İnsanın Allah Karşısındaki Konumu Nedir?

Bu başlık altında biz, “insanın Yüce Allah karşısındaki konumu nedir?” sorusuna cevap vermek niyetindeyiz. Cenâb-ı Hak bizi yanlış yazmaktan, okuyanları da yanlış anlamaktan muhafaza buyursun.

İşe kelime-i tevhid ile başlayalım.

“Zât-ı ilahiyyeyi zihinde canlandırılabilecek her şeyden beri kılmak anlamındaki tevhid ile burada “cümle” manasına gelen kelimeden oluşan “kelime-i tevhid” tabiri Allah’tan başka tanrının bulunmadığını ifade eden cümlenin adıdır. (D.V.İ.A. c. 25, s. 214)

Cenâb-ı Hak bütün özellik ve güzelliklere (kemâl ve cemâl sıfatlarına) sahip olduğundan bütün yetkilerin O’na mahsus olduğunun bilinip ifade edilmesine tevhid diyoruz.

KULLUĞU KABUL ETMEK

Kelime-i tevhidi cân-u gönülden söylemek, kulluk listesinin altını “kabul ediyorum” anlamında imzalamaktır.

Kelime-i tevhid nefiy ve ispattan meydana gelir. Nefiy, “lâ ilâhe” kısmıdır ki, “bütün sahte ilahları ve onlar etrafında oluşturulmuş yanlış inançları ret anlamına gelir. “La ilâhe” diyen bir müslüman, “tüm yanlışlara kendimi kapattım” demiş olur. Artı, Allah Teâlâ’nın sahip olduğu yüceliklere, özellik ve güzelliklere sahip başka bir varlığın olmadığını, dolayısıyla “Yüce Allah’ın dışında, kayıtsız şartsız emrine girilecek bir varlığın olmadığını kabul ediyorum demiş olur. “illellah’’ bölümünde ise “kulluk edilmeye layık tek zâtın Allah olduğunu kabul ediyorum” demiş olur. Çünkü Yüce Allah bütün cemâl ve kemâl sıfatlarına da sahiptir. Elbette, Âdil-i Mutlak oluşunun gereği celâl sıfatlarına da sahiptir.

Yüce Allah zâtını Kur’ân-ı Kerim’de esmâ-ü hüsnâsıyla, âlem­de yarattığı her bir varlığın delâ­le­tiy­le, vicdanlarda ise yükselen sesiyle anlatır.

Yüce Allah kendini anlatıyorsa, insana düşen de O’nu anlamaya çalışmaktır. Başarılabildiği kadarıyla bu anlama hayranlığı, hayranlık ta teslimiyeti getirecektir. Teslimiyet kulluk demektir. Kulluk, severek ve isteyerek, yani kendi irâde ve tercihiyle Allah’ın emrine girmek demektir. “Allah Teâlâ beni benden ve başkalarından çok daha iyi tanıyıp çok daha fazla sevdiğine göre ben yalnız ve yalnız O’nun ilkelerine göre yaşamayı kabullendim” demektir. Fatiha sûresindeki “ancak sana kulluk ederiz.” ifadesini böyle anlamak gerekir. Kulluğu hangi kapıya yapıyorsanız yardımı da o kapıdan beklemeniz, işin tabiatı gereğidir.

İNSAN, ALLAH'I NE KADAR ANLAYABİLİR?

Yüce Allah, Zât-ı ulûhiyetini ve esmâ-i ilâhîsini anlatır ama sınırlı varlık olan insan bunu ne dereceye kadar anlayabilir? Allah sınırsız kemâl ve cemâldir. İnsan ise tam bir sınırlılık, belki de zavallılık ifade eder. Dolayısıyla Yüce Allah’ı bir dereceye kadar kavrayabilir. Kulluğu da, ne yapıp etse bir dereceye kadar başarabilir. “Evet, (hiç bir insan) O’nun emirlerin asla kusursuz olarak yerine getirememiştir.” (Abese, 23) Kul bu noktada haddini bilmeli, tevazu meziyetine dört elle sarılmalıdır.

Tevhid-i ulûhiyyet Yüce Allah’ın zatıyla, tevhîd-i rububiyyet ise yarattıklarıyla alâkalıdır. Cenâb-ı Hakk’ın bütün sıfatlarında eşsiz, denksiz, benzersiz oluşu “yegâne ilah” olarak ifade edilir. Varlık namına ne varsa hepsinin sahibi, rızık verip geliştireni, kural koyucusu oluşu “yerlerin göklerin yegâne Rabbi” olarak ifade edilir. Yaratılmışlar âlemi varoluşun, belli bir nizam içinde varlığını sürdürüşünü, her türlü ihtiyacını yerine getirişini Yüce Allah’a borçlu olduğundan, kulluğu elbette yalnız O’na yapacaktır.

KULLUK YALNIZCA İBADETTEN İBARET DEĞİLDİR

Kulluk yalnızca ibadet-i mersû­meden ibaret değildir. Âsından Zê­si­ne bütün hayatın yalnız Allah için ve Allah’a göre yaşanmasıdır. Bu bir gönüllü teslimiyettir. Teslimiyet diğer varlıklarda gayr-ı irâdî, insanda ise irâdelidir.

Cenâb-ı Hak âdil-i mutlak olduğundan, O’nun koyduğu kurallar da adâleti tecelli ettirecek kurallardır. Yeter ki uygulamada hata yapılmasın.

Yetki gaspıyla tâğutluğa soyunup kural koyanlar kendi menfaat ve saltanatlarını korumak isteyeceklerinden adâlet ilkesi en azından belli noktalarda çiğnenecektir. Bu ihlâlden de, “adâlet yoksa huzur da yoktur” neticesine varılacaktır. İnsanlar âlemindeki bütün huzursuzlukların adâlet ilkesinin çiğnenmesinden doğduğu bilinmektedir. Yani “adâlet ve ihsan eksenli” bir dünya kurulabilseydi huzursuzluk olmayacaktı.

Cenâb-ı Hak yarattığı varlıkları elbette insafsız ellere bırakmayacaktır. Gönderdiği ilkelerle cümle varlıkların hak ve hukukunu garanti altına alçaktır. Çünkü “O en hayırlı koruyucu ve merhametlilerin en merhametlisidir.” Bu demektir ki, İslâm bir dünya nizamıdır. Buradan da bir noktaya varılır: Kur’ân-sünnet bütünlüğü korunacaktır. Allah ve Peygamberine inandıklarını söyleyenler, kendilerine göre seçmeler yapıp kendilerine göre bir din oluşturamayacaklardır. Israrla dinin sadece belli ilkelerini gündeme getirip diğerlerini unutulmaya terk etmekte aynı anlama gelir. Bunun diğer adı “dine müdâhale”dir.

ALLAH'A VE RASULÜNE TABİ OLMAK

Kelime-i tevhidin devamındaki “Muhammedün rasûlüllah” (Muhammed Allah’ın rasûlüdür) ifadesi Said Havvâ rahmetlinin dediği gibi, “Muhammed aleyhisselam, dini nasıl anlattıysa, hangi ölçüler içinde takdim ettiyse öyle kabul etme mecburiyetini getirir. Ne bir eksik, ne bir fazla. Dinin öğretimi de hâ kezâ.”

Sözün burasında Adiy bin Hâtem olayını bir kere daha hatırlamak gerekecektir:

Adî b. Hâtem; “Yahûdîler hahamlarını, hıristiyanlar papazlarını rab edindiler” mealindeki ayet-i kerimeyi dinleyince, “Ben Hristiyanları tanırım, hiç bir Hristiyan papaza secde etmez. Bu âyet-i kerime ne anlama geliyor?” diye açıklama ister.

Hz. Peygamber (s.a.v.) cevap verir:

“Rahipler Cenâb-ı Hakk’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını helâl ilan ediyor mu? Onları dinleyenler de bunları olduğu gibi kabul ediyor mu?” diye Adiy bin Hâtem’e sorar.

Adiy; “evet, aynen öyledir” der. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.), “İşte bu Allah’ı bırakıp ta papazların rab edinilmesidir” buyurur.

İnsan insanı, insan âlemi ne kadar tanıyor?

İnsan insanın, insan âlemin hayrını ne kadar istiyor?

İnsan kurallar oluştururken, za’flarından ne derece kurtulabiliyor?

Geleceği ne kadar tahmin edebiliyor? Olup bitecekleri ne derece hesaplayabiliyor?

Elbette hepsinde bir sınırlılık söz konusu.

Bütün bu negatif durumların Cenâb-ı Hak için asla düşünülemeyeceği bilinen bir hakikattir.

Yüce Allah mahlukatının hukukunu korumak isteyen bir Allah olduğundan elbette âlemi O’nun adâletine, şefkatine, merhametine inananlara bırakacaktır. Onlar da bu hak ve hukuku korumanın icapları neyse bi hakkın yerine getireceklerdir.

İlimse ilim, şahsiyetse şahsiyet, kuvvetse kuvvet. “Biz Allah’ın adâletinin yeryüzündeki muhafızlarıyız” diyenler, olup bitenlere kayıtsız kalmayacakları gibi, geleceğin neler getireceğini de başarabildikleri kadar anlamaya çalışacaklardır. Nefsine, hevâ-heveslerine kulluk edenlerin yüz yıllık projeler ürettiği bir dünyada Allah’ın kulları ikiyüzyıllık, beşyüz yıllık projeler üreteceklerdir. Vizyonsuzluğun, sonun başlangıcı olduğunu bileceklerdir. Bilinen bir husustur ki, “uzağı düşünmeyenler, üzüntüye yakındırlar.”

Burada bir hususa daha kısaca değinmek gerekir:

Sünnet Kur’ân’ın yaşanmış, pratiğe aktarılmış hali olduğundan, Rasûlullah Efendimiz numûne-i imtisalimizdir. Sünneti Kur’ân’dan, Kur’ân’ı sünnetten ayrı düşünemeyiz. Biri diğerinin olmazsa olmazıdır.

“Adâlet ve ihsan” eksenli bir dünya özlemiyle yanıp kavrulan has kullara gönüller dolusu selâm.

Kaynak: İdris Arpat, Altınoluk Dergisi, 375. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.