İslam’ı Hiç Anlatmadık, Hep Yaşadık

On üç yaşından beri İslâm’ı yaşamak için gayret vermiş. İslâm’ı konuşmak yerine temsil etmeyi seçmiş, tesettürüyle sessiz bir dâvetçi olmuş. Sevda Hanım, bu ayki misafirimiz... Özellikle idealist genç kızlarımıza yol gösterecek bir röportaj… Buyurun içimizdeki İslâm’ı sorgulamaya…

Sevda Hanımefendi, kendinizi biraz tanıtabilir misiniz?

Aslen Türk’üm, ama Avustralya’da doğdum, büyüdüm. Şimdi işim sebebi ile Norveç’te yaşıyorum. İki üniversite okudum. Önce İngiliz Edebiyatı üzerine, daha sonra da Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Avukatım. Şu an Norveç’te “Kadın ve Çocuk Hakları” başta olmak üzere “İnsan Hakları Komsiyonu”nda çalışıyorum. Evli ve iki çocuk annesiyim.

Ben Avustralya’dayken hem İslâm toplumunu, hem de Avustralya toplumunu harmanlayarak ikisinden de faydalanma- ya çalıştım. Müslümanım, ama batıda doğup büyüdüğüm için orayı da seviyorum. Avustralya’da savcı olarak çalışıyordum.

Başörtülü olarak okumanız veya çalışmanız zor olmadı mı?

Hiçbir problem olmadı, elhamdülillah! Tabiî, her yerde câhil insanlar var. Ama gerçek mânâsıyla özgürlük, gerçek mânâsıyla laiklik Avustralya’da var. Başörtülü olmak hiçbir problem teşkil etmiyor; ne özel sektörde, ne de kamuda… Kimseye karışmadıktan sonra onlar da sana karışmıyorlar.

Tesettüre girmeye kendim karar verdim. 13 yaşındayken bir gün eve geldim. Başörtümü takıp aynanın karşısına geçip ağladım; okula neden başörtülü gidemiyorum diye… Hatta bu yüzden okulumu değiştirmeyi bile düşündüm. Ben, devlet oku- lunda okuyordum. Özel okullarda başörtülü kızlar vardı. Ben de özele geçmek ve başörtülü okumak istiyordum. Bir gün içimdeki sesi dinlemeye karar verdim. Ve:

“-Okula tesettürümle gideceğim!” dedim.

İkiz kardeşim de benden etkilenerek o da tesettüre girdi. Annemin yanına gidip bundan sonra okula hep tesettürlü gideceğimi söyledim. Annem:

“-Hayır, kesinlikle gidemezsin!” diye çıkıştı.

Çıkışmasının sebebi korkuydu. Okulda bana önyargılı davranacaklarından, puanlarımı düşüreceklerinden çekindi. Çünkü biz, okulun en başarılı öğrencileriydik ve ideallerimiz vardı. Bunların yarıda kalmasından çekinerek:

“-Okulunu bitirince örtersin.” dedi. Ben de:

“-Ya okulumu bitirmeden ölürsem, Rabbime ne cevap vereceğim? «Kusura bakma Rabbim, okulum vardı. Senin emrine sıra gelmedi!..» mi diyeceğim?” dedim. Bunun üzerine âilem daha fazla üstelemedi.

Anladığım kadarı ile âilenizin teşviki ile değil de kendi isteğinizle bu kararı vermişsiniz, ama sizi her gün ağlatacak kadar tesettür bilincine nasıl sahip oldunuz?

Annem de tesettürlüydü aslında, ama bize bu konularda hiçbir baskı veya yönlendirmede bulunmadı. Kur’ân kursuna gittik. Kur’ânımızı öğrendik. Sohbetlere katıldık. Bunların hepsini kendimiz isteyerek yaptık. Ben okumayı çok severdim, sürekli okuyup araştırıyordum. Kendimi, her zaman Allâh’a bağlı hissettim. Annemin bize örnek olduğu yön, çok sabırlı olması idi. Hayatında hiçbir hususta şikâyet ettiğini görmedim.

13 yaşında ilk defa tesettüre girip okula gittiğinizde nasıl bir tepki ile karşılaştınız?

Okulumuzun müdürü, koyu bir Hristiyandı. Topluma, Hristiyan kimliğini öne çıkararak hizmet ederdi. Sert birisi idi, ama çok başarılı öğrenci olduğumuz için bizi çok severdi. Okulu temsil etmek için her yere bizi yollardı. Yarışmalarda hep bizi gönderirdi. Biz kardeşimle başörtülü okula girince hemen bizi ofisine çağırdı. Bizi tartmak istedi galiba… Bize:

“-Size sadece bir soru soracağım: Neden taktınız?”

Biz de İslâm’ın bir emri olduğunu, böyle olunca kendimizi daha özgür ve korunaklı hissettiğimizi, âilemizin hiçbir teşvik veya yönlendirmesi olmadığını dilimiz döndüğünce anlattık. Cevaplarımızdan mutmain oldu ve:

“-Size sonsuz saygım var. Her zaman sizin destekçiniz olacağım!” dedi.

Altıyüz kişilik devlet okulunda, ilk önce biz örtündük. Ardın- dan diğer Müslüman arkadaşlarımız da bizi örnek alarak örtünmeye başladılar. Her sene okulun başarılı öğrencilerinin âileleri, okula dâvet edilir, onlarla görüşülüp bilgi verilirdi. O yıl annem, okula gidince müdürümüze:

“-Bu yıl için size özel teşekkür etmek istiyorum!..” demiş. Müdürümüz:

“-Neden?” diye sormuş. Annem:

“-Kızlarımın okula başörtülü gelmelerine izin verip destekçi olduğunuz için…” deyince müdürümüz:

“-Bana teşekkür etmeyin; ben inançlı bir hıristiyanım. Siz Allâh’a teşekkür edin!” demiş.

BİZDE İSLAM'I GÖRÜYORLAR

Biz, çok küçük yaşta niçin tesettüre girdiğimizin şuurundaydık. Ve tesettürümüzle artık İslâm’ı temsil ettiğimizin farkındaydık. İnsanlar bize bakınca bir kadını veya bir Türk’ü görmüyorlar, bizim şahsımızda doğrudan İslâm’ı görüyorlardı. Bu yüzden her hareketimize dikkat ediyorduk. Yapacağımız küçük bir hata, insanları İslâm’dan uzaklaştırabilirdi. Ve yaptığımız her güzel şey de İslâm’a yaklaştırabilirdi. Allah, bu konuda bize çok yardım etti. Okulda bir olay olduğunda, “Doğruyu kim söyler?”, “Müslümanlar söyler.” diye hemen bize gelirlerdi. Öğretmenlerimiz de, arkadaşlarımız da böyle davranırlardı. Hep saygı gördük, elhamdülillah! Bize namazımızı kılmamız için küçük bir oda tahsis etmişlerdi. Biz de hemen namazımızı kılar; anahtarını hocalarımıza teslim ederdik. Hoşgörüyü de sûistimal etmedik, çok şükür…

Tam bir İslam şahsiyeti sergilemişsiniz.

Evet, tek gayretimiz buydu, elhamdülillâh, elimizden geleni de yaptık. 13 yaşındayken omzumuzdaki sorumluluğun farkın- daydık. Sanki yaşlı ve olgun bir rûha sahiptim. Hep kendimden büyüklerle arkadaşlık ettim; onların tecrübelerinden faydalanmak çok hoşuma giderdi.

Avustralya’nın İslâm’a bakışı, Avrupa’ya göre biraz daha olumlu değil mi?

Avustralya’daki insanlar önyargılı değildir. Meselâ, “Neden tesettüre girdin?” diye soran birisine sebeplerini anlatınca dinler ve sonra sana yardımcı olur, hiç ayrımcılığa girmezler. Hele bir de İngilizce bilip kendini ifade edebiliyorsan, ne örtünü görür, ne de cildinin rengini… Tamamen fikirlerine ve insanlığına değer verir. Avrupa öyle değil!.. Onların kırılması çok zor ön yargıları var. Anlatsanız bile anlamazlar. Ben Avustralya Devleti’ne çok şey borçluyum. Bize Türkçe öğretmeni tutup dilimizi öğrettikleri için… Yoksa Türkçe’yi hiç bilmeyebilirdim.

Lise bitince üniversiteye başladınız, orada ne gibi faaliyetleriniz oldu?

Ben edebiyatı çok sevdiğim için önce “İngiliz Edebiyatı” bölümünü okudum. Daha sonra Hukuk Fakültesi’ni çok istiyordum. Ona başvurdum. Avustralya’nın en iyi üniversitelerinden birin- de de hukuk fakültesini bitirip avukat oldum. Bu sırada Müslüman olmuş Avustralyalı jeofizikçi bir akademisyen ile evlendim. Eşim de İslâm’ı çok araştırmış, Kur’ân-ı Kerim’i okuduktan sonra İslâmiyet’i seçen çok kaliteli bir Müslüman, elhamdülillâh… Avrupa’nın çeşitli yerlerinde de sürekli bu hususlarda konferansları oluyor. Zaten o dönem, Avustralya’da İslâm’ı yaşayan şuurlu Türk erkek pek yoktu.

Eşinizin âilesi Müslüman olmasına ve müslüman bir Türk kızı ile evlenmesine tepki göstermişler mi?

Evet, müslüman olduğunda üzülmüşler. Çünkü İslâm’ı “terörist” ve “barbar” bir din olarak duymuşlar hep!.. Biz evlen- diğimizde, İslâm’ı konuşmamaya ve İslâm’ı sözle anlatmamaya karar verdik. Hep yaşantımızla örnek olacak, onların soruları- na hâllerimizle cevap verecektik. Gerçekten de bir müddet hiç İslâm’ı anlatmadık, hep yaşadık. Ve gerçekten çok kısa zamanda kalpleri çok ısındı. Beni çok sevdiler, gerçekten ben de onları çok seviyorum. Kendi âilemden öte oldular. İslâm’ı insanlara anlat- mak isteseniz hemen korkup kaçıyorlar. Ben bir yerde Peygam- berimizin kadın haklarını nasıl uyguladığından bahsetmiştim. Ama birisi bana:

“-Şimdi niye tam tersi?!” deyince bir şey diyemedim.

Konuşmak yerine sadece yaşamak!.. Zaten Peygamberimiz de buna öncelik vermiştir. Benim başörtülü olmam, girdiğim yerlerde en büyük nasihatçi… Hiçbir şey söylemesem de onlar soruyorlar. Genelde “İnsan Hakları” ile ilgili seminerden sonra yanıma gelip:

“-Müslüman bir kadının gelip bize bu konuda ders vermesi çok ilginç!..” diyorlar.

İngilizce’de bir söz var; “Bir resim sana bin şey söyler.” diye… Biz de orada İslâm’ı anlatan bir resim gibiyiz. Havai’de bir konfe- ransımız vardı. Bitince çıktık. Yemek yemek için salona geçerken bir adam yanımızı yaklaşıp:

“-Kusura bakmayın, çok özür dilerim. Size bir şey sorabilir miyim?” dedi. Biz de:

“-Sorun.” deyince:

“-Siz kimsiniz? Hayatımda hiç böyle örtüler içinde birisini görmedim. Siz nerden geldiniz?” dedi.

Biz de müslüman olduğumuzu söyledik. Adam, büyük bir hayranlık içinde:

“-Ülkemize hoş geldiniz!” dedi ve gitti.

Hukuk okuyunca, İslâm Hukuku’nu inceleme fırsatı buldunuz mu?

Derinlemesine inceleyemedim, ama bazı hususlarda göz- den geçirdim. Özellikle Fıkıh usûlündeki metodlar çok ilgimi çekti. İmamların aklı ve nakli kullanma metodları çok güzel…

Norveç’e ne zaman taşındınız?

Ben masterımı “Uluslararası İnsan Hakları” üzerine yaptım. Daha sonra iş imkânımız Norveç’te olunca oraya taşındık. Birçok projelere başkanlık yaptım, üniversitelerde konferans ve seminerlerim oldu. Bunların hemen hepsini de bir müslüman ve başörtülü olarak yapmak imkânının nasip olması çok güzel!.. Şu anda “Norveç İnsan Hakları Merkezi”nde çalışıyorum. Çeşitli ülkelere, anayasadaki insan haklarını oluşturma konusunda danışmanlık yapmak üzere dâvet ediliyorum. Gittiğim yerlerde hep başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan da orada oluyor. Ama tanışma fırsatım hiç olamadı. Geçen Çin’e gittiğimde yine başbakanımız da oradaymış. Resmî bir yemekte ben başörtülü ve Türk olduğum için sürekli hükümet hakkında ve başbakanımız hakkında sorular soruyorlar. Hâlbuki ben oraya Norveç Hükümeti’ni temsîlen gitmiştim. Yine Norveç başbakanı, bir toplantıda karşılaştığımda bana:

“-Siz Türk müsünüz?” dedi. Ben de “Evet.” dedim.

“-Sizin başbakanınız çok özel ve çok saygıdeğer bir insan… Onunla gurur duymalısınız ve siz Türkler çok şanslısınız böyle bir başbakanınız olduğu için. Ben Davos’ta onun tepkisine, ayağa kalkıp ceketini ilikleyerek destek veren ve saygıyla onunla tokalaşan kişiyim. Benden başka kimse orada kalkmaya cesaret edemedi.” dedi.

Ben bile orada Başbakanımızla gurur duydum.

Dergimiz vesilesi ile okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?

Herkes, İslâm’ı kendisi için seçsin ve yaşasın. Başkası istedi diye değil!.. Ben Allah’tan bana, hani “kocakarı îmanı” denir ya, sadece îman eder ve teslim olur sorgusuz suâlsiz; o îmanı nasip etmesi için duâ ederim. O basîreti ve hikmeti nasip etsin, inşaâllah bize… Nice ilim adamı var veya Kur’ân’ı ezberlemiş kişiler… İnsanları ezip geçiyorlar. Yaşamadıktan sonra ne önemi var ki… İslâm’ın iç zenginliğinin farkına varalım, inşaâllah! İslâm’la huzur bulalım. Allah, İslâm’ı güzel yaşamayı ve bu hususta insanlara örnek olmayı cümlemize nasip etsin.

Kaynak: Halime Demireşik, Dünya, İslâm’a Koşuyor, Sultantepe Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.