İslam’a Göre Tenasüh Var mı?

Rûhun bir bedenden diğer bir bedene geçerek dünyadaki var­lı­ğını kesintisiz olarak devam ettirdiğini, iyi kimselere ait ruhların yüce şah­siyetlere, kötü kimselere ait ruhların ise hayvan­lara intikal ettiği iddia edilir. Buna tenâsuh (reenkarnasyon) denir.

İslam’dan önce eski Mısırlılarda, Yunanlılarda ve bazı Yahudilerde tenâsuh (reenkarnasyon) inancı mevcuttu. İslam tarihinde de Kaderî ve Râfizîlerin bazı gulât (aşırı) kısımlarında ortaya çıkmıştır.[1]

İSLAM’DA REENKARNASYON VAR MI?

İslâm, tenâsuhu kabul etmez. Bu inanç, imanla ve bilhassa âhiret inancıyla bağdaşmaz. Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:

“Onların ateşin karşısında durdurulup «Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!» dediklerini bir görsen!.. Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.” (En‘âm, 27-28)

“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında: «Rabbim! Beni geri gönder de boşa geçirdiğim dünyada sâlih bir amel işleyeyim» der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar bir perde vardır.” (Mü’minûn, 99-100)

“Onlardan önce nice kavimleri helak ettiğimizi görmüyorlar mı?! Onlar bunlara tekrar dönüp gelmezler.” (Yâsîn, 31)[2]

İNSANIN YARATILIŞ SAFHALARI

İnsanın yaratılış safhalarını anlatan âyetten sonra şöyle buyrulur:

“Sonra siz bunun arkasından muhakkak öleceksiniz. Sonra da kıyamet günü muhakkak diriltileceksiniz.” (Mü’minûn, 15-16)

Şehidler tekrar tekrar dünyaya döndürülüp Allah yolunda defalarca şehid olmak isterler, ancak Cenâb-ı Hak:

“Ben daha önce, «Ölenler artık dünyaya geri dönmeyecekler!» diye hükmettim” buyurur. (Tirmizî, Tefsîr, 3/3010)

Yine kabirde meleklerin sualleri ve kişinin durumuna göre kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukur olduğu ile alâkalı pek çok rivayet mevcuttur.[3] Bütün bunlar rûhların başka bir bedene göç etmediğini ve insanlar çağırdığında gelemeyeceğini göstermektedir. Zira ruh hesap vermek, amellerinin karşılığını almak gibi çok mühim işlerle meşguldür, başka bir şeyle uğraşmaya hâli yoktur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Herkes, yaptığı işlerin rehini ve esîridir.” (Müddessir, 38)

Tenâsuha inananlar, bu dünyada yapılan amellerin karşılığı için binlerce yıldan daha uzun bir hayatın gerekli olduğunu idrâk edemediklerinden böyle düşünüyorlar. Aynı uzunluktaki bir hayata yeniden doğuşun, mükâfât ve ceza meselesini çözmede yetersiz kalacağı aşikârdır. Diğer taraftan, iyi ve kötü fiillerin katlanarak katmerli bir şekilde bir hayattan diğerine aktarılmasıyla bu iş daha karmaşık hâle gelecektir. Bu durumda, bir insanın hesabı hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.

Tenâsuh akîdesi ahlâkî nedensellik ihtiyacını tatmin etmekten ve insanın mesuliyetini temellendirmekten uzaktır. Zira insan, var olduğu iddia edilen önceki hayatını hatırlamadığına göre şu anda hangi sebeple mükâfatlandırıldığını veya cezalandırıldığını bilemeyeceği için böyle bir mükâfat veya ceza anlamsız kalır ve ahlâkî açıdan hiçbir fayda sağlamaz.

TENASÜH AKİDESİ

Bu tutarsızlıkların yanısıra tenasuh akidesi, kalıtım yoluyla ebeveynden çocuklara intikal eden ruhî-bedenî husûsiyetleri ve dünyada sürekli olarak devam eden nüfus artışını makul bir şekilde izah edemez.

Hipnoz edilip önceki asırlardan haber veren insanlara, -şâyet doğru bilgiler naklediyorlarsa- bu bilgileri uzun ömürlü cinler veya şeytanlar vermektedir. İnsanlar da bu yalancı cinlere aldanıp o insanın daha önce dünyada yaşadığını zannetmektedir.

İnsanın hiç yaşamadığı bir hâdiseyi daha önce yaşamış, ya da hiç görmediği bir yeri görmüş gibi bir duyguya kapılması da, ya gaybî varlıklarla olan iletişimin sonucu, ya beyindeki algılamaların karışması veya uyku esnâsında bedenden ayrılan nefsin algıladığı şeyler sebebiyle olabilir. Zira Zümer sûresinin 42. âyetinde Allah Teâlâ, uyku esnasında nefsi bedenden ayırdığını beyan etmektedir.

REENKARNASYON SAÇMALIKTIR

Fransız filozofu Rene Guenon, Ruhçu Yanılgı isimli eserinde reenkarnasyonu modern, batılı bir buluş olarak tanımlar ve onu basit bir felsefî kavram olarak vasıflandırır. Hatta kendi ifadesiyle reenkarnasyon, “aşağı seviyede bir felsefi kavrayıştır ve tamamıyla saçmadır, filozoflarda pek çok saçmalıklar vardır. Fakat onlar hiç olmazsa bu saçmalıkları genelde hipotezler olarak sunarlar. Neo-spritualistler ise filozoflardan daha çok yanılgı içindedirler.”

Rene Guenon’a göre sprit ve okultistlerin (ruhçu ve gizli, sırrî bilimcilerin) iddialarının aksine, tabiatta reenkarnasyonu destekleyici hiçbir delil bulunmuyor. Buna karşılık aksini ispat eden pek çok hâdiseye rastlanıyor.[4]

Bazıları da ruh çağırıp onlarla konuştuklarını, hatta büyük veliler ve peygamberlerle bağlantı kurduklarını iddia etmektedir. Âdetleri, yalan söyleyip başkalarının akıllarını çelmek olan kötü insanlar olduğu gibi böyle davranan cinler de mevcuttur. Ruh çağırma esnâsında oraya gelip konuşan varlığın, azgın bir şeytan olmadığı nereden bilinebilir? Büyüklük ve peygamberlik iddia eden sapıkların ortaya attığı ahmaklıkların kaynağının bu şeytanlar olduğu bilinmektedir.[5]

Şeytanın muhtelif aldatma metodları vardır. Cahiliye döneminde şeytanın, putların içine girip putperestlerle konuştuğu olurdu. Nitekim Mekke fethinden sonra Nâile ve Uzzâ isimli putlardan yaşlı ve çirkin bir kadın kılığında bir varlık çıkıp bazı sahâbîlere görünmüştür.[6] İslâm, putları ortadan kaldırdıktan sonra şeytan, insanları aldatmak için başka usullere başvurmaktadır.

[1] Bağdâdî, el-Fark beyne’l-fırak, Beyrut 1990, s. 272.

[2] Ayrıca bkz. A‘raf, 53; İbrahim, 44; Nahl, 78; Meryem, 67; Enbiyâ, 95; Fâtır, 37; Münâfikûn, 10-11.

[3] Buhârî, Cenâiz, 68, 87; Müslim, Mesâcid, 123.

[4] Bkz. Rene Guenon, Ruhçu Yanılgı, İstanbul 1996; M. Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Konya 1995; Celal Kırca, İslam Dinine Göre Reenkarnasyon, Kayseri 1986; Mustafa Çetin, Kur’ân Işığında Reenkarnasyon, Ankara 1990.

[5] Bûtî, Kübra’l-yakîniyyâti’l-kevniyye, s. 284.

[6] Beyhakî, Delâil, V, 75-76; Vâkıdî, Meğâzî, III, 873; İbn-i Saʻd, Tabakât, II, 146, Ezrakî, Ahbâru Mekke, I, 127; Ebü’l-Münzir Hişam, Kitâbu’l-esnâm, s. 25.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

 

 

İslam ve İhsan

RUH ÇAĞIRMA VAR MIDIR?

Ruh Çağırma Var mıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.