İslam’a Göre Giyim Kuşam Nasıl Olmalıdır?

İslam’da giyim kuşam ve tesettür nasıldır? Müslümanın kadının giyim şekli olmalıdır? Müslüman erkek nasıl giyinmelidir? İşte dinimize göre giyinme adabı...

Tesettür (örtünme) diğer bütün canlılar arasında sadece insana ait bir husûsiyet ve meziyet olup çıplaklık öteden beri bütün toplumlarda arsızlık ve hayâsızlık olarak görülmüştür. Bütün semâvî dinler örtünmeyi emretmiştir. Râhibelerin örtünmeleri bunun açık bir delilidir. Ancak, fertler ve toplumlar öteden beri kültür, iklim, moda, toplumsal çözülme, yabancılaşma ve başıboşluk gibi faktörlerin tesiriyle bu konuda farklı farklı ölçü ve anlayışlara sahip olagelmişlerdir.

KUR’AN’A GÖRE GİYİM NASIL OLMALIDIR?

İslâm, aynı ve karşı cinsler arası mahremiyet, yakınlar ve yabancılara karşı örtünme, kadınların erkeklerle bir arada bulunması, dokunma, bakma gibi husûsî hayatla alâkalı bir takım hükümler getirmiştir. Kur’ân’da kadınların ev dışına çıkarken üzerlerine örtü (cilbâb) almaları, erkek ve kadınların gözlerini haramdan sakındırmaları, iffetlerini korumaları, kadınların zinet yerlerini göstermemeleri, başörtülerini yakalarının üzerine kavuşturmaları ve bağlamaları istenmiştir. (Ahzâb, 59; Nûr, 30-31, 60)

Kadınlar; el, yüz ve ayakları hariç bütün vücutlarını, erkekler de diz kapağı ile göbek arasını örtmelidir. Avret yerlerini gösterecek kadar ince, vücut hatlarını belli edecek kadar dar elbise giyilmemelidir. Bunun dışında, her erkek ve kadın, avret yerlerini örtmek kaydıyla şahsî ve mahallî zevkine, kültürüne, şart ve imkânlarına göre giyinebilir.

İffetli Müslümanlar kılık kıyafetlerine çok dikkat ederler. Kıyafetin gösteriş ve övünmek için değil, vücûdun mahrem yerlerini yabancılardan gizlemek ve zarif görünmek için giyildiğini bilirler. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“Ey Âdemoğulları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise bahşettik. Takvâ elbisesi ise daha hayırlıdır.” (A‘râf, 26)

“Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle; (bir ihtiyaç için dışarı çıktıklarında) dış kıyâfetlerini üzerlerine alsınlar! Bu, onların (iffetli kadınlar olarak) tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, rahmet edicidir.” (Ahzâb, 59)

Rasûlullah (s.a.v), Hz. Âişe’nin kardeşi Esmâ’nın ince bir elbise giydiğini görünce başını çevirmiş ve:

“–Ey Esmâ! Bülûğa erdikten sonra kadınların, -yüzüne ve eline işâret ederek- şu ve şundan başka bir yerinin görülmesi doğru olmaz” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Libâs, 31/4104)

Yine birgün Âişe vâlidemiz kızkardeşi Esmâ ile birlikte oturuyorlardı. Peygamberimiz içeri girdi. Esmâ’nın üzerinde geniş kollu Şâmî bir elbise mevcuttu. Efendimiz Esmâ’yı görür görmez derhal dışarı çıktı. Hz. Âişe, kardeşine:

“−Uzaklaş, Rasûlullah sende hoşlanmadığı bir şey gördü” dedi.

Esmâ (r.a.) çıkınca Allah Rasûlü (s.a.v) içeri girdi. Âişe vâlidemiz bu davranışının sebebini sorduğunda:

“−Görmüyor musun durumu? Müslüman bir kadının ancak şu kadarı görünebilir” buyurdu ve elleriyle kendi yenlerini tutup parmaklarına kadar örttü, sonra da elleriyle şakaklarını örterek sadece yüzünü açık bıraktı. (Heysemî, V, 137)

GİYİNMİŞ ÇIPLAKLAR

Rasûlullah (s.a.v), sadece süslenmek için giyinen, dışarı çıkarken câzip ve dikkat çekici kıyafetler kullanan ve vücut hatlarını belli edecek şekilde dar ve şeffaf elbiseler giyen kimseler hakkında “giyinmiş çıplaklar” tâbirini kullanmıştır. Şöyle buyurur:

“Cehennemliklerden henüz görmediğim (daha sonra ortaya çıkacak) iki grup vardır: Bunlardan biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluktur. Diğeri, giyinmiş oldukları hâlde çıplak görünen (vücûdunun bir kısmını açan, ince ve dar giyinen, Allah Teâlâ’nın nimetleri her taraflarını kuşattığı hâlde şükrünü edâ etmeyen ve onlarla hayır yapmayan), Cenâb-ı Hakk’a itaatten ayrılan, kendi işlediği kötülükleri başkalarına da öğreten, gurur ve kibirle salınarak yürüyen ve başları deve hörgücü gibi olan kadınlardır. İşte bu kadınlar Cennet’e giremezler. Hatta onun çok uzak mesâfeden hissedilen kokusunu dahî alamazlar.” (Müslim, Cennet, 52)

Dıhye (r.a) der ki:

“Rasûllullah Efendimiz’e, kubtiyye denilen Mısır’da dokunmuş ince kumaşlar getirilmişti. Onlar­dan birini bana verdi ve:

«–Bunu ikiye böl, birini kendine gömlek dik, diğerini de hanımı­na ver, kendisine başörtüsü yapsın!» buyurdu. Ben tam döndüm giderken:

«–Hanımına söyle, bu ince kumaşın altına, vücûdunu göstermeyen başka bir elbise daha giysin!» buyurdu. (Ebû Dâvûd, Libâs, 36/4116. Krş. Muvatta’, Libâs, 6)

İffet timsâli Hz. Fâtıma (r.a.) ölüm hastalığındayken Esmâ bint-i Umeys’e:

“–Ey Esmâ! Doğrusu ben kadınlara, (cenazelerinin yıkandığı esnâda) yapılanları beğenmiyorum. Kadının üzerine bir bez atıyorlar, bu da onun vücut hatlarını belli ediyor” demişti. Esmâ (r.a.):

“–Ey Rasûlullah’ın kızı! Sana Habeşistan’da gördüğüm bir şeyi anlatayım mı?” dedi ve taze hurma dalları istedi. Onları yay gibi eğdi ve üzerlerine bir elbise atarak (küçük çadır gibi bir şey yaptı). Bunu gören Hz. Fâtıma:

“–Bu ne güzel bir şey, kadın erkekten fark edilmiyor. Ben öldüğümde beni sen ve Ali yıkayın, yanıma başka birini sokma!” dedi.

Hz. Fâtıma vefat ettiğinde Hz. Âişe gelip yanına girmek istedi. Esmâ (r.a.):

“–Girme!” dedi. O da bunu babası Ebû Bekir’e şikâyet etti ve:

“–Hasʻam kabilesine mensup şu hanım benimle Rasûlullah (s.a.v)’in kızı arasına giriyor, ona gelin hevdeci gibi bir şey yapmış (onun içinde yıkıyor)!” dedi.

Ebûbekir (r.a) gelip kapıda durdu ve:

“–Ey Esmâ, Nebî r’in hanımlarını, O’nun kızının yanına koymayışının ve onun için gelin hevdeci gibi bir şey yapmanın sebebi nedir?” diye sordu. O da:

“–Fâtıma bana: «(Yıkanırken) yanıma kimseyi koyma!» diye emretmişti ve o hayattayken bu yaptığım (çadır gibi) şeyi ona göstermiştim de kendisi için de bunu yapmamı bana vasiyet etmişti” dedi.

Ebûbekir (r.a):

“–Onun sana söylediği şeyleri yap!” dedi ve gitti. Hz. Fâtıma’yı Ali (r.a) ile Esmâ (r.a.) yıkadılar. (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IV, 56/6930. Krş. Ebû Nuaym, Hilye, IV, 56; İbn-i Esîr, Üsüdü’l-gâbe, VII, 226)

Hz. Fâtıma (r.a.), ayrıca cenâzesini kimsenin görmemesini ve çok yakınları tarafından gece defnedilmesini vasiyet etti. Bu vasiyeti aynen yerine getirildi.

MÜSLÜMAN KADININ DIŞ TESETTÜRÜ NASIL OLMALIDIR?

Kılık kıyafet husûsunda umûmî yerlerde çok daha dikkatli olmak gerekir. Bilhassa umûma açık hamamlarda, havuzlarda ve sahillerde bu durum daha çok ehemmiyet kazanır. Hz. Âişe’nin yanına Şamlı kadınlardan bir grup gelmişti. Âişe (r.a.):

“–Sizler herhâlde, hanımları hamamlara giren (orada tesettüre dikkat etmeyen) bölgedensiniz!” dedi. Kadınlar; “Evet!” diye cevap verdiler. Hz. Âişe:

“–Ama ben, Allah Rasûlü’nün; «Elbisesini evinin hâricinde bir yerde çıkaran her kadın, mutlakâ Allah ile kendi arasındaki perdeyi yırtmış olur» buyurduğunu işittim” dedi. (Ebû Dâvûd, Hammâm, 1/4010; Tirmizî, Edeb, 43/2804)

Nerede olursa olsun yabancı erkek ve kadınların birbirlerine karşı tesettüre riâyet etmesi zâten zaruridir. Burada istenen dikkat ve hassasiyet, sadece kadınların bulunduğu mekânlar için sözkonusudur.

Müslümanlar, çalışırken veya spor yaparken de örtünmeye riâyet ederler. (Müslim, Hayz, 78)

İslâm, giyim kuşamda kadınlarla erkeklerin birbirlerine benzemesini yasaklar. Rasûl-i Ekrem Efendimiz, kadın gibi giyinen erkeklerin ve erkek gibi giyinen kadınların, rahmet-i ilâhiyeden uzak kalacağını beyân buyurur. (Buhârî, Libâs, 61; Ebû Dâvûd, Libâs, 28)

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Ebedi Yol Haritası İslam, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

GİYİM VE KUŞAM İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Giyim ve Kuşam ile İlgili Ayet ve Hadisler

PEYGAMBERİMİZİN GİYİM KUŞAM ADABI

Peygamberimizin Giyim Kuşam Adabı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.