bir levha vardır. Bu mermer levha üzerinde Peygamber Efendimizin namaz kıldığı bildirilir.

Beyt’in batı tarafında 6 tane gümüşten yapılmış mihrab vardır. Bunlar, duvara altın ve gümüşle kaplanmış mıhlarla mıhlanmıştır. Kâbe’nin dört duvarı içten tavana kadar nakışlarla bezenmiş, duvar yüzeyinin pek çok yeri altınla kaplanmıştır. Her köşede iki tahta parçası gümüş çivilerle duvara mıhlanmıştır. Bu tahtaların, Nuh -aleyhisselâm-’ın gemisinin tahtaları olduğu bildirilir.

Kapıdan girince sağ köşede bir merdiven bulunmaktadır. Bununla Kâbe’nin damına çıkılır. Merdiven üzerinde kanatlı gümüş bir kapı vardır. Ona “Bâbü’r-Rahme” denilir.

8- HATİM (HİCR-İ İSMAİL)

Kâbe’ye yapılan bakımlar sırasında, Kâbe’nin Kuzey batı duvarı, Hazret-i İbrahim’in yaptığı temelden 6-7 zira‘[1] kadar içeriye çekilmiş; dışarıda bırakılan kısım ise, eski temelin dışından, sonradan “hatim” ismiyle anılacak yaklaşık 2 zira‘ yüksekliğinde dışa doğru kavisli alçak bir duvarla kuşatılmıştır.

“Hatim” denilen bu duvar ile Kâbe’nin içeriye çekilen kuzey batı duvarı arasında kalan, eski Kâbe’ye ait saha “Hicr” ya da “Hicr-i İsmail” diye anılmaktadır. Rivâyete göre, bu sahada Hazret-i İsmail ile annesi Hazret-i Hacer’in kabirleri bulunmaktadır.

9- HACER-İ ESVED

Rivayetlere göre, Cennetten gelen, siyaha yakın koyu kırmızı renkte bulunan Hacer-i Esved’in boyu 1, eni 2/3 karıştır. İbrahim -aleyhisselâm- tarafından tavafın başlangıcına alâmet olsun diye, Kâbe’nin doğu köşesine 1,1 metre yüksekliğe yerleştirilmiştir.

Nuh tufanı sırasında Allah Teâlâ tarafından semâya kaldırılmış, sonra tekrar yere iâde edilmiştir. Peygamber Efendimiz -aleyhisselâm- Mescid-i Haram’a girip tavafa başlarken Hacer-i Esved rüknüne varır ve onu istilâm ederdi.

Rivâyetlerde bu hâdise şöyle anlatılır:

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gözleri yaşlı bir şekilde Hacer-i Esved’i öptü, ellerini üzerine koyduktan sonra yüzüne sürdü ve:

«Allâh’ım! Sana îman ederek, kitabını tasdik ederek, peygamberlerinin sünnetine ittibâ ederek başlıyorum.» dedi ve Hacer-i Esved köşesinden tavafa başladı.”

Hazret-i Âişe’ye hitâben de şöyle buyurmuştur:

«-Ey Âişe! Bu taş, eğer câhiliye devrinin kirleri ve günahları ile kirletilmiş olmasaydı, onunla her türlü hastalık, vebâ ve musibetten kurtulmak için Allah Teâlâ’dan şifâ istenir ve hâlen Cenâb-ı Hakk’ın ilk indirdiği şekilde bulunurdu. Hak Teâlâ, elbette bir gün onu ilk yarattığı şekle döndürecektir. O, cennet yakutlarından beyaz bir yakut idi. Fakat Allah Teâlâ, onu kötülerin günahı sebebiyle değiştirip zalim ve günahkârlardan gizledi. Zira onlar, Cennetten çıkma bir şeye bakmaya lâyık değillerdir.”

10- ALTINOLUK

Kâbe’nin Hatim yönüne bakan duvarının üst kısmında bulunur. Hicaz’ın Osmanlı Devleti’nin Hicaz’a hâdim olmakla şereflendiği dönemde yapılmıştır. Kâbe’nin üzerine yağan yağmurun Hatim’e (Türkiye yönüne) doğru akıtılarak ülkemize bereket, rahmet getirmesi temennî edilmiştir. Saf altından yapılmıştır.

11- MÜLTEZEM

Hacerü’l-Esved’in olduğu köşe ile Kâbe kapısı arasına denir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- burası hakkında şöyle buyurmuştur:

Hacer-i Esved ile Makâm-ı İbrahim arası, Mültezem’dir. Burada duâ eden hastalar şifâ bulur.” (Heysemî, III, 246)

12- KÂBE’NİN KAPISI

Kâbe’nin içine girebilmek için yapılmış kapıdır. Yerden bir insan boyu yüksekliktedir. Kapının üstüne altın ve gümüşle Âl-i İmrân Sûresi’nin 96. âyet-i kerîmesi yazılmıştır.

Kapının her iki kanadına iki gümüş halka mıhlanmıştır. Altta iki küçük gümüş halka daha vardır ki, bunlara kilit geçirilmiştir.

13- KÂBE ÖRTÜSÜ (SİTÂRE VEYA KİSVE)

Rivayetlere göre Kâbe’yi ilk giydiren kişi, Yemen meliklerinden Tubb Esad Ebû Kerih el-Himyerî’dir. Bir rivayette Hazret-i İsmail’in giydirdiği bildirilir. Kâbe sırasıyla deri, yünlü, dokuma, Yemen kumaşı, Mısır’da dokunan Kıbtî bezi ve daha sonra da ipekli örtülerle örtülmüştür.

Kâbe’nin örtüsü, üç bölümden oluşmaktadır. Dış örtüsü (Sitâre), iç örtüsü (astar) ve kuşak bölümüdür. Bunların hepsi, hâlen Mekke’de bulunan Kâbe örtüsü fabrikasında dokunmaktadır.

Yeryüzünün incisi, Müslümanların toplu atan kalbi “Beytullah” için Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Hac ve umre yolcuları, Allâh’ın seçkin misafirleridir; duâ ettiklerinde Allah duâlarını kabul eder, tevbe ederlerse de tevbelerini kabul eder.” (İbn-i Mâce, Menâsik, 5)

“Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hâriç, başka mescitlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, sâir mescitlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir.” (İbn-i Mâce, İkame, 195)

“Allah, iki umre arasında yapılan küçük günahları affeder. Allah katında kabul olunan haccın karşılığı ise, ancak Cennettir.” (Buhârî, Umre, 1; Nesâî, Hac, 3)

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

Telbiye getiren kişiye müjde verilir, tekbir getiren kişiye de müjde verilir.” buyurdu.

Ashâb-ı kirâm sordular:

“-Yâ Rasulâllah, bu müjde Cennet midir?”

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem:

“-Evet.” dedi. (Taberânî)

Mevlâmız, cümle mü’minleri bu kutlu beldeye giden ve bu müjdeyi alan bahtiyar kullarından eylesin.

[1] Zira‘ uzunluk birimidir. 1 zira‘ yaklaşık 64 cm’e tekabül etmektedir.

Kaynak: Seher Küçük, Şebnem Dergisi, Sayı: 162

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • 24 temmuzda hacdan geldik RABBİME ÇOK ŞÜKÜR. Meğerse ne kadar bilmediğimiz şeyler vermiş. Bize diyanet hocaları tarafından bunların çok azı anlatıldı. Okuyan bir toplum olmadığımız dan , şimdi ne kadar kayiptayım anladım.İNŞAALLAHumre yapmak nasip etsin.ozaman daha farklı olacak bundan eminim

    • kabeden geldiniz ama hocalara atıfta bulunuyorsunuz. siz sorun hocalar söyler her zaman.

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.