İstanbul'da Pasaportla Girilen Müslüman Mezarlığı

Bir mezarlık düşünün bir Fatiha okuyacaksınız ama mümkün değil… Çünkü bu mezarlık yabancı bir memleketin bahçesinde yer alıyor. Pasaportla girilmesi normal diyebilirsiniz ama bu mezarlık İstanbul’un göbeğinde yer alıyor. İşte pasaport gerektiren o mezarlık...

İstanbul’un göbeğinde yabancı mezarlık mı? Evet, Alman Konsolosluğu’nun bahçesinde yer alan Müslüman mezarlığına giriş için iki gün öncesinden özel izin alınarak giriliyor.

MÜSLÜMAN MEZARLIĞI KONSOLOSLUK OLUYOR

Taksim’den Gümüşsuyu’na doğru inerken sağda bulunan şu an Alman Konsolosluğu olarak kullanılan bina eskiden büyük bir mezarlıktı. Burası Ayaspaşa Mahallesi olarak biliniyor. Bu mahallenin büyük bölümü mezarlık idi. Ayrıca burada, yukarılarda, Taksim’e daha yakın bir bölgede Hıristiyanlara da bir mezarlık yeri tahsis edilmiş ve bütün bu yöre, 19. yüzyıl ortalarına kadar “Grand Champs des Morts (Büyük Mezarlık)” olarak anılıyordu. Daha sonra bölgenin gelişip rantın artmasıyla Feriköy’e yeni bir Hristiyan Mezarlığı yapıldı ve buradaki mezarlık kaldırıldı. Alman konsolosluğu da eski bir mezarlık üzerine inşa edilmiştir.1874 yılında bu arazi Alman İmparatorluğu’na satıldı. Konsolosluğun bahçesinde halen Silahtar Ali Ağa ve ailesinin mezarları bulunmaktadır.

HALK PROTESTO EDİYOR AMA DİNLEYEN YOK

Alman Başkonsolosluğu eski bir Müslüman Mezarlığı üzerine inşa edildiğini biliyoruz. Binanın arka kısmında – bahçe bölümünde – halen Silahtar Ali Ağa Hazretlerinin ve ailesinin mezarları bulunmaktadır. Sultan, bu arazinin 1874 yılında Alman İmparatorluğu tarafından satın alınmasını, arazinin mezarlık olarak kullanılmasını men ederek, sağlamıştır. Halkın ve Müslüman otoritelerin protestolarına ise, Hazretin ve ailesinin ebedi istirahatgâhları arazide kalacaktır ve rahatsız edilmeyeceklerdir şeklinde karşılık verilmiştir.

WİLHEM İLE BAŞLAYAN “ALMAN” DOSTLUĞU

Eski Almanya İmparatorluk Büyükelçiliği, Alman İmparatorluğu kurucusu I. Wilhelm döneminde (1861-88) inşa edilmiştir. Altın devrini ise İmparator II. Wilhelm döneminde (1888-1918 yılları arasında) yaşamıştır. II. Wilhelm İstanbul’a ilk seyahatine hükümete geldiği birinci senede (1889), İngiltere, Fransa ve Rusya’yı kuşkulandırmak istemeyen Bismark’ın itirazlarına rağmen karar vermiştir. Sultan II. Abdülhamit’in (hükümet dönemi 1867-1909), kendisiyle takip eden 20 yıl içersinde özel bir dostluk geliştiren II. Wilhelm ve İmparatoriçe Augusta Victoria’nın ikametleri için, daha önceleri bir İsviçre Tahta Köşkü olan ve Boğaz’ın Avrupa kıyı şeridinde bulunan Yıldız Parkı’nda bulunan Şale Köşkü’nü görkemli bir şekilde hazır hale getirilmesi için çok az zamanı olmuştu.

HİÇ KULLANILMAYAN TAHT

Bu kısa süre zarfında Boğaz’daki Çırağan Sarayı’ndan hemencecik bir kaç tahta kapı çıkartılıp Şale Köşkü’ne monte edilmiştir. II. Wilhelm ve İmparatoriçenin 1898 yılında yapmış oldukları ünlü Doğu Seyahati çerçevesinde gerçekleşen ikinci ziyaretlerinde daha fazla zaman olduğu için misafir köşkünün bir kanadı genişletildi. Fakat görkemli ziyaret programında öngörülen Sultan II. Abdülhamit’in İmparatorluk Büyükelçiliği’ne yapacağı ziyareti ise gerçekleşemedi. Büyükelçiliğin büyük davet salonuna konan ve Sultanın ağırlanması için hazırlanan muhteşem taht bu nedenle hiç kullanılamadı.

1871 yılında birliğini sağlayan Almanya o tarihten sonra artık bir imparatorluktu. Sıra Doğu’ya açılmaya gelmişti. Doğu’nun kapısı ise İstanbul’du. Osmanlı İmparatorluğu çöküş dönemindeydi. Avrupa “Hasta Adam” olarak nitelendiriyordu Osmanlıyı. Ancak Asya, Afrika ve Balkanlar’daki gücüyle hala ayaktaydı. Doğu’nun haşmet ve asaletini temsil ediyordu. Ve genç Alman İmpatorluğu dünyadaki ilk sefaret binasını İstanbul’da açmaya karar verdi. Yani Almanya dünyaya İstanbul’dan açılacaktı.

KAÇ PARAYA SATILDI?

Almanlara göre, İstanbul Doğu ile Batı’yı birleştiren dünya merkeziydi. İstanbul’daki temsilcilik için yer arayan Alman mimar Göbels’di. Göbels, o tarihlerde Taksim Tepesi’nde boş bir alan buldu ama çevresi mezarlarla doluydu. Göbels kentin Taksim tarafında doğru büyüyeceğini öngörmüştü. Öngörüsünde ne kadar haklı olduğu da sonraki yıllarda ortaya çıktı. Göbels, sonunda Osmanlıları ikna etti. 10 bin metrerake alan, dönemin Alman para birimiyle 95 bin Talet’e satın alındı. Ama Osmanlılar bir şart koşmuşlardı… Osmanlıların şartı buradaki Silahtar Ali Ağa’nın mezarının korunmasıydı. Silahtar Ali Ağa ve ailesinden bazı fertlerin mezarı buradaydı. Almanlar önce mezarlığın çevresini temizlediler, korumaya aldılar. Günümüzde bu mezar en iyi korunan Osmanlı mezarları arasında yer alıyor. Şimdi atalarımız, Almanya Başkonsolosluğu’nun bahçesinde yatıyor.

TABLOLARLA DOLU OLAN BİNA

Sefaret Sarayı’nın yapımına 1874 yılında başlandı. Ancak işin cefasını çeken Göbels, sefasını göremeden temel kazısından dört ay sonra öldü. Bundan sonra sarayın inşaatını Mimar Kortüm sürdürecekti. Sonunda dört katlı yapı açıldı. Artık Almanlar, İstanbul’a tepeden bakan kentin en yüksek yapısına sahipti. Bina bugüne kadar çok sayıda onarım geçirdi. En büyük onarım 1989 yılında yapıldı. Bu onarımdan sonra yapıda kullanılan ilk kapı kolu şimdi sefaret sarayı girişinde sergileniyor. Çok değerli tabloların bulunduğu Sefaret Sarayı’nda biz hem gururlandıran hem de hüzünlendiren bir eser var. Osman Hamdi Bey’in 1904 yılında yaptığı tuval üzerine yağlıboya tablo, Başkonsolosluğu’nun üçüncü katında yeralıyor. Berlin Devlet Müzesi Başkonsolosluğa geçici olarak vermiş. İlgililere göre, 2012 yılına kadar İstanbul’da kalacak. Sonra Berlin yolcusu…

VE İKİ ÇEŞMENİN HİKÂYESİ

Sefaret Köşkü’nün girişinde sağ kısımda kalan ve bugün ilk görünümünü koruyan Osmanlı çeşmesi de bina kadar eski. 103. yaşını geride bırakan Osmanlıca kitabeli mermer çeşme, Sultan II. Abdülhamid’in elçiliğe hediyesi. 1906’da bölgeye su verilmeye başlanınca II. Abdülhamid bu çeşmeyi yaptırır ve elçiliğin kapısına kadar su hattını çektirir. Çeşmenin üzerindeki kitabede Osmanlıca şunlar yazıyor: “Bu çeşme, 1324 Hicri ve 1906 Miladi tarihinde Osmanlı İmparatorluğu’nun tahtını süsleyen ulvi Hükümdar, Sultanoğlu Sultan, Gazi, Padişah II. Abdülhamit Han tarafından yüce Alman İmparatorluğu’nun haşmetli eseri olan elçilik binasına armağan edilen leziz Kâğıthane kaynak suyunun temini için inşa ettirilmiştir.” Bir de Almanların Osmanlı’ya hediye ettiği çeşme var. Yeni Roma tarzına sahip “Alman Çeşmesi” (Deutsche Brunnen) Sultanahmet’teki hipodromun kuzey ucunda 1898’de inşa edildi. Açılışını ikinci ziyareti kapsamında İstanbul’a gelen İmparator II. Wilhelm yaptı. Bu çeşme de bugün hâlâ ayakta.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.