İslam'da Af ve Mağfiretin Ehemmiyeti

Canı Allah vermiştir ve ancak O geri alabilir. Bu sebeple haksız yere bir cana kıymak, Allâh’a karşı işlenmiş çok büyük bir cürümdür. Zira İslâm nazarında her bir can, bütün insanlığa denk bir kıymet ifâde etmektedir.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:

“…Kim, bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir kişiyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canın hayatta kalmasına vesîle olursa, bütün insanlara hayat bahşetmiş gibi olur…” (el-Mâide, 32)

CANA KIYMANIN CEZASI

İslâm, insanları cana kasdetme günahından uzaklaştırmak için caydırıcı bir ceza koymuştur. Buna göre haksız yere adam öldüren kimse kısâsen öldürülür. Bir kişinin öldürülmesine çok sayıda insan iştirak etmiş olsa, hepsine de aynı ceza verilir.[1] Başkasının canına kıymak bir tarafa, kişinin kendi canına kasdetmesi bile şiddetle yasaklanmış ve intihar etmek büyük günahlardan sayılmıştır. Buna verilecek ceza da çok ağır ifadelerle ortaya konulmuştur.[2]

İslâm’ın insanı bu derece mükerrem sayması sebebiyle Rasûlullah r, düşmanlarıyla bile savaşmamak için elinden gelen bütün gayreti sarf ederdi. Onlarla anlaşabilmek için her türlü kolaylığı gösterir, savaşa ilk başlayan olmaz, düşman başlarsa o zaman hücûm ederdi. Savaşmak zorunda kalınca da az sayıda insanın ölmesi için akıllıca taktikler uygulardı. Çoğu zaman düşmanlarını, kimsenin kanı dökülmeden teslim olmaya mecbur bırakır, sonra da onları affederdi.

AFFETMENİN KARŞILIĞI

Nitekim Mekke’yi kimsenin burnu bile kanamadan fethettiğinde, bütün düşmanları Allah Rasûlü’nün eline geçmişti. Ancak o hepsini affetti ve:

“–Bugün merhamet günüdür. Gidebilirsiniz, serbestsiniz!” buyurdu.[3]

Sonra, kendisine en büyük düşmanlığı yapan Ebû Leheb’in oğullarını sordu. Amcası Hazret-i Abbâs’a:

“–Kardeşin Ebû Leheb’in iki oğlu Utbe ve Muattib nerede kaldılar? Onları göremedim?!” buyurdu. Abbas -radıyallahu anh-:

“–Herhalde Kureyş müşriklerinden uzaklara çekip gidenlerle birlikte onlar da kaçmışlardır.” dedi. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“–Onları bulup bana getir!” buyurdu.

Abbas -radıyallahu anh- hayvanına binip Ebû Leheb’in oğullarını aramaya gitti. Bulduğunda:

“–Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- sizi çağırıyor!” dedi. Onlar da derhâl hayvanlarına binip Hazret-i Abbas’la birlikte Allah Rasûlü’nün huzûruna geldiler. Peygamber Efendimiz onları İslâm’a davet edince, hemen müslüman oldular. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- onların İslâm’a girmesine çok sevindi. Ellerinden tutup Mültezem’e[4] götürdü ve onlar için bir müddet Allâh’a duâ etti. Sonra döndü. Yüzünde büyük bir sürur müşâhede ediliyordu. Abbas -radıyallahu anh-:

“–Yâ Rasûlâllah! Allah Teâlâ Siz’i dâimâ mesrur kılsın! Mübârek yüzünüzde büyük bir sevinç görüyorum?!” dedi. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“–Evet! Rabb’imden amcamın oğullarını benim için bağışlamasını niyâz ettim, O da bağışladı!” buyurdu.

Utbe -radıyallahu anh- ile Muattib -radıyallahu anh- artık Efendimiz’den hiç ayrılmıyorlardı. O’nunla birlikte Mekke yakınlarındaki Huneyn’e gittiler. Huneyn Gazvesi esnâsında bir an bozgun yaşandığında dahî onlar Allah Rasûlü’nün yanından hiç ayrılmadılar. Hattâ Muattib -radıyallahu anh- o gün Peygamber Efendimiz’i müdâfaa ederken gözünden isâbet aldı.[5]

MEKKE'NİN FETHİNDE AF VE MERHAMET

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-, bunlar gibi uzaklara kaçan birçok önde gelen Mekkeliye emân verip yanına çağırdı ve hepsini affetti.[6]

Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâfirlerin bile hayatta kalmasını istiyor, oların ve nesillerinin hakîkati idrak ederek tek Allâh’a îman etmesi için duâ ediyordu. Zira “Çıkmadık candan ümit kesilmez!” denilmiştir. İnsanları öldürdüğünüzde onların Allah Teâlâ’yı tanımaları ve O’na îmân etmeleri gibi bir ümit de ortadan kalkmış olmaktadır.

Ve nihâyet Cenâb-ı Hak ölüden diriyi çıkardı ve Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem-’in bu arzusunu tahakkuk ettirdi. Allah’tan gelen bir rahmet sâyesinde Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- öyle güzel bir siyâset tâkip etti ki, en azılı düşmanlarının birçoğu kendi arzusuyla müslüman olduğu gibi hemen hemen hepsinin çocukları da îmân ettiler ve insanlıkta zirve şahsiyetler hâline geldiler. Efendimiz’in hadîs-i şerîflerini ve İslâm ahkâmını bize nakleden râvîlere baktığımızda, pek çoğunun atalarının müşrik olduğu görülür. Hattâ Allah Rasûlü’ne en şiddetli düşmanlığı yapan insanların çocukları bile daha sonra büyük İslâm âlimi olmuşlardır.

Dipnotlar:  [1] Bkz. Buhârî, Diyât, 21. [2] Bkz. Buhârî, Tıbb, 56; Müslim, Îmân, 175. [3] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835, III, 352; İbn-i Sa’d, II, 142-143; Ali el-Müttakî, Kenz, no: 30173. [4] Mültezem: Kâbe’nin kapısı ile Hacer-i Esved arasında kalan kısımdır. Peygamber Efendimiz Mültezem’de durup sadrını, yüzünü, kollarını ve avuçlarını Kâbe’nin duvarına koymuş, kollarını ve ellerini iyice yayarak duâ etmiştir. (Ebû Dâvûd, Menâsık, 54/1899) Bir hadîs-i şerîfinde de: “Hacer-i Esved ile Makam-ı İbrâhîm arası Mültezem’dir. Burada duâ eden hastalar şifâ bulur.” buyurmuştur. (Heysemî, III, 246) [5] Bkz. İbn-i Sa‘d, IV, 60, Süyûtî, Hasâisü’l-Kübrâ, II, 82; Halebî, İnsânu’l-Uyûn, III, 48. [6] Meselâ bkz. Muvatta’, Nikâh, 44-45; Tirmizî, İsti’zân, 34/2735; Hâkim, III, 269/5055, 271/5059; Vâkıdî, II, 851-853.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.