İnsanın Başına Dert Olan 'üç Belâ'

Cimrilik, israf ve ihtiras… İnsanın dünya ve âhireti için belâ olan, üç kötü huy!.. Ebedî saâdete kavuşabilmek için, bunların mutlaka tedavi edilmesi gerekir.

Cimriliğin özünde benlik ve bencillik vardır. «Ben kazandım ben harcarım, hem de istediğim şekilde harcarım!» gibi sapkın bir anlayışa sahiptir. Ayrıca onun gözü kendinden başka kimseyi görmez. «Toplumda neler oluyor, muhtaç kimseler var mı, sıkıntı çekenler var mı, garip gurebâ ne hâlde?» Bunlarla ilgilenmeyi aklından bile geçirmez.

İNSAN BU KÖTÜ HASTALIKTAN NASIL KURTULUR?

Evvelâ rızkı taksim edenin Allah -celle celâlühû- olduğuna îmânını kuvvetlendirmelidir ki, infak ettikçe fakir düşeceği şeklindeki korkusundan kurtulsun. Yine inanmalıdır ki, malından infak etmesi o malı asla eksiltmez bilâkis artırır.

Sonra merhamet hissini gönlünde yeşertmeye çalışmalıdır. Bunun için de bütün insanlarla temelde insan olma açısından eşit yaratıldığını hatırlamalıdır. Kendisi zor durumda olsa, başkalarının ona yardım etmesinden memnun olacaktır. Bunu düşünerek, kendisi için istediğini başkası için de istemeye gayret etmelidir.

İNSANLARA YARDIM ETMEK ASLINDA ALLAH'IN İMTİHANINDAN GEÇMEKTİR

Merhamet duygusunu ve cömertlik fazîletini emredenin Allah Teâlâ olduğunu idrak etmek de, insanı pintilikten uzaklaştırmaya yardımcı olabilir. Düşünmelidir ki, insanlara yardım etmek aslında Allâh’ın imtihanından geçmektir.

Ancak bu tefekkürlerle; insan cimriliğin ne kadar çirkin bir şey olduğunu anlar.

Kalbi eğitmek için, sevgi hissinin üzerinde durmak lâzımdır. İnsan Allah Teâlâ’yı seviyorsa, O’nun da kendisini sevmesini ister. Cimrilik, Allâh’ın nefret ettiği bir histir. Cömertlik ise Rabbimiz’in sevdiği ve övdüğü güzel bir vasıftır. İşte Hak Teâlâ, Medineli ensarın cömertliğini ne güzel övüyor:

“Onlardan önce yurdu (Medine’yi) hazırlayıp îmâna sahip olanlar, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler ve onlara verilenden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. İhtiyaç içinde olsalar dahî onları kendilerine tercih ederler. Her kim de nefsinin hırsından (cimriliğinden) korunursa, işte onlardır o kurtuluşa erenler.”

Âyet-i kerîmede belirtilen gibi hareket edenlere âhirette güzel nimetler ve cennet va‘dedilirken; cimrilik edip kendini bağımsız ve ihtiyaçsız sayana da âhirette zorluk ve azap gösterileceği, başka bir sûrede Cenâb-ı Hak karşılıklı bir tablo hâlinde şöyle belirtmektedir:

“Bundan böyle her kim malını hayır yolunda verir ve takvâlı olursa ve en güzeli tasdik ederse, biz onu en kolayına muvaffak kılacağız. (Kolay hesap ile cennete girmek gibi refah ve mutluluk yolu olan hayır yoluna hazırlayacağız.)

KENDİ ALEYHİNE CİMRİLİK ETME!

Her kim cimrilik eder kendini muhtaç görmezse ve o en güzeli yalanlarsa, onu da en zor âkıbete hazırlayacağız, yuvarlandığı zaman malı onu kurtaramayacak.” (el-Leyl, 5-11)

Cimrilik edenler aslında Allâh’ın verdiğinden cimrilik ederler. Bu yüzden cimrilik edenlerin bu hareketleri çok anlamsızdır. Ve cimrilik ettikleri malları, kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Onun için cimrilikleri, onların kendi aleyhlerinedir. Çünkü onlar da şunu iyi bilmeliler ki, kendileri de muhtaçtırlar. Gerçek zengin olan, sadece Allah’tır.

Bu habîs hareket tedavi edilmez ise şayet, onun tetiklediği ve yanı başında duran israf ortaya çıkar. İsraf da gösterişe, taşkınlığa, kaynakların ve değerlerin yersiz ve sorumsuzca tüketilmesine, bencilliğe, kine ve nefrete yol açar. Bu yüzden İslâm dîni bu iki aşırılığı da yasaklar ve birçok mevzuda olduğu gibi burada da itidali (orta yolu) öğütler.

Bu noktada da Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde şöyle buyurur:

“Hem elini bağlayıp boynuna asma (eli sıkı olma), hem de onu büsbütün açıp saçma ki pişman olur, açık kalırsın.” (el-İsrâ, 29)

Yine aynı sûre-i celîlede yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Akrabaya hakkını ver, muhtaca da, yolda kalmışa da. Bununla beraber saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridirler. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (el-İsrâ, 26, 27)

ALLAH'IN HAS KULLARI ORTA YOLU TERCİH EDER

İtidal (orta yolu) ise yüce Rabbimiz bize şöyle tarif ediyor:

“Allâh’ın gerçek (has) kulları, harcadıkları zaman ne israf ederler ne de kısarlar. Harcamaları bu ikisi arasında orta bir yol olur.” (el-Furkān, 67)

Fedâkârlığı, merhameti, diğergâmlığı, mahviyeti ve hiçliği hayatta fark edip yerine getirebilenlerde, cimrilik ve israf gibi sıkıntılar meydana gelmez.

Bir başka tehlikeli davranış olan ihtiras ve hırstan da korunup kurtulmamız gerekmektedir. İhtiras ve hırs; dünya ve nimetlerine aşırı bir şekilde bağlanıp sonu gelmeyen arzu duymaktır. İnsanın kendini kaybedercesine şiddet ve gözü dönmüşlükle bir şeyi istemesi, onu elde etmek için her yolu mubah görmesi, insan kemâlâtının çatırdaması anlamına gelir. Bu durum; çoğu zaman belki bir mesafe alınmasına vesile olabilir, basamakları hızlı atlatabilir, ancak bir müddet sonrasında bu kimseler çoğunlukla tepetaklak giderler ve ellerindekini de kaybederler.

İnsanın sahip olduklarının değerini bilmesi ve gereğini yapması; sahip olmadıklarına ulaşmak için ise kontrollü bir arzu içinde olarak, gereken şartları yerine getirmesi gerekir. Belli mevkilere, makamlara, maddî imkânlara, ulaşılması zor durumlara göz dikip, ihtirasla bağlılık ortaya koymak çok hoş bir davranış değildir. Bu durum nefsânî bir zâfiyettir.

HAYAT PLANINDA DİKKAT EDİLECEK MESELE

Zamanımız insanlarının birçoğu; bu noktada kural tanımaz bir plânlama yapıp, yıpratıcı bir yarışa çıkıyorlar. Burada da, cimrilik ve israfta olduğu gibi ben merkezli bir durum ortaya çıkıyor. Böylece toplumda bencil, enâniyet sahibi, kibirli ve egoist düşünceli insanlar çoğalıyor. Bu olumsuz duygular da ulvî hedeflerin yerine şahsî arzuların ortaya çıkmasına sebep oluyor. Cenâb-ı Hak da bu hâli sevmiyor.

Öyleyse cimrilikten, israftan ve ihtirastan kurtulup; Allah ve Rasûlü’nün tâlimatları çerçevesinde, insanları alçak gönüllülüğe, paylaşmaya, yardımlaşmaya ve sosyal dayanışmaya teşvik ederek, bir tür huzur iklimi olarak hayatımıza yansıtmalıyız. Kur’ân-ı Kerim’de inanan insanlardan beklenenin ancak bu olduğunu belirtip şöyle buyurmaktadır:

“İyilik etmek, fenalıktan sakınma hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve düşmanlık etmek üzere yardımlaşmayın.” (el-Mâide, 2)

İnsanın, Allâh’ın zikriyle meşgul olmadığı zaman hâli değişir. Dünyaya karşı ihtirası artar. Yukarıdaki hatalardan kurtulabilmek için insan daima Allâh’ı zikirle meşgul olmalıdır.

Yüce Rabbimiz cümlemizi râzı olacağı hâllerin sahibi eylesin… Âmîn…

Kaynak: Sami Göksün, Yüzakı Dergisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.