İslamda Evlat Edinmenin Hükmü Nedir?

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e peygamberlik gelmeden evvel mübârek hanımı Hazret-i Hatîce tarafından hediye edilen Zeyd, Hazret-i Peygamber’in âzâd etmesi ile hürriyete kavuşmuştu. Zeyd -radıyallâhu anh-, babasının yanına gitmeyerek yine Rasûlullâh’ın yanında kalmayı tercîh etmiş, Hazret-i Peygamber de onu evlât edinmişti.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Zeyd’i çok sevdiği için, onu önce âzatlı câriyesi Ümmü Eymen ile sonra da halasının kızı Zeyneb bint-i Cahş ile evlendirdi. Ancak aralarındaki denkliğin tam olmaması sebebiyle Hazret-i Zeyneb, Zeyd -radıyallâhu anh- ile başlangıçta evlenmek istemediyse de Hazret-i Peygamber’in arzusu ve:

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ اَتْقَيكُمْ

“…Sizin Allâh katında en değerliniz, takvâ bakımından en üstün olanınızdır…” (el-Hucurât, 13)

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلاَ مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللهُ وَرَسُولُهُ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً مُبِينًا

“Allâh ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteğine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allâh ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (el-Ahzâb, 36) âyet-i kerîmeleri dolayısıyla buna râzı olmuştu. Ancak gönlü Zeyd’e bir türlü ısınamamış, evlilikleri bir müddet sonra nihâyete erme noktasına gelmişti. Zeyd de ondan şikâyetçi idi. Hattâ Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek durumunu anlattığında:

“–Zevceni yanında tut ve Allâh’tan kork!” cevâbını almıştı.

Oysa Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu sırada gelen ilâhî vahiyle Allâh tarafından Zeyneb’in kendisine zevce olarak verileceğini biliyor, fakat halk içindeki münâfıkların; “Muhammed, evlâtlığının boşadığı kandınla evlendi!” diyerek yaygara koparmalarından çekindiği için bekliyordu. Çünkü o devrin an’anesine göre bir kimse evlâtlık edinirse, insanlar evlâtlığı onun ismiyle çağırır, kendisine öz oğul gibi muâmele edilir ve mîrastan pay verilirdi.

Nihâyet Hazret-i Zeyd ile Zeyneb -radıyallâhu anhâ- boşandılar ve ardından yeni bir vahiy geldi. İlâhî ferman, hem Allâh Rasûlü’ne Hazret-i Zeyneb’i almasını emrediyor hem de bu husustaki ilk icraatı bizzat Hazret-i Peygamber’e tatbîk ettirerek, bir câhiliye âdeti olan evlât edinme meselesini ortadan kaldırıyordu:

وَاِذْ تَقُولُ لِلَّذِى اَنْعَمَ اللهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللهَ وَتُخْفِى فِى نَفْسِكَ مَااللهُ مُبْدِيهِ وَتَخْشَى النَّاسَ وَاللهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشَيهُ فَلَمَّا قَضَى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَىْ لاَ يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ حَرَجٌ فِى اَزْوَاجِ اَدْعِيَائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًا وَكَانَ اَمْرُ اللهِ مَفْعُولاً

(Ey Rasûlüm!) Hani Allâh’ın nîmet verdiği, Sen’in de kendisine iyilik ettiğin kimseye; «Zevceni yanında tut; Allâh’tan kork!» diyordun. Allâh’ın açığa vuracağı şeyi, çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan, Allâh’tır. Zeyd, o kadından alâkasını kesince, Biz onu Sana nikâhladık ki evlâtlıkları, hanımlarıyla alâkasını kestiklerinde, (o kadınlarla evlenmek isterlerse) mü’minlere bir güçlük olmasın. Allâh’ın emri yerine getirilmiştir.” (el-Ahzâb, 37)

Bu ilâhî emir sebebiyle Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile evlenen Hazret-i Zeyneb vâlidemiz:

“–Benim nikâhımı Rabbim kıydı!..” diyerek Cenâb-ı Hakk’a şükrederdi. (Tirmizî, Tefsîr, 33/3213)

Fakat hâdise, münâfıkların şiddetli dedikodusuna sebep oldu. Cehâlet ve nifak dolu ağızlarıyla Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i:

“–Oğlunun boşadığı kadını aldı!” diye kınayarak bu işe karşı çıktılar. Bunun cevâbını da Kur’ân-ı Kerîm şöyle verdi:

مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلَكِنْ رَسُولَ اللهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللهُ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمًا

“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allâh’ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allâh her şeyi hakkıyla bilendir.” (el-Ahzâb, 40)

Hulâsa, bu hâdise ile, câhiliye devrinden beri uygulanmakta olan “evlât edinme” âdeti ilgâ edilmiş oldu.

Bugünkü münkir ve münâfıkların da; “Hazret-i Peygamber, Zeyneb’in güzelliğine vurulduğu için onunla evlenmiştir.” şeklindeki iddiâları, tamâmen bir cehâlet lakırdısıdır. Zîrâ Zeyneb -radıyallâhu anhâ-, Allâh Rasûlü’nün halasının kızı idi ve Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- onu önceden de görüyordu. Şâyet Peygamber Efendimiz’in böyle bir arzusu olsaydı, Hazret-i Zeyneb’i, Zeyd’den evvel kendisine nikâhlayabilirdi. Hazret-i Zeyneb de bunu memnûniyetle kabûl ederdi.

Evlenmeyi yalnız şehvet cihetinden mutâlaa etmeye alışmış basit ve sığ idrâkliler, Peygamberimiz’in evliliklerinin hakîkatini kavramaktan âcizdirler. Zihinlerini ve kalplerini nefsânî temâyüllerle dolduranların verecekleri haksız ve ahmakça hükümler, kendi karanlık dünyâlarının aksinden ibârettir. Zîrâ, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in evlilik hayâtının gençlik ve zindelik dönemine rastlayan ilk 24 senesi, yalnız Hazret-i Hatîce -radıyallâhu anhâ- vâlidemiz ile geçmiştir. Ondan sonraki evlenmeleri ise tamâmen birtakım İslâmî, siyâsî ve ictimâî gâyelere mebnî idi. Bunların çoğu, kendisinden yaşlı ve dul hanımlardı. İçlerinde bâkire ve genç olarak evlendiği yalnız Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- idi. Bunun sebebi de, hanımlara âit fıkhî meselelerin sâbit ve zâhir olmasını temin etmekti. Gerçekten de o, zekâsı ve firâsetiyle kadınlara âit şer’î meseleleri mükemmel bir sûrette kavramış ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra uzun yıllar muammer olarak müslüman kadınları bu bilgilerle irşâd etmiş, şer’î ahkâmın bir kısmının sağlam temellerinden birini teşkîl etmiştir. Sahâbe arasında temâyüz etmiş yedi fakîhten biri olduğu için kadınlar arasında fıkıh ilmi daha çok onunla yaygınlaşmıştır.

Ehl-i garazın iddiâ ettiği gibi bu evliliklerin varlık sebebi şehvet olsa idi, Fahr-i Kâinât Efendimiz, ömrünün en genç ve en zinde zamânını kendisinden on beş yaş büyük, dul ve çocuklu bir kadınla geçirmezdi. Bu evlenmelerin, hangi ulvî maksatlar ve ince hikmetlerle meydana geldiğini, ancak îman mantığına sâhip ehl-i irfân ve ehl-i vicdan takdîr edebilir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hazret-i Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları, İstanbul

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.