İnsanın Muazzam Nimetleri

Cenâb-ı Hak bizi yaratmış, varlıklar içinde eşref-i mahlûkat olan “insan” kılmış, insanlar içinde ehl-i îmân eylemiş, en sevgili Rasûlʼüne ümmet olma izzetini bahşetmiş, Kurʼân-ı Kerîmʼe muhâtap olmakla şereflendirmiştir. Bütün bunlar, ömür boyu şükür secdesinden başımızı kaldırmasak, yine de şükrünü îfâ edemeyeceğimiz muazzam nâiliyetlerdir.

Kulluktaki aşk, şevk ve heyecan noksanlığı; büyük bir îman zaafı, maddî-mânevî nîmetlere karşı nankörlük ve bir nifak alâmetidir.

Ayet-i kerîmede münâfıklar ve gâfiller hakkında şöyle buyrulmaktadır:

“…Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek, tembel tembel, isteksizce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allâhʼı da pek az hatırlarına getirirler.” (en-Nisâ, 142)

Bu itibarla müʼmin, Allah için olan bütün ibadetlerini, infaklarını, hizmet ve fedakârlıklarını, en ufak bir iç sıkıntısı duymadan, bilâkis şevk ve heyecanla, seve seve, canına minnet bilerek îfâ etmelidir ki Rabbinin muhabbet ve rızâsına nâil olsun.

BÜYÜK İKRAM

Bize bir insan, çok kıymetli hediyeler getirse, fakat onları abus ve alık bir çehre ile, gönülsüz ve isteksiz olarak verecek olsa; onu kabul etmek içimizden gelmez. Fakat cân u gönülden ve edeple takdim edilen en sade bir ikramı dahî, büyük bir huzurla kabul eder, verene muhabbet duyarız.

Kulun Rabbine arz ettiği duâ, kulluk ve ibadetler de bunun gibidir. Allah için yaptığımız amellerimizi ne kadar aşkla, şevkle, heyecanla îfâ edersek, onların ind-i ilâhîdeki kıymetleri de o derece yüksek olur.

Diğer taraftan müʼmin, kendisini yoktan var eden Rabbi için ne yapsa az olduğu şuuruyla, dâimâ, hiçlik, yokluk, acziyet ve tevâzû hâlinde olmalıdır. Aslâ amellerine mağrur olmamalı; rahmet ve mağfiretini ümîd ederek Rabbine sığınmalıdır.

Nitekim ilim ve irfanda “güneşler güneşi” denilen Hak dostu Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de, talebelerine yazdığı mektuplarda kendisi için hüsn-i hâtime duâsı talep etmiştir. Kardeşine yazdığı bir mektubunda da hiçlik ve tevâzû hissiyâtını şöyle ifâde etmiştir:

“…Allâh’a yemin ederim ki, annemin beni doğurduğu günden beri tek bir hayırlı amel işlediğime inanmıyorum… Eğer kendi nefsini bütün hayırlı işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır. Kendini iflâs etmiş olarak görünce de sakın Allâh’ın rahmetinden ümîdini kesme! Zira Allâh’ın fazl u ihsânı, kul için bütün insanların ve cinle­rin amelinden daha hayırlıdır…”

ŞÜKÜR BORCUMUZU ÖDEYEBİLMEK

Âyet-i kerîmede: “Rahmânʼın (rahmetinin tecellî ettiği o has) kulları, yeryüzünde tevâzû ile yürürler...” (el-Furkân, 63) buyrulmaktadır.

Yani kâmil müʼminler, Hakkʼın kudret ve azameti karşısında hiçlik hissiyâtı içinde, acziyet ve kusurlarını müdrik hâlde yaşarlar. Çünkü Hakkʼın nîmetlerinin şükür borcunu tam olarak ödeyebilmek imkânsızdır.

Zira Cenâb-ı Hak bizi yaratmış, varlıklar içinde eşref-i mahlûkat olan “insan” kılmış, insanlar içinde ehl-i îmân eylemiş, en sevgili Rasûlʼüne ümmet olma izzetini bahşetmiş, Kurʼân-ı Kerîmʼe muhâtap olmakla şereflendirmiştir. Bütün bunlar, ömür boyu şükür secdesinden başımızı kaldırmasak, yine de şükrünü îfâ edemeyeceğimiz muazzam nâiliyetlerdir.

Velhâsıl müʼmin, Cenâb-ı Hakkʼı sevip Oʼna kullukta bulunmayı, şükründen âciz olduğu nîmetlerin en büyüğü bilmelidir. Zira Cenâb-ı Hak, sevdiği kuluna sevgisini bahşeder. Bu bakımdan, Allâhʼın rızâsını ve muhabbetini celb edecek olan ibadet, hizmet ve fedakârlıkları, canımıza minnet bilmemiz gerekir.

Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere: Dâvud Peygamber şöyle duâ ederdi:

«Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i seven kişiyi sevmeyi, Sen’in sevgine ulaştıran ameli isterim…»” (Tirmizî, Deavât, 72)

Demek ki Cenâb-ı Hakkʼın sevgisine ulaştıracak vesîleleri arayıp onlara sımsıkı sarılmalıyız. Şüphesiz ki bu vesîlelerin en büyüğü; Allâhʼın en sevdiği kulu olan Habîbullah -sallβllβhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin sünneti üzere yaşamaktır. Zira Oʼnun söz, fiil ve hâlleri; murâd-ı ilâhîyi ifâde eden Kurʼân-ı Kerîmʼin canlı bir tefsiri mâhiyetindedir.

Bu itibarla Allâhʼın Habîbiʼni gücümüz nisbetinde örnek almaya gayret etmemiz, Cenâb-ı Hakkʼın sevgisine en büyük vesîledir…]

[1] Ebû Nuaym, Hilye, X, 34.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.