İnsanı Üstün Kılan Faziletler

Kâinât kitabının hikmet dolu sayfalarını okuya okuya yolculuk yapanlar, hem yol alırlar hem de bilgi ve irfan pınarlarından kana kana içerek özlerini doyururlar.

Bir hikmet ehlinin ifadesiyle “Şu âlem, âkiller için seyr-i bedâî, ahmaklar için yemek ve şehvetten ibarettir.” Hayat yolculuğunda uyanık bir gönle sahip olanlarla, gaflet perdeleri altında derin uykuya dalarak yolculuğa devam edenler elbette musâvi değillerdir. Kâinât kitabının hikmet dolu sayfalarını okuya okuya yolculuk yapanlar, hem yol alırlar, hem de bilgi ve irfan pınarlarından kana kana içerek özlerini doyururlar. Gittikçe artan manevî bir zevkle hikmet tecellilerine dalar ve hayret vadisinde “Sübhânallâh” diye diye vecd içinde yolculuğun tadına varırlar. Uyuyanlar ise ancak rüya görebilirler. Ölümle uyanınca da artık iş işten geçmiş olur ve boşa geçen bir ömrün eyvahları içinde acı bir gönül yarasıyla ebediyen kıvranırlar.

İNSANI ÜSTÜN KILAN FAZİLETLER

İnsanı üstün kılan faziletlerin en önemlilerinden biri, hiç şüphesiz ki “bilgi ve irfân” sahibi olmasıdır. Bilgiye ulaşmanın vazgeçilmez esaslarından biri ise okuma eylemidir. Ancak bu okuma, nasıl bir okumadır ve gayesi ne olmalıdır? Gönül ile okuma arasında ne gibi bir ilişki söz konusudur?

OKUMANIN GAYESİ

Okumanın birçok çeşidi ve gayesi olabilir. Ancak biz burada her insanın kazanması gereken bir okuma çeşidinden ve bunun gönülle ilişkisinden söz etmek istiyoruz. Bu okuma, insana kendisini, Rabbini ve ilâhî hikmetleri tanıtan bir mahiyete sahiptir. Esasen böyle bir okuma gerçekleşmemişse, diğer okuma çeşitlerinin pek fazla bir anlamı da yoktur. Yunus Emre –kuddise sirruh- okumanın nihâî gayesinin ne olması gerektiğini ne güzel ifade eder:

“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk’ı bilmektir Çün okudun bilmedin, ha bir kuru emektir.”

VAHYE GÖRE OKUMAK VE ANLAMAK NEDİR?

Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde, insanın idrak ve anlama yeteneğinin kalple doğrudan ilişkili olduğu beyan edilir. Hatta kalpleri mühürlenmiş kimselerin, artık anlama ve idrak etme nimetinden mahrum oldukları vurgulanır. Acaba ilâhî vahiy ölçeğine göre okumak ve anlamak nedir?

“YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU” 

Zâhiren okuma yazma bilmeyen ve bu sebeple “ümmî Peygamber” olarak da bilinen sevgili Peygamberimiz Mu- hammed'e -aleyhisselam- ilk gelen vahyin “Yaratan Rabbinin adıyla oku” (Alak Sûresi, 1) şeklinde gelmesi, okuma eyleminin sadece satırlarla sınırlandırılamayacağını göstermesi bakımından son derece önemlidir.

AYET NEDİR?

Yüce Rabbimiz, Peygamberleri vasıtasıyla insanlığa bildirdiği hakikat ilmini ihtiva eden vahiylerin her bir cümlesine “âyet” adını verdiği gibi, kâinâttaki varlık ve hadiselere de aynı şekilde “âyet” adını vermekte ve bu âyetlerin okunup anlaşılmasını talep etmektedir:

“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri peşinden gelmesinde, insanlara faydalı olan şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgarları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde, aklını çalıştıran bir toplum için birçok âyetler vardır.” (Bakara Sûresi, 164)

OKUMAYI FARKLI KILAN SIR NEDİR?

Sözlü âyetler mecmuası olan Kur’an-ı Kerim ve sözsüz âyetler meşheri olan kâinât kitabı ne ile ve nasıl okunabilecektir? Her bakan göz, onları aynı şekilde okuyabilecek midir? Okumayı farklı kılan sır nedir?

Bir gün Hz. Ali Efendimize şöyle bir soru sorulur: “Efendim! Siz ehl-i beyt-i Mustafâ’sınız. İlâhî vahiyden ve Allah’ın gaybî sırlarından Peygamberimizin size mahsus olarak anlattığı esrâr var mıdır?”

Hz. Ali bu soruya şu cevabı verir:

“Hz. Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem- kendine gelen vahyi şu kimseden saklayıp da bir başkasına hususi olarak söylediği olmamıştır. Ona gelen vahyi herkes kendi anlayışı ne kadarsa o kadar anlar. Dalgıçlığı ne kadarsa o denize o kadar dalabilir ve kendi kıymeti kadar cevher bulur”.48

Okumanın çeşidi ne olursa olsun, insanı ulvî gerçeklere eriştiren okuma, seviyeli bir gönlün eşlik ettiği okumadır. Kapalı ve kararmış bir gönülle yapılan okumalar, varlığın sırrını ve gayesini kavrama noktasında körebe oyunundan farksızdır. Zira duyularımız, kalbin robotu hükmündedir. Aynı hâdise karşısında takınılan tavırların farklılığı, esasen gönül farklılığıdır. Rabbimiz buyurur:

“Onlar Kur’an üzerinde derinliğine bir düşünmezler mi? Yoksa kalpler üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed Sûresi, 24)

“(Ey Peygamber! Sana karşı gelenler) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı ki (bu sayede) düşünebilecek kalplere, işitecek kulaklara sahip olsunlar? Şüphesiz ki (yalnız baştaki) gözler kör olmaz. Asıl göğüslerdeki kalpler kör olur” (Hacc Sûresi, 46)

Bu âyetler de gösteriyor ki, gerek yazılı bir metin olan Kur’an-ı Kerim’i anlamada ve gerekse sözsüz âyetler mec- muası olan kâinât kitabını kavramada en büyük yardımcı faktör, kalbî seviyedir. Kimin sırrı ve kalbi daha temiz ise esrâr-ı ilâhiyyeden nasibi de o kadar çoktur.

Mevlânâ zâhirî duyularımız ile gönül arasındaki sıkı ilişkiyi şöyle dile getirir:

“Gözlerimiz, bakışlarımız gönle uymuştur. Gönül isterse göz zehire bakar, yılana bakar; gönül isterse göz ibret alacağı, ders alacağı şeye bakar. Gönül isterse göz görülecek şeylere, dünyaya, dünya nimetlerine bakar; gönül dilerse göz mânâya, örtülü şeylere, ilâhî sırlara bakar.

Beş duyumuzun her biri aynı su deposuna bağlı musluklar gibi gönle bağlıdırlar. Gönlün dileği ile, emri ile iş görürler. Gönül ne tarafa işâret ederse, beş duyu da eteklerini toplar ve o tarafa doğru koşar.”

“NE OLURSAN OL YİNE GEL”

Yunus Emre’nin “sarı çiçek”i okumasıyla, gönül gözü kapalı, yeryüzünü ateşe vermekten çekinmeyen bir zâlimin “sarı çiçek” yorumu farklıdır. “Ne olursan ol yine gel” diyerek şefkat kucağını açıp kurtuluş çağrısı yapan Mevlânâ’nın insanı okumasıyla, menfaati için tüm insanlığı kendisine köleleştiren kimsenin insana bakışı aynı değildir. Bu okuma farkının sebebi, gönül farklılığıdır. İşte bu fark sebebiyledir ki ilâhî hakikatler mecmuası olan Kur’an-ı Kerim, mü’minler için bir hidâyet ve şifâ kaynağı iken, kendilerine zulmeden inkârcıların ancak hüsranlarını artıran bir fonksiyona sahiptir.

Özellikle varlığı anlamlandıracak ve perde arkası hakikatleri kavratacak olan okuma çeşidi, ancak kalbî arınma nispetinde gerçekleşebilecektir. Kalbî hassasiyet arttıkça sözlü ve sözsüz âyetlerin üzerindeki perdeler açılacaktır. İşte insana kendini, Rabbini ve kâinâtı gerçek anlamda tanıtacak okumalar ancak bundan sonra gerçekleşebilecektir.

OKUMA ÇEŞİTLERİ

Okumanın öylesi vardır ki kişinin hem kendisine hem de içinde yaşadığı topluma zarar getirir. Hz. Peygamber'in -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisinden Allah’a sığındığı bilgi türleri bu çeşit okumalardır. Meslek edinmek, kültürlü olmak, dünya gerçeklerinin farkında olmak vb. daha bir çok alanda okumalar yapılabilir ve hatta yapılmalıdır da. Ancak tüm bunların ötesinde insanın, kendini ve hatta tüm varlığı anlamlandıracak; cihanşümül hakikatleri keşfetme anlamında okumalar yapması çok daha ulvî bir okumadır.

HADİSLERİ YAKACAĞIM!

Anlatıldığına göre bir gün Hz. Ömer etrafındakilere:

“Tüm hadis mecmualarını toplayın hepsini yakacağım” der. Yanındakiler:

“Ey Ömer! Ne hakla Peygamberin sözleri hakkında böyle bir cür’ette bulunabiliyorsun?” diye sorarlar. Canından bile çok sevdiği iki cihan güneşinin mübarek sözlerinin kıymetini en iyi bilenlerden biri olan bu haşmetli halife cevaben der ki:

“Peygamberin sözleri ile meşguliyet, insanları Allah’ın kelâmı ile meşgul olmaktan alıkoyduğu için”.

Hz. Ömer bu davranışıyla, hadislerin okunmasının gereksiz olduğunu değil, okuma önceliğinde hataya düşenlerin yanlış yolda olduklarını bildirmek istemiştir.

OKUMAK ÖNEMLİDİR

Bugün içinde bulunduğumuz dünyada okuduğumuz çoğu kitap, dergi ve gazetelerdeki yalan yanlış ve hayal ürünü bilgilerle geçirilen vakitlerimize acımamak mümkün mü? İnsan kendi sağlığını koruma uğruna yediği içtiği ürünlere dikkat ettiği kadar ve hatta bundan daha çok duygu ve zihin dünyasını yalan yanlış bilgilerden diğer bir ifadeyle vehim, vesvese ve hayallerden muhafaza etmesini de bilmelidir. Okumak önemlidir. Ancak ehem-mühim sıralamasına riayet etmeden yapılan okumalar, çoğu zaman en kıymetli vakitlerimizin heba olmasına sebep olacağından, her konuda olduğu gibi neyi okumamız gerektiği hususunda da ilim ve irfân erbabının yol göstericiliğinden istifa etmek, ömür sermayemizin bereketi için zaruridir.

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Göklere Yolculuk Var, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.