İstanbul'un Fethine Şahitlik Eden Cami

İstanbul’un fethinden önce yapılan ilk cami Rumeli Hisarının içine 1452’de bina edilen Fetih Camiî’dir. Farklı isimlerle anılmıştır. Boğazkesen Camiî, Hisar Camiî, Cuma Camiî, Fetih Camiî, Ebu’l-Feth Camiî gibi. Bu isimlerin hepsini hak etmiştir.

İstanbul’u feth etme özlemiyle inşa edilen hisarın içinde askerin namaz ihtiyacını karşılamak üzere Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan caminin inşasında Akşemseddin ve Molla Hüsrev gibi alimlerin, Zağanos ve Saruca gibi paşaların el emeği göz nuru vardır. Sultanın bu mescitte namaz kıldığı bilinmektedir.

Bu cami Fatih Sultan Mehmet Vakfı'na ait hayrat bir eserdir. Vakıfların önemli bir kısmını zengin-fakir ayırt etmeden, herkesin eşit bir şekilde faydalandığı “Müessesatı Hayriyye” denilen hayrat eserler oluşturmaktadır. Cami ve mescitler de bunların başında gelir.

SULTAN FATİH'İN VASİYETİ

Sultan Fatih’in vakfiyesinde şöyle geçmektedir:

“…himmetlerine yaraşır bir şekilde, Hazret-i Halil İbrahim aleyhisselam’ın sünnetine uyarak “kendileri aç oldukları halde elden ayaktan düşmüşleri, yetim ve esirleri doyururlar” ayet-i kerimesinde işaret buyurulan ebrar (iyiler) ipine dizilenlerden olmak için camii şerif civarında iki yüce imaret yaptırdılar ki, “Baktığın zaman orada büyük bir nimet ve mülk görürsün” akla getirirler ki, her biri yegane müsafirhanedir, cennet nimetleri gibi kesintisiz olup Allah’ın rahmeti gibi vermekle eksilmez. Bunlardan birine Daruşşifa, diğerine İmaret adını verdiler ki, tarifi imkansızdır. Bu hayrat binaları ki, her biri ehl-i taatin mabedidir. Yer yüzünde Allah’ın gölgesi, zengin fakir herkesin sığınağı Yüce Hünkar, yukarıda anılan Ayasofya Camii, Molla Zeyrek Camii, Galata Camii, Silivri camii, kendisi için saadetle yaptırdığı Yeni Camii (Fatih Camii), Şeyh Vefa Camii ve Rumeli Hisarı Camii, bu yedi cami ve mescid ve bunların dışındaki kilise ve havraları “Allah rızası için ve onun azabından korkarak malın ve oğulların fayda vermediği, ancak ter temiz bir kalb getirenlerin kurtulacağı günde, elem veren cezasından kaçmak için “Ayakta ve otururken Allah’ı anarlar, rüku ve secde ederek mescidlerde itikaf ederler” ayet-i kerimesi doğrultusunda, cemaat olmaları, farz, vacib ve sünnetleri eda etmeleri için ehl-i İslam ve Allah’ın bütün kullarına vakfettim” diyerek bunları bütün insanlara teslim etti.

BOĞAZDA KURULAN İLK TÜRK MAHALLESİ

Boğaz içinde kurulan ilk Türk mahallesinin de nüvesini teşkil eden bu vakıf camii 1900’lerin başında yıkılmış, 1950’ler de ise yerine sahne yapılıp etrafına da amfi tiyatro konulmuş ve namaz kılınan yer her türlü melanetin yapıldığı mekan haline getirilmiştir.

Bizim medeniyetimiz “Vakıf Medeniyeti” diye tarif edilmektedir. Ancak bazı dönemler bu eserler talan ve tahrip edilmiştir. Buna neden olanlara büyük sultan Kanuni’nin vakıf bedduasını hatırlatmak isteriz:

“Allah’a ve Ahiret gününe inanan, güzel ve temiz olan Hazreti Peygamberi tasdik eden, Sultan, Emir, Bakan, küçük veya büyük herhangi bir kimseye, bu vakfı değiştirmek, bozmak, nakletmek, eksiltmek, başka bir hale getirmek, iptal etmek, işlemez hale getirmek, ihmal etmek ve tebdil etmek helal olmaz. Kim onun şartlarından herhangi bir şeyi veya kaidelerinden herhangi bir kaideyi bozuk bir yorum ve geçersiz bir yöntemle değiştirir, iptal eder ve değiştirilmesi için uğraşır, fesh edilmesine veya başka bir hale dönüştürülmesine kastederse, haramı üstlenmiş, günaha girmiş ve masiyetleri irtikap etmiş olur. Böylece günahkarlar alınlarından tutularak cezalandırıldıkları gün Allah onların hesabını görsün. Mâlik (Cehennem Meleği) onların isteklisi, zebaniler denetçisi ve cehennem nasibi olsun. Zira Allah’ın hesabı hızlıdır. Kim bunu işittikten sonra, onu değiştirirse onun günahı, değiştirenler üzerindedir. Kuşkusuz O, iyilik edenlerin ecrini zayi etmez...” (Kanuni Sultan Süleyman Vakfiyesinden)

Aslen vakıf mülkiyetinde olup, 1963 te istimlaken İBB’ye geçen ancak şimdilerde 5737 sayılı Vakıflar Kanunu nedeniyle tekrar vakıflara geçme durumu olan bu eser İBB’nin ve İstanbul Kubbe Derneği'nin çalışmalarıyla yeniden ihya edilerek ibadete açılmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın caminin son halini görme ve incelemeleri için yapmış olduğu bir ziyarette, yıkılmış olan bir ecdad yadigarının ihya edildiğini, Hisara da ücretsiz girilerek oraların rahat gezilip, görüleceğini, buradaki eski mahallenin de yaptırılacağını söylemesi çok büyük takdir toplamıştır.

İnşai faaliyetler esnasında yapılan çirkin haberler, tarihten ve değerlerden uzak ithamlar, tarih cehaletini, vefa yoksunluğunu ve değerlere düşmanlığı göstermekteydi. Birilerinin çıkıp “Konser alanımıza mescid yaptırmayacağız, tarihimize sahip çıkacağız” demeleri, ya da “Rumeli Hisarına Mescid! İstanbul’un tek eksiği giderildi(!)” diyerek alaycı, hafife alıcı tavırları ne kadar acıydı.

ANADOLU'YU KURTARACAK HAMLE

Tarihlerini 1450 den değil, 1950’den başlatanlara ne denilebilir ki! Tarihten habersiz, Fetihten, Fatih’ten bihaber, vefa yoksunu nesiller kimin eseri ? Merhum Nureddin Topçu, ne kadar da haklıymış:

“Bu şehri bir kere daha fethetmemiz lâzım. Beş yüz yıllık vücuduna sahip olduğumuz bu şehir şimdi şaşkındır. Onu ve onunla birlikte Anadolu’yu kurtaracak hamle nereden gelecek?

Geçen asırda Amerika’dan gelen idealist bir mühendis Hamlin, Hisar’daki “sur”ların tepesine çıkıp İstanbul’a baktıktan sonra;

“Fatih bu şehri bu tepelerden fethetmiş, ben bu milletin kültürünü yine bu tepeden fethedeceğim!” diyerek, “kolej”in kendi adıyla anılan ilk binasını bu surların yanıbaşına kurmuştu.” (N. Topçu, Büyük Fetih, s. 39)

Şimdi yeni fetihlerle tepelerimize sahip çıkarak vakıf medeniyetini tekrar ihya edip ceddimizin duasına layık olma vakti: “Her kimse ki; Vakıflarımın bekasına özen ve gelirlerinin artırılmasına itina gösterirse, bağışlayıcı olan Allahu Teâlâ’nın huzurunda ameli güzel ve makbul olup, mükâfatı sayılamayacak kadar çok olsun, dünya üzüntülerinden korunsun ve muhafaza edilsin...” (Kanuni Sultan Süleyman’ın vakfiyesinden.)

Kaynak: Medet Bala, Altınoluk Dergisi, Sayı: 363, Mayıs 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.