İslam Dininde İki Bayram

İslâm dininde Ramazan ve kurban olmak üzere iki bayram vardır. Arapça’da îdü’l-fıtr ve îdü’l-adhâ şeklinde adlandırılan her iki bayram da hicretin 2. yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır.

Esasen Ramazan orucu ilk defa bu yıl (hicretin 2. yılından itibaren) farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren müminler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan bayramı veya bayramdan önce fitre (fıtır sadakası) verildiği için fıtır bayramı denilmiştir.

Türkiye’de bazı çevrelerde muhtemelen bayramda şeker, lokum ve tatlı ikramı şeklinde öteden beri var olan gelenekten dolayı buna şeker bayramı da denilmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in uygun olmayan bazı isimleri değiştirmesi ve özellikle dinî terim ve kavramların muhafazası konusunda hassasiyet göstermesi, bu şekilde bir adlandırmanın doğru olmayacağını göstermektedir.

Hicrî takvimin son ayı olan zilhiccenin onunda başlayan ve dört gün devam eden kurban bayramı ise bu günlerde kurban kesildiği için bu adla anılmıştır. Hac ibadeti hicretin 9. yılında farz kılınmakla birlikte kurban kesilmesi ve kurban bayramı namazı, oruç ibadeti ve ramazan bayramı gibi hicretin 2. yılında teşrî‘ kılınmıştır.

Ramazan bayramında müminler bir önceki ayı ibadetle geçirmenin ve Allah’ın rahmetine nâil olma ümidinin sevincini taşırlar. Kurban bayramı ise Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etmek istemesi ve İsmâil’in de buna razı olması, nihayet Allah’a karşı gösterilen büyük sadakatin karşılığı olarak hayvan kurban edilmesinin hâtırasını taşımakta ve müminler bu günlerde kurban kesmek suretiyle bu iki peygamberin Allah’a karşı verdikleri başarılı imtihanın sevincini yaşamaktadırlar.

Özellikle hacca gidenler ifa ettikleri hac ibadeti sırasında bu hâtıraları diğerleriyle de takviye ederek kurban bayramının sevincini daha büyük bir heyecanla tadarlar. Ayrıca bu iki bayramın, İslâm toplumunun eski dönemlerin izlerinden arınması ve müstakil bir kimliğe bürünmesinde de rol oynadığını söylemek gerekir. Nitekim Medine’ye hicret ettikten sonra, bura sakinlerinin İran’dan alınma Nevruz ve Mihricân bayramlarını kutladıklarını gören Hz. Peygamber, “Allah sizin için o iki günü daha hayırlı iki günle, kurban ve ramazan bayramlarıyla değiştirmiştir” (Müsned, III, 103, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Salât”, 245; Nesâî, “Salâtü’l-îdeyn”, 1) meâlindeki hadisiyle İran menşeli bu iki bayramın kutlanmasını yasaklamıştır.

BAYRAM NAMAZLARININ KILINMASI

“Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır” (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 3; Müslim, “Edâhî”, 7) meâlindeki hadise dayanarak ramazan ve kurban bayramlarının bayram namazının kılınmasıyla başladığını söylemek mümkündür.

Bununla birlikte kurban bayramına ait arefe gününün ayrı bir fazileti vardır; çünkü haccın en önemli rüknünü oluşturan vakfe bu günde yapılmaktadır. Bir hadiste de bayram gecelerini ihya etmenin ayrı bir fazileti olduğu ifade edilmiştir (İbn Mâce, “Sıyâm”, 68).

Kurban bayramında namazdan sonra ayrıca şartlarına sahip olan kimseler tarafından kurban kesilir. Müslümanlar bu günlerde birbirlerini ziyaret eder, bayramlaşır, yer, içer ve meşrû bir şekilde eğlenerek günlerini neşe ile geçirmeye çalışırlar.

Hz. Peygamber, “Arefe günü, kurban günü ve teşrik* günleri biz müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir” (Ebû Dâvûd, “Savm”, 50; Tirmizî, “Savm”, 59; Nesâî, “Menâsik”, 195) buyurmuştur. Bu sebeple ramazan bayramının ilk günü, kurban bayramında da dört gün oruç tutmak Hanefîler’e göre tahrîmen mekruh, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre haram kabul edilmiştir. Bu konuda Şâfiî ve Hanbelîler’in görüşünü paylaşan Mâlikîler ise kurban bayramının dördüncü gününde oruç tutmayı haram değil mekruh saymışlardır. Tebrik şekli olarak da ashabın birbiriyle karşılaştıklarında, “Allah bizden de sizden de kabul etsin” (تقبل الله منا ومنكم) dedikleri rivayet edilir (İbn Hacer, V, 119).

Bayramlara önceden hazırlanılması, bu günlerde temiz ve güzel elbiselerin giyilmesi, gusledilmesi, dişlerin fırçalanması, güzel kokular sürülmesi, güler yüzlü olunması, namazdan önce ramazan bayramında hurma vb. tatlı bir şey yenilmesi, kurban bayramında ise ilk olarak kurban etinden yenilmesi, namaza mümkünse yürüyerek gidilmesi ve dönüşte başka bir yolun kullanılması, çokça sadaka dağıtılması, fitrenin namazdan önce verilmesi, namaza giderken tekbir getirilmesi menduptur.

Kurban bayramında farz namazlardan sonra teşrik tekbiri getirilmesi Hanefîler’e göre vâcip, Hanbelî ve Şâfiîler’e göre sünnet, Mâlikiler’e göre ise menduptur. Hanefî ve Hanbelîler’e göre arefe günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit, Mâlikiler’e göre ise bayramın birinci günü öğle namazından dördüncü günü sabah namazına kadar on beş vakit tekbir getirilir. Şâfiîler’de bu iki görüş de bulunmakla birlikte uygulamada daha çok ilk görüş benimsenmiştir.

BAYRAM GÜNLERİNDE EĞLENCE VE OYUN

Bayram günlerinde İslâmî ölçüler içinde eğlenilmesi ve bazı oyunların oynanması câizdir. Bir bayram günü Âişe ile birlikte bulunan Hz. Peygamber’in yanında Buâs Harbi’ne ait ezgiler söyleyen iki kız çocuğuna müdahale etmek isteyen Hz. Ebû Bekir’e Resûlullah’ın, “Her milletin bayramı vardır, bu da bizim bayramımız” dediği (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 3; Müslim, “Salâtü’l-ʿîdeyn”, 16), yine bayram günleri mescidde mızrak kalkan oyunu oynayanları seyretmek isteyen Hz. Âişe’ye yardımcı olarak onunla beraber seyrettiği (Buhârî, “ʿÎdeyn”, 2; Müslim, “Salâtü’l-ʿîdeyn”, 17) bilinmektedir.

Bu iki bayramın dışında cuma gününün de müslümanlar için haftalık bir bayram olduğunu belirtmek gerekir. Bir hadiste cuma günü için “Şüphesiz bu, Allah’ın müslümanlara tahsis ettiği bir bayram günüdür. Cumaya gelecek kimse yıkanmalı, varsa güzel koku sürünmelidir; ayrıca misvak kullanmanızı da tavsiye ederim” (İbn Mâce, “İkāmetü’s-salât”, 83) denilmiştir.

Hz. Peygamber döneminde kutlanan bayramlar bunlardan ibaret olmakla birlikte sonraları İslâm dünyasında bazı önemli gün ve gecelerin de bayram gibi kutlandığı görülmektedir. Ancak âlimlerin çoğu bu vakitlerle ilgili olarak İslâm toplumlarında zamanla gelenekleşen bazı kutlama biçimlerine, dinî dayanağı bulunmayan bid‘at türünden davranışlar oldukları gerekçesiyle karşı çıkmışlardır.

Hz. Peygamber’in Medineliler’in eski bayramlarını kaldırıp onların yerine ramazan ve kurban bayramlarını ikame ettiğine dair yukarıda zikredilen hadisini dikkate alan âlimler gayri müslimlerin dinî mahiyetteki bayramlarına katılmayı câiz görmemişlerdir. İbn Teymiyye İktizâʾü’s-sırâti’l-müstakım adlı eserinde bu konuyu genişçe ele almıştır (bk. GAYRİ MÜSLİM).

BAYRAM NAMAZI

Güneşin doğması ve bir miktar yükselip kerahet vaktinin çıkmasından sonra cemaatle kılınan bayram namazı zeval vaktinin girmesine kadar eda edilebilir. Mazeretleri sebebiyle ilk gün bayram namazını kılamayanlar ramazan bayramında ikinci gün, kurban bayramında ikinci ve üçüncü gün de kılabilirler.

Cuma namazı kılması farz olan kişilerin bayram namazı kılmaları Hanbelîler’e göre farz-ı kifâye, Hanefîler’e göre vâcip, Mâlikîler’e göre de sünnet-i müekkededir. Şâfiîler’e göre ise üzerine beş vakit namaz farz olan her kadın ve erkeğin bayram namazı kılması sünnettir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre bayram namazının cemaatle kılınması şart, Şâfiîler’e göre ise sünnettir. Bu görüş ayrılığı Kevser sûresinin ikinci âyetinin delâleti ve konuyla ilgili hadislerin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Ezan okunmadan ve kāmet getirilmeden kılınan bayram namazı cuma namazı gibi iki rek‘attır. Fakat diğer namazlardan daha fazla tekbirleri vardır.

Bu tekbirlerin yeri ve sayısı mezheplere göre değişmektedir. Hanefîler’e göre ilk rek‘atta “Sübhâneke”den sonra, ikinci rek‘atta ise rükûa varmadan önce üçer defa namaza başlarken olduğu gibi eller kaldırılarak tekbir alınır. Bunlara zevâid tekbirleri denir ve vâciptir. Şâfiîler’de birinci rek‘atta “iftitah” duasından sonra yedi ve ikinci rek‘ata kalkınca beş defa, Mâlikîler’de iftitah tekbirinden sonra altı, ikinci rek‘ata kalkınca beş defa tekbir alınması sünnettir. Hanbelîler iftitah duasından sonra altı ve ikinci rek‘ata kalkınca da beş defa tekbir alırlar. Namaz bitince hatip hutbe okur. Bayram hutbesi sünnettir.

Hz. Peygamber’in bayram namazını mescidde değil dışarda musallâ*da kıldığı bilinmektedir. Bu sebeple Hanefî ve Hanbelîler’e göre bayram namazını musallâda kılmak sünnet, Mâlikîler’e göre menduptur. Hanbelîler ve Mâlikîler Mescid-i Harâm’ı bu hükümden istisna ederler. Resûlullah zamanında kadınlar da genç olsun yaşlı olsun bayrama iştirak eder, hayız hali dolayısıyla namaz kılamayanlar da tekbirlerde cemaate katılırlardı (bk. Buharî, “ʿÎdeyn”, 15, 16, 18, 19; Müslim, “Salâtü’l-ʿîdeyn”, 1-3, 9-12; İbn Mâce, “İkāmetü’s-salât”, 155, 165; Ebû Dâvûd, “Salât”, 247; Tirmizî, “Salât”, 388; Nesâî, “Salâtü’l-ʿîdeyn”, 3, 4).

Bu sebeple Hanbelîler kadınların parfüm kullanmadan, kılık kıyafette aşırılığa kaçmadan ve erkeklerin arasına karışmadan bayram namazına iştiraklerinde bir sakınca görmezler. Hatta bunun müstehap olduğunu söyleyenler de vardır. Hanefîler, Mâlikîler ve Şâfiîler ise fitneye sebep olabileceği endişesiyle yaşlı kadınların dışındakilerin bayram namazına gitmelerini mekruh kabul etmişlerdir. Onları bu görüşe sevkeden âmilin sosyal hayattaki değişiklikler olduğu şüphesizdir. Nitekim Hz. Âişe’nin şu sözleri bu tür değişikliklere temas etmektedir: “Resûlullah kadınların kendisinden sonra takındıkları tavırları görseydi İsrâiloğulları’nda olduğu gibi o da kadınların camiye gitmelerine engel olurdu” (Buhârî, “Ezân”, 163; Müslim, “Salât”, 144). Günümüz müslüman toplumlarının çoğunda kadının sosyal hayatta aldığı rol göz önünde bulundurulduğu takdirde onların teravih ve bayram namazları gibi cemaatle ifa edilen ibadetlere, İslâm âdâbına uymak şartıyla katılmalarında bir sakınca görmemek gerekir.

Hz. Peygamber musallâya giderken ve evine dönerken farklı yollardan geçmeyi tercih ederdi. Ramazan bayramında namazdan önce hurma yer, kurban bayramında ise kestiği kurban etinden yiyinceye kadar ağzına bir şey koymazdı.

Kaynak: İbrahim Bayraktar, TDV İslam Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.