İslam’da Çocuk Eğitimi

İslam’a uygun çocuk yetiştirmek için nasıl bir yol izlenmeli? Çocuğa dini eğitim nasıl verilir? Peygamber (s.a.s.) Efendimiz çocuklara nasıl davranırdı? Dinimize göre çocuk yetiştirme nasıl olmalı? Genel hatlarıyla İslam’da çocuk eğitimi...

İslâm fıtratı üzere doğan çocukların bu safiyetini koruma vazifesi anne ve babaya tevdi edilmiştir. Ailenin neşesi, toplumun bekâsı, yarınların ümidi olan çocukların terbiyesi, hususî bir ihtimamı gerektirmektedir. “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz.” (Buhârî, Vesâyâ, 9) hadis-i şerifiyle bu gerçeği ifade eden Efendimiz, çocuklarına karşı sevgi ve şefkatle davranmak sûretiyle onlara düşkün olan hanımları methetmiştir. (Buhârî, Nikâh, 12)

ÖLDÜKTEN SONRA SEVABI KESİLMEYEN AMEL

Dinimize göre hayırlı ve iyi çocuklara sahip olmak, dünya hayatı için bir mutluluk kaynağı olduğu gibi âhiret hayatı için de kesintisiz sevap vesilesidir. Peygamberimiz kişinin ölümünden sonra bile amel defterinin kapanmamasını sağlayan üç şeyden birinin “kendisine dua eden hayırlı bir evlât” olduğunu bildirmiştir. (Müslim, Vasiyyet, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

HER MÜSLÜMANIN ETMESİ GEREKEN DUA

Bütün Müslümanların, Hak Teâlâ’dan kendilerine göz nuru eşler ve çocuklar vermesi için dua ve niyazda bulunmalarını tavsiye eden Kur’ân-ı Kerîm (el-Furkân 25/74), bazı peygamberlerle salih kulların da Allah Teâlâ’dan bilhassa hayırlı çocuklar ve temiz nesiller istediğini bildirmektedir. (el-Bakara 2/128; Âl-i İmrân 3/35, 38; İbrâhîm 14/35, 40)

GÜNAHLAR NE ZAMAN YAZILMAYA BAŞLAR?

İslâm’ın çocuğa yaklaşımı, sevgi, şefkat ve hoşgörü anlayışına dayanır. Çünkü çocuk dünyaya tertemiz bir yaratılışla ve günahsız olarak gelir. Büluğ çağına kadar da yaptığı davranışlardan dinî bakımdan sorumlu sayılmaz. Dünyaya yeni gelen bebek, her yönüyle büyüklerin yardımına muhtaç olup belli bir yaşa kadar ana babaya bağımlıdır. Dolayısıyla çocuk, kendisine gerekli olan ilginin gösterildiği ölçüde sağlam bir kişilik geliştirebilir. Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in çocuklara yaklaşımı ve onların yetiştirilmesine yönelik tavsiyeleri son derece dikkat çekicidir.

YENİ DOĞAN ÇOCUK İÇİN MERASİM YAPMAK CAİZ Mİ?

Başka din ve kültürlerde olduğu gibi dinimizde de yeni doğan bir çocuk için muhtelif merasimler yapılması tavsiye edilmiştir.

YENİ DOĞAN ÇOCUĞUN İLK GIDASI

Yeni doğan bir çocuk Efendimiz’e getirildiğinde, bir hurmayı çiğneyerek çocuğun ağzına koyardı. (Ebû Dâvûd, Edeb, 106,107) Zira çocuğun öncelikle Peygamber ağzından bir şey yemesi onun için bir bereket ve rûhâniyet vesilesidir.

Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Kuba’da oğlu Abdullah’ı dünyaya getiren Hz. Ebûbekir’in kızı Esma diyor ki:

“Çocuk doğunca, onu alıp Efendimiz’e götürdüm, kucağına bıraktım. Resûlullah bir hurma istedi, çiğneyerek ezdikten sonra onu çocuğun ağzına sürdü. Abdullah’ın midesine ilk inen şey Peygamberimiz’in ağzından çıkan hurmaydı. Daha sonra hayır ve bereketli bir hayat sürmesi için dua etti ve çocuğa Abdullah ismini verdi.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 45; Müslim, Âdâb, 26)

YENİ DOĞAN ÇOCUĞUN İLK YEDİ GÜNÜ

Dünyaya gelişinin ardından çocuğun kulağına ezan okumak, onun için akika kurbanı kesmek ve doğumunun yedinci günü saçını tıraş ederek ağırlığınca gümüş ya da altın değerinde bir şeyi sadaka olarak vermek de sünnettendir. (Ebû Dâvûd, Edeb, 106, 107; Tirmizî, Edâhî, 19) Bütün bunlarla birlikte çocuğa güzel bir isim koymak Efendimiz’in bilhassa üzerinde durduğu bir husustur. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde:

“Siz kıyâmet gününde kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, çocuklarınıza güzel isimler koyunuz” buyurmuş (Ebû Dâvûd, Edeb, 61), hatta hoş olmayan bazı isimleri de değiştirmiştir. (Müslim, Âdâb, 14; İbn-i Abdilberr, el-İstiâb, II, 837; III, 871, 1006)

Erkek çocukların büluğ çağına basmadan önce sünnet ettirilmesi de Peygamberî uygulamalardandır. (Buhârî, Libâs, 63, 64)

ÇOCUĞA NASIL DAVRANMALI?

Nebiyy-i Ekrem hayatın her safhasında çocuklara derin bir sevgi ve şefkat beslemiş, onları ciddiye alıp seviyelerine inmiş ve problemlerini çözerek doğruya yönlendirmiştir. Hâdis-i şerîflerinde:

“Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın.” (Deylemî, III, 513) buyuran Resûlullah bir keresinde torunu Hasan’ı öperken yanında oturan Akra bin Hâbis isimli şahıs onu görmüş ve:

– Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var hiç birini öpmem, demişti. Efendimiz ise:

“– Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.” karşılığını vermiştir. (Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fedâil, 65)

Peygamberimiz “gözümün nûru” diye tavsif ettiği ve her fırsatta önemini vurguladığı namaz esnasında dahi çocuklara şefkat ve merhamet göstermiş, onların gönlünü hoş tutmaktan geri kalmamıştır. Allah Resûlü bir yatsı namazında torununu mescide getirmişti. Cemaate namaz kıldırırken secde esnasında torunu sırtına çıkmış, o da bu sebeple secdeyi uzatmıştı. sahâbe namazı bitirince Peygamberimiz’e:

– Secdeyi uzattınız ya Resûlallah! Bir şey oldu ya da vahiy geldi zannettik, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“– Yok, böyle bir şey olmadı. Ancak oğlum sırtıma çıkmıştı. Gönlü hoş olsun diye acele davranmak istemedim.” buyurmuştur. (Nesâî, Tatbik, 82)

Fahr-i Kâinât çocuklara selâm verir, onların hatırını sorar, hastalandıklarında ziyaret eder, gerek kendi torunlarıyla gerekse diğer çocuklarla şakalaşır ve onları bir taraftan eğlendirirken diğer yandan eğitirdi. Muhammed bin Rebî diyor ki:

“Ben beş yaşlarında iken Resûlullah’ın evimizdeki kovadan ağzına aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlarım.” (Bûhârî, İlim, 18; Müslim, Mesâcid, 265) Hz. Enes der ki:

Resûlullah ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Benim Ebû Umeyr adında sütten kesilmiş bir kardeşim vardı. Peygamberimiz bize geldiğinde:

“– Ey Ebû Umeyr! Ne yaptı Nuğayr!” derdi. Nuğayr, kardeşimin oynayıp durduğu bir kuş idi. Bazen Efendimiz bizdeyken namaz vakti gelirdi. O hemen altındaki yaygının süpürülüp üzerine su serpilmesini emrederdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında saf bağlardık ve bize namaz kıldırırdı.[1] (Buhârî, Edeb, 112)

Ebû Hüreyre:

Şu iki kulağım duymuş ve şu iki gözüm görmüştür ki Resûlullah iki eliyle Hasan’ın veya Hüseyin’in iki avucunu tutar, sonra çocuğun iki ayağını kendi ayağı üzerine koyar ve:

“– Yukarı çık” derdi. Çocuk ayaklarını Resûlullah’ın göğsüne koyuncaya kadar çıkardı. Sonra Resûl-i Ekrem, çocuğu öper ve:

“Allah’ım! Bunu sev, çünkü ben onu seviyorum.” buyururdu. (Bûhârî, Edebü’l-müfred, hadis no: 249)

PEYGAMBERİMİZİN HİDAYETİNE VESİLE OLDUĞU ÇOCUK

Hz. Enes diyor ki:

Nebî’nin hizmetinde bulunan Yahudi bir çocuk vardı. Bir gün hastalandı. Peygamberimiz onu ziyarete gitti, başucuna oturdu ve ona:

“– Müslüman ol!” buyurdu. Çocuk, düşüncesini öğrenmek için, yanında bulunan babasının yüzüne baktı. Babası:

– Ebü’l-Kâsım’ın çağrısına uy, dedi. Çocuk da Müslüman oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

“– Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun.” diyerek dışarı çıktı. (Buhârî, Cenâiz 80)

Peygamber Efendimiz Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin evine ineceği sırada Neccar oğullarının küçük kızları deflerle çıkıp:

“Neccar oğullarının kızlarıyız biz!

Ne hoştur komşuluğu Muhammed’in.” diyerek neşideler okuyorlardı. Allah Resûlü onlara:

“– Beni seviyor musunuz?” diye soruyor, onlar da:

– Evet yâ Resûlallah, diyorlar, Peygamber Efendimiz:

“– Allah biliyor ya vallahi ben de sizleri seviyorum! Vallahi ben de sizleri seviyorum! Vallahi ben de sizleri seviyorum!” diyordu. (İbn-i Mâce, Nikâh, 21; Diyarbekrî, I, 341)

İbn-i Abbas der ki:

“Hz. Peygamber Mekke’ye geldiğinde kendisini Muttalib oğullarından küçük çocuklar karşıladı. Resûlullah onlardan birini (bineğinin) önüne bir diğerini de arkasına aldı.” (Bûhârî, Umre, 13, Libâs, 99)

ÇOCUK EĞİTİMİNDE İKRAM

Fahr-i Kâinât çocuklara ikramda bulunmaya teşvik eder, kendisi de uygun bulduğu zamanlarda bu hususta onlara gereken ilgiyi gösterirdi. Hz. Enes naklettiği bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Çocuklarınıza ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel yapın.” (İbn-i Mâce, Edeb, 3)

Ebû Hüreyre’nin rivayetine göre Hz. Peygamber’e mevsimin ilk meyvesi getirilir ve:

“Allah’ım! Bize memleketimizde, meyvelerimizde ve ölçeğimizde, bereket üstüne bereket ver.” diye dua eder, sonra o meyveyi orada bulunan en küçük çocuğa ikram ederdi. (Müslim, Hacc, 474)

Hz. Âişe der ki: Necâşî’den Resûlullah’a hediye olarak bir zinet eşyası gelmişti Bunların içinde kaşı Habeş mamulü olan altın bir yüzük de bulunuyordu. Hz. Peygamber altın yüzükten kaçınarak onu bir çöple veya parmaklarının ucuyla aldı. Sonra Ebü’l-Âs ile kerîmesi Zeyneb’ten dünyaya gelen torunu Ümâme’yi çağırdı ve:

“– Ey kızcağızım! Bunu zinet olarak takın!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Hâtem, 8)

ÇOCUĞA SIR TUTMAYI ÖĞRETMELİ

Yüce Peygamberimiz’in bazı çocukları kendi akranıymış gibi muhatab kabul ederek onlara bir kısım sırlarını söylediği de olmuştur. Hz. Enes diyor ki:

Bir gün, Efendimiz’in hizmetini gördükten sonra, Peygamberimiz kaylule uykusundadır, diyerek çocukların yanına gittim. Ben onların oyununa bakarken Resûlullah geldi. Oyun oynayan çocuklara selâm verdi. Ardından beni çağırdı ve bir yere gönderdi. Ben de gittim. Hz. Peygamber ben dönünceye kadar bir gölgede oturdu. Annemin yanına dönmekte gecikmiştim. Yanına vardığımda annem:

– Niye geciktin diye sordu. Ben:

– Hz. Peygamber beni bir iş için göndermişti, dedim. Annem:

– O iş neydi, diye sordu. Bunun üzerine ben:

– Resûlullah’ın sırrıdır, dedim. Annem:

– Öyleyse Resûlullah’ın sırrını muhafaza et, dedi. Bu hadisi rivayet eden Sabit der ki:

– Enes bana “Eğer onu birisine söyleyecek olsaydım sana söylerdim ey Sabit!” dedi. (İbn Hanbel, III, 195)

Abdullah bin Ca’fer anlatıyor:

“Bir gün Fahr-i Kâinât beni terkisine aldı. Bana sır olarak bir söz söyledi. Ben onu hiçbir kimseye söylemem.” (Müslim, Hayız, 79)

ÇOCUĞUN OYUN OYNAMA HAKKI

Peygamber Efendimiz çocukların oyun oynamalarını da tabiî bir ihtiyaç olarak görmüştür. Meselâ kendisine hizmet eden küçük yaştaki Enes’in, gönderdiği yere gitmeyip çocuklarla birlikte oyuna dalmasını müsamaha ile karşılamıştır. Söz konusu olayı Hz. Enes şöyle hikâye eder:

...Resûlullah bir gün beni bir yere göndermek istedi. Ben:

– Vallahi gitmem, dedim. Hâlbuki içimden gitmeye karar vermiştim. Çünkü emri veren Allah’ın Nebîsi idi. Yola çıktım, sokakta oynayan çocukların yanlarına vardım (ve orada oyalandım). Derken Allah Resûlü arkamdan gelerek ensemden tuttu. Dönüp baktığımda gülümsüyordu.

“– Enescik! Söylediğim yere gittin mi?” diye sordu.

– Hemen gidiyorum Yâ Resûlallah, dedim. (Müslim, Fedâil, 54)

Bir keresinde de Efendimiz toprakla oynayan çocuklara rastlamış, sahâbeden biri onlara bunu yasaklamak isteyince Hz. Peygamber:

“– Bırak onları! Toprak çocukların ilkbaharıdır.” buyurmuştur. (Heysemî, VIII, 159)

Bunun yanında Resûlullah’ın torunları Hasan ve Hüseyin ile oynadığı, onları sırtına alarak gezdirdiği, ayrıca amcası Abbâs’ın çocukları arasında koşu yarışı düzenlediği olmuştur.

Abdullah bin Hâris diyor ki:

Resûlullah Abbas’ın çocukları Abdullah, Ubeydullah ve Kesîr’i yanyana getirir ve şöyle derdi:

“– Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!” Çocuklar da koşarak gelirler, kimi Resûlullah’ın sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı. (İbn-i Hanbel, I, 214)

KARANLIK BASTIĞINDA ÇOCUK EVDE OLMALI

Bununla birlikte Efendimiz çocukların akşam karanlık bastığında dışarıda bulunmalarının mahzurlu olduğunu belirtmiş ve bu hususta velileri uyarmıştır. (Buhârî, Eşribe, 22; Müslim, Eşribe, 97)

Peygamberimiz büyüklere, yapamayacakları şeyleri çocuklarına vaad etmemelerini tenbih etmiş, böylece ahde vefa hususunda örnek olmaları gerektiğine dikkat çekmiştir.

Abdullah bin Âmir anlatıyor:

Bir gün Resûlullah bizim evimizdeyken annem beni çağırarak:

– Gel sana bir şey vereceğim, dedi. Resûlullah anneme:

“– Ona ne vermek istemiştin?” dedi. Annem:

– Bir hurma vermek istemiştim, deyince Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“– Haberin olsun, eğer ona bir şey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan (günahı) yazılırdı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80; İbn-i Hanbel, III, 447)

Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem şöyle buyurmaktadır:

“Kim bir çocuğa, buraya gel sana bir şey vereceğim der de sonra vermezse onun için bir yalan günahı yazılır.” (İbn-i Hanbel, II, 452)

BABA ÇOCUKLARIN GEÇİMİNİ SAĞLAMALI

Fahr-i Kâinât babalarından sonra çocukların ekonomik yönden muhtaç duruma düşmelerine mâni olmak için gerekli önlemleri almıştır. Malının tamamını Allah yolunda harcanmak üzere vasiyet etmek isteyen Sa’d bin Mâlik’in bu tavrını hoş karşılamamış, çocuklarına ne bıraktın diye sormuş, bir şey bırakmadığını öğrenince de malının onda dokuzunu çocuklarına bırakmasını söylemiştir. Sa’d’ın ısrarı üzerine üçte birini vasiyet etmesini istemiş ve onu bile çok bulduğunu belirtmiştir. (Tirmizî, Cenâiz, 6)

ÇOCUKLAR SAVAŞTAN UZAK TUTULMALI

Bunun yanında Hz. Peygamber çocukları, savaş gibi yaşlarına uygun olmayan alanlarda istihdam etmekten kaçınmıştır. İbn-i Ömer diyor ki:

On dört yaşında iken bir orduya iştirak etmek üzere beni Resûlullah’a takdim ettiler de o, katılmamı uygun bulmadı. Ancak daha sonra on beş yaşında iken tekrar orduya katılmam teklif edildiğinde bu kez kabul etti. (Tirmizî, Cihâd, 32)

Sa’d bin Ebî Vakkâs anlatıyor:

Bedir gününde Hz. Peygamber’in bizi denetlemesinden önce kardeşim Umeyr’in gizlendiğini gördüm. Ona:

– Neyin var kardeşim ne oluyor, dedim. O bana şu cevabı verdi:

– Resûlullah’ın beni küçük görüp Bedir’e kabul etmemesinden korkuyorum. Ben de cihada çıkmak istiyorum. Umarım Allah bana şehitlik nasip eder.

Bu durum Efendimiz’e arz edilince Umeyr’i küçük bulup Bedir’e iştirakini kabul etmedi. Ancak Umeyr’in üzülüp ağlaması üzerine Hz. Peygamber ona izin verdi. (İbn-i Sa’d, III, 149, 150)

Hâlbuki Umeyr o dönemde çocukluk yaşını da aşmıştı. Nitekim onun on altı yaşında iken Bedir’de şehit düştüğü ifade edilmektedir. (İbn-i Sa’d, III, 149)

Resûlullah’ın Zeyd bin Harise, Berâ bin Âzib, Zeyd bin Erkam, Ebû Saîd el-Hudrî ve Câbir bin Abdillah gibi sahâbîleri de küçük bularak Uhud savaşına kabul etmediği nakledilmektedir. (Hâkim, II, 67)

ÇOCUKLAR ARASINDA AYRIM YAPILMAMALI

Resûl-i Ekrem anne babanın çocukları arasında adaletle muamele etmelerini emir ve tavsiye etmiştir. Bu konuda çocukların kız erkek, büyük küçük, öz veya üvey olması arasında fark yoktur. Dolayısıyla ebeveyn, hediye ve miras gibi maddî konularda nasıl adaletli olmak zorunda ise sevgi, ilgi ve şefkat gibi manevî hususlarda da bütün çocuklarına karşı âdil olmalıdır.

Nu’mân bin Beşîr’in anlattığına göre, babası onu Resûlullah’a götürdü ve:

– Ben, sahip olduğum bir köleyi bu oğluma verdim, dedi. Resûlullah:

“– Buna verdiğini diğer çocuklarına da verdin mi?” diye sordu. Babam Beşir:

– Hayır, vermedim, dedi. Resûlullah:

“– O halde hibenden dön.” buyurdu.

Müslim’in bir rivayetine göre, Hz. Peygamber:

“– Bu hibeyi çocuklarının hepsine yaptın mı?” buyurdu. Beşir:

– Hayır, yapmadım, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz:

“– Allah’tan korkunuz; çocuklarınız arasında adaletli davranınız.” buyurdu.

Neticede babam da hibesinden döndü ve derhal o bağışını geri aldı. (Müslim, Hibât 13)

Hz. Enes anlatıyor:

Adamın biri Peygamber Efendimiz’in yanında iken oğlu geldi. Adam oğlunu öptü, kucağına oturttu. Derken biraz sonra adamın kızı geldi. Adam kızını (öpmeden) önüne oturttu. Bunun üzerine âlemlere rahmet Efendimiz:

“– İkisine eşit davransaydın ya!” buyurdu. (Heysemî, VIII, 156)

Câhiliye devrinde hor görülen, erkek çocuklar yanında ikinci plana itilen, hatta zaman zaman diri diri toprağa gömülen kız çocukları, İslâm’ın gelişiyle birlikte aile fertleri arasındaki konumuna ve eğitimlerine bilhassa önem verilerek toplumda âdil bir statü kazanmışlardır. Onlara ihtimam gösterilerek eğitimlerini teşvik eden bazı hadîs-i şerifler şöyledir:

“Kimin bir kız çocuğu olur da, onu toprağa gömmez, hor görmez ve erkek çocuğunu ona tercih etmezse, Allah onu cennete koyar.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 121)

Hz. Peygamber parmaklarını bitiştirerek;

“Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyâmet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız.” buyurmuştur. (Müslim, Birr, 149)

Öte yandan hadis-i şeriflerde bülûğ çağına ermeden ölen kız veya erkek çocuklarının âhirette anne babaları için kurtuluş vesilesi olacağı belirtilmektedir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her Müslümanı Allah, çocuklara olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar.” (Buhârî, Cenâiz, 6)

Fahr-i Kâinât kadınlara yaptığı bir va’z u nasihatte:

“– Sizden (henüz ergenlik çağına gelmemiş) üç çocuğunu âhirete gönderen her kadın için bu çocuklar cehenneme karşı mutlaka siper olur.” buyurmuştu.

İçlerinden bir kadın:

– Bu durum iki çocuk gönderenler için de geçerli midir, dedi. Bunun üzerine Resûlullah:

“– Evet, iki çocuk gönderen için de durum aynıdır.” cevabını verdi. (Buhârî, İlim, 36; Müslim, Birr, 152)

Konuyla ilgili dikkat çekici bir başka hadîs-i şerif ise şöyledir:

“Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Allah Teâlâ meleklerine hitaben:

 – Kulumun çocuğunun ruhunu mu aldınız! buyurur.  Melekler:

– Evet Yâ Rabbî! derler.  Allah Teâla:

– Onun gönül meyvesini mi kopardınız? buyurur. Melekler:

– Evet Yâ Rabbî, derler. Hak Teâlâ hazretleri:

– Peki, kulum ne dedi? buyurur. Melekler derler ki:

– O Sana hamdetti ve biz Allah için varız, O’na döneceğiz, diyerek yalnız Sana iltica etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:

– Kulum için cennette bir ev inşa edin ve adını da Beytü’l-Hamd (Hamd evi) koyun.” (Tirmizî, Cenâiz, 36)

Yine ölmüş çocuğuna gösterdiği derin tahassür nedeniyle Efendimiz’in duasını alan ve bu dua sebebiyle uzunca yaşayan şu hanım sahabinin hikâyesi de oldukça hissiyat doludur. Ümmü Kays bint-i Mihsan anlatıyor:

Oğlum ölmüştü. Bu sebeple çok üzüldüm. Onu yıkayan kimseye:

– Yavrumu soğuk su ile yıkama, onu öldüreceksin, dedim.

Bunun üzerine Ukkâşe bin Mihsan hemen Efendimiz’e gidip kadının söylediklerini haber verdi.

Resûlullah ise tebessüm etti ve şöyle buyurdu:

“– Böyle mi söylüyor? O hâlde onun ömrü uzamıştır.”

Ukkâşe hazretleri diyor ki:

“Biz bu kadın gibi uzun yaşayan bir başkasını bilmiyoruz.” (Nesâî, Cenâiz, 29)

ÇOCUĞA HAYIR DUA EDİLMELİ

Çocuklarımızın yetişmesi hususunda gösterilecek ilgi ne kadar ehemmiyetli ise haklarında yapılacak hayırlı dualar da o derece önem arz etmektedir. Onların yaramazlıkları karşısında öfkemize hâkim olarak haklarında kötü söz söylemek veya beddua etmekten kaçınmalıyız. Nitekim Fahr-i Kâinât’ın uygulamalarında ve tavsiyelerinde bu durumu hep müşahade etmekteyiz. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz, mallarınıza da beddua etmeyiniz. (Zira bu durum) dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.” (Müslim, Zühd, 74)

Mus’ab bin Abdillâh anlatıyor:

“Abdullah bin Sa’lebe hicretten dört sene önce doğmuştu. Mekke’nin fethedildiği sene Resûl-i Ekrem’e götürüldü. O da çocuğun yüzünü eliyle sıvazladı ve hayatının bereketli olması için duada bulundu. Resûlullah vefat ettiğinde çocuk on dört yaşında idi.” (Hâkim, III, 315)

Peygamberimiz Abdullah bin Ca’fer’e uğramıştı. O bir çocuk olduğu hâlde alış veriş yapıyordu. Resûlullah:

“Allah’ım! Onun alış verişini bereketli kıl” diye dua etti. (Heysemî, IX, 286)

Abdullah bin Ca’fer der ki:

“Hz. Peygamber eliyle başımı üç defa sıvazladı ve «Allahım! Abdullah’a evlât ihsan eyle!» diye dua etti.” (Hâkim, I, 528)

Çocuk yaşlarda sık sık Efendimiz’in yanında bulunma şerefine erişmiş olan İbn-i Abbas bir hatırasını şöyle anlatır:

Resûlullah, hanımlarından (teyzem) Meymûne’nin evinde idi. Ben de ona abdest suyu hazırlamıştım. Teyzem Resûlullah’a dedi ki, Abdullah sana abdest suyu hazırladı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem bana şöyle dua etti:

“Allah’ım! Onu dinde ince anlayış sahibi kıl ve ona te’vili (Kur’ân’ın tefsirini) öğret!” (Hâkim, III, 610)

Hz. Enes anlatıyor:

Hz. Peygamber evimize gelmişti. Anneciğim ona ikramda bulunmak üzere hurma ve yağ getirdi. Peygamber:

“– Yağınızı tulumuna, hurmanızı da kabına geri koyunuz. Çünkü ben orucum.” buyurdu.

Sonra kalkarak evin bir tarafında nafile namaz kıldı. Ardından annem Ümmü Süleym ve ev halkına dua etti. Ümmü Süleym:

– Ya Resûlallah, benim bir hâssacığım[2] var (ona da dua buyur), dedi. Resûlullah:

“– Hâssacık nedir?” diye sordu. Ümmü Süleym:

– Hizmetçin Enes’tir, cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah:

“Allah’ım! Onu mal ve evlât ile rızıklandır ve bunları kendisi için hayırlı ve bereketli eyle!” buyurarak, dünya ve ahiretin hiçbir iyiliğini bırakmayacak şekilde bana dua etti. İşte bu yüzden ben, mal bakımından Ensar’ın en zenginlerindenim. Kızım Ümeyne bana, Haccâc’ın Basra’ya gelişine kadar neslimden yüz yirmi küsur kişinin defnedildiğini söyledi. (Buhârî, Savm, 61; İbn-i Hanbel, III, 108)

Velîd bin Ukbe der ki:

“Efendimiz Mekke’yi feth ettiği zaman Mekkeliler çocuklarını Resûlullah’a götürüyor, o da onların başlarını sıvazlıyor ve kendilerine dua ediyordu.” (İbn-i Hanbel, IV, 32)

Çocuk yaşta Resûlullâh’ın duasını alan bütün bu sahâbîlerin hayat hikâyelerine bakıldığında, çok bereketli bir ömür yaşadıkları görülmektedir. Bazıları maddeten, bazıları ilmî yönden, diğer bir kısmı da her iki cihetten muhtelif mazhariyetlere nâil olmuşlardır.

Dipnotlar:

[1] Muhtemelen bu namaz söz konusu vakitten önce kılınan sünnet namazdır. Hz. Peygamber’in teberrüken nafile namazları bazan cemaatle kıldırdığı olmuştur. (Müslim, Mesâcid, 266-271) [2] Hâssa kelimesinin ismi tasğîri olan “Huvaysa” (Hassacık) kelimesi, “hizmete has/tahsis edilen küçük anlamında kullanılmıştır.

Kaynak: Üsve-i Hasene 2, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ NASIL BİR BABAYDI?

Peygamber Efendimiz Nasıl Bir Babaydı?

ÇOCUĞA DİNİ EĞİTİM NASIL VERİLMELİ?

Çocuğa Dini Eğitim Nasıl Verilmeli?

3-6 YAŞ ARASINDAKİ ÇOCUKLARDA DİNİ EĞİTİM

3-6 Yaş Arasındaki Çocuklarda Dini Eğitim

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.