İslam'da Edep Kuralları

İslam'da edep kuralları nelerdir? Müslümanların uymaları gereken edep ve haya kuralları...

"Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan / Giy ol tâcı, emin ol her beladan" ve "Girdim ilim meclisine, eyledim kıldım talep / Dediler: İlim geride, illâ edep illâ edep"...

Edep ve hayâ gibi insanın yaratılışından itibaren özüne yerleştirilmiş özellikler, hassas bir gayret ile kemale erebileceği gibi, hoyrat darbelerle de varlığını kaybedebilir veya tesirsiz hâle gelebilir. Zira fıtrî bir meyil olan utanma duygusu, yaşanılan muhit veya muhatap olunan her türlü sosyal ortama göre farklılaşabilen vasıftadır.

HAYÂ İMANDAN BİR ŞUBEDİR

Hayâ, insanda bulunan utanma hissidir. Rabbimiz, insanı, fıtraten iyiye ve güzele meyyâl yaratmıştır. İşte hayâ duygusu da insanı, aşırılıklardan, nefsânî arzuların peşinde sürüklenip mahcup olmaktan koruyan tabiî bir zırh gibidir. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“Hayâ, îmandan bir şubedir.” (Buhârî, Îman, 3; Müslim, Îman, 58)

“Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır. (İmân-ı Mâlik, Muvatta, Hüsnü-l’Huluk, 2, 905)

Hayâ duygusu çok hassas, kırılgan bir yapıya sahiptir. Örselenmeye, zorlanmaya gelmez; ısrarlı müdahaleler sonunda eşik aşılırsa, insan arsız, yüzsüz ve hiçbir şeyden utanmaz hâle gelebilir.

EDEP NE DEMEKTİR?

Hayâ ile birlikte kullanılan bir kelime de edebtir. Edep, sözlüklerde “iyi tutum, incelik ve kibarlık, terbiyeli olmak” şeklinde tarif edilir. Edebin çoğulu, âdâptır. Ahlâk ilmine dâir eserlerde ise edep, “kendisine sahip olan kişiyi küçük düşürücü durumdan koruyan meleke” olarak tavsif edilir. O hâlde edeb, yapa yapa alışkanlığa ve sonunda insanın ayrılmaz bir parçasına (meleke) dönüşen yapıdadır. Bu, nezaketten daha öte, şuur, ahlâk, fazilet, hayâ, akıl ve iradeyi içinde mecz etmiş bir karakter yansımasıdır. Bu cihetle edep; iffet, ahlâk, takva, hayâ ve fıtrat gibi kavramlar ile de doğrudan irtibatlıdır.

Yaş ve statü ile sınırlandırılmayacak bir mevzûdur edep konusu… Toplumların kültür, anlayış ve yaşayış modellerine göre, edeb anlayışlarında farklılıklar ortaya çıkabilir. Ancak acı bir gerçek olarak herkesin ittifak edeceği bir husus vardır ki, dünya genelinde edep ölçüleri ve hassasiyetleri gitgide zarar görmekte, hattâ edep sahibi insanlar toplum nezdinde küçük düşürecek sıfatlarla anılmaktadır. İnsanların haddini bilmez, ölçüsüz ve aşırı davranışları övülmekte; “özgüven” ve “medenî cesaret” yansıması olarak sunulmaktadır.

Edeb prensipleri, yazılı kâideler değildir. Bu, toplumun içinden süzülüp gelen, onu bir zamk gibi birbirine bağlayan, herkese hakkını ve haddini bildiren, tarih içinde süzülüp gelmiş, dînî-ahlâkî prensiplerdir. Edep anlayışlarında, aynı toplum içinde de zamanla birtakım değişiklikler olabilir. Ancak ahlâksızlığın yaygınlaşması, cemiyetin kendi oto-kontrol sistemini (emr-i bi’l-Mâruf nehy-i ani’l-münker) kuramamış olması, en çok edep kâidelerinin eriyip gitmesine yol açar. Çünkü edeb-hayâ prensipleri, iç içe geçmiş olan ahlâk ve din halkalarının en dışındaki halkayı temsil eder. Edebe saldıranların asıl gayesi, ahlâkı ve onun besleyen dîni yok etmektir. Bu dış kale ne kadar müstahkem ise, ahlâk; ahlâk ne kadar dayanıklı ise, dînî hayat o kadar güvende demektir.

MÜSLÜMANIN HAYATINDAKİ ÖLÇÜLER

Müslümanın hayatındaki ölçüler, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’den alınmıştır. Onun doğruları, Kitab ve Sünnet’in doğrularıdır. Onun yanlış olarak gördükleri de, bu iki ana kaynak tarafından yanlış kabul edilenlerdir. Bu yüzden îman ehlinin “ahlâk”, “hayâ” ve “edeb” anlayışı, elbette îmandan mahrum olan kimselerle aynı olmaz, olamaz.

Müslüman, Allâh’ın ve Rasûlü’nün koyduğu sınırlarda durmayı bilen kimsedir. Günümüzde farklı kültür, medeniyet ve inanç dünyalarından yansıyan ahlâk ve yaşayış ölçüleri, İslâm’ın edeb, hayâ ve îman süzgecinden geçirilmeden bir müslümanın hayatını şekillendiremez. Müslüman, bu noktada uyanık insandır. Her an kendi sınırlarını gözeten bir asker gibi, teyakkuz hâlindedir.

Maalesef “birlikte yaşama kültürü” veya “hoşgörü” kelimeleriyle; İslâm dışı hayatlar, müslüman topluma enjekte edilmekte ve bununla çoğunluğu müslüman olan bir toplum, maksatlı bir şekilde köklerinden kopartılmaktadır.

Dünya küçülmüş, âdeta küçük bir köy hâline gelmiştir. Dünyanın neresinde bir hâdise olsa, herkes kısa zamanda bundan haberdar olmakta veya buna müdahale edebilmektedir. Bu inkâr edilemez bir gerçektir. Ancak müslümanların başka kültürlerden, yaşayış modellerinden haberdar olması ayrı bir meseledir; bunların reklamı ve propagandası yapılarak müslümanların inanç ve değerlerine saldırılması ayrı bir meseledir.

Amerika’da, Avrupa’da veya Rusya’da yapılan birtakım film, müzik, âyin ve dînî merasimlerin benzerlik göstermesi, kendi inanç ve ahlâk dünyalarının ortaklığını gösterebilir. Ancak bu “Hıristiyan” ve “Yahudi” ya da daha korkuncu, “Allah inancından uzak (ateist, budist, şintoist vb.)” insanların ortaya koydukları eserler; İslâm’ın nezaket, nezahet ve edeb anlayışına ne kadar uyar? Bunları, “insanlığın ortak değerleri” olarak pazarlamak, “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak demek” değil midir?

İSLAM'DA EDEP VE HAYA KURALLARI

İslam’ın bizden istediği edep ve hayâ prensipleri ile Batı kültürünün ortaya koyduğu modeller birbirine hayli uzaktır. Onların “insanî” olarak ifade ettikleri, görünüşte “mâsum” kabul edilen anlayış ve yaşama tarzları ise, aslında insanla veya insanîlikle yakından uzaktan ilişkisi olmayan yaklaşımlardır.

O yüzden değişen, değiştirilemeye çalışılan edep anlayışımızı, İslam ve Kur’ân gözlüğü ile tekrar gözden geçirmemiz gerekmektedir. Bu gözlüğü çıkardığımız zaman, olması gereken farkları da göremeyiz. Kendimiz göremediğimiz gibi çocuklarımıza, nesillerimize de farkını anlatamayız.

Meselâ toplumumuzda, küçük yaştakilerle büyük yaştakilerin bir “edeb” ve “hitap” çerçevesi vardır. Eşler birbirlerine, çocuklar, anne-babalarına hitap ederken birtakım sıfatlar ekleyerek konuşurlar. Adıyla, soyadıyla ya da ağza alınmayacak kaba ifadelerle birbirine seslenilmez. Zira İslâm’a göre insan, hangi yaşta veya cinsiyette olursa olsun muhteremdir. “Bey amca, beyefendi, hanımefendi, ağabey, Ahmet Bey, Ayşe Hanım” gibi ifadeler; bizim kültürümüzden süzülüp gelen nezaket yüklü söyleyişlerdir. Bugün gençler, birbirlerine argo, küfür ve hakaret eden kelimelerle hitap etmekte; anne-babalarına, büyüklerine sadece isimlerini söyleyerek ya da küçültme anlamına gelecek hafif kelimelerle seslenmektedir.

Bunun temelinde yatan sebep, bizim kültürümüzü, hürmet, muhabbet ve şefkat şekillendirirken; Batı kültürünün ise “egoizm: bencillik”, kibir, gurur, menfaat ve şımarıklık üzerinde yükselmesidir.

Bugün içinde bulunduğumuz kültür erozyonundan çıkmanın yolu, kendi kültürümüzü, kendi değerlerimizi ve kendi “örnek insan” modellerimizi işlemekten geçer. İnsanlığın, “insan olma” ve “insan kalma”sı da buna bağlıdır. Çünkü batı anlayış ve değerlerinin, insanlığa sunacağı kurtuluş reçetesi kalmamıştır. Onlar, kendi kirli inanç, ahlak ve değerlerini bütün insanlığı mahvedecek tarzda toplumların üzerine boca etmişlerdir. Bugün insanlık olarak geldiğimiz iflas ve tükeniş noktası, Batı kültür ve medeniyetinin çaresizliğinin isbatıdır. İnsanlık, edeb ve hayâ gözlüğü ile tekrar fıtratına dönmedikçe, dünya çapındaki bu ahlâkî soykırım bitmeyecektir.

Kaynak: Şefika Meriç, Şebnem Dergisi, Sayı: 156

MUSİBETTE EDEP

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Cok guzel yazmışsınız keske bunlara uymayanlarda okusa kandini islama gore yasasa cok tesekkur ederim aldigim bilgiler icin bende bilmiyor dum Allah razı olsun

    Selamun Aleykum. Ben razi bu anlatışlardan ziyadesi ile memnun oldum. RABBİMİZ DE(C.C.) DE SİZLERDEN DAHA ZİYADE MEMNUN VE RAZİ OLSUN.iNŞAALLAH

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.