İnsanı İnsan Yapan En Önemli Özellik

Balıkesir’de hiç evlenmemiş ve “Yedi Bekârlar” ismiyle anılmakta olan hanımlar, vefâkârlık hususunda câlib-i dikkat bir misaldir.

Nitekim bu hanımlardan birisi olan berber Hayri Bey’in halası, bir gün vefât eder. Cenâzesinde birkaç akrabanın dışında kimse yoktur. Kılınan cenâze namazından sonra mevtâyı takip eden topluluk kabristana gelir ve kendisi için açılan mezara büyük bir itina ile yerleştirilir. Tam üzeri kapatılacakken, oradaki bir yakını şöyle bir hatırlatmada bulunur:

“–Aman unutmayalım, vasiyeti vardı!” 

Biraz sonra, bir kese dolusu diş ile birkaç torba saç getirilir ve mevtânın üzerine konulur. Sonra da defin işlemi tamamlanır. Cenâze merâsiminde bulunanlardan birisi merakla sorar:

“–Bunlar da neyin nesi? Niçin mezara konuluyor?” 

Bu işin esrârına vâkıf olan bir kimse ise, onun bu merakını şu cevapla giderir:

“–Halamızın nişanlısı, nikâhtan hemen sonra daha düğün yapılmadan Çanakkale’ye gitmiş. Bir daha da dönmemiş. Gençliğinde çok güzeldi halamız. Çok isteyenler oldu. Lâkin o, nişanlısının hâtırasını kirletmemek için kimselerle evlenmedi. Bâkire öldü. Mezara konulan diş ve saçlara gelince: 

«–Yarın mahşer gününde, Huzûr-i İlâhîde beyim ile karşılaşırsam; “Bu ağızdan, senin adından başka erkeğin adı çıkmadı.” diyebilmek için ağzından dökülen bütün dişlerini biriktirmiş.» Yine «–Huzûr-i İlâhîde ona; “Başıma, saçıma yaban eli değmedi.”» diyebilmek için tarağına takılan bütün saçlarını toplamış. Saçlarım şâhit olsun diye torbaya koymuş. Onların da kendisi ile beraber gömülmesini vasiyet etmişti. Bizler de bu vasiyetini yerine getirdik.” 

İNSANI İNSAN YAPAN EN ÖNEMLİ ÖZELLİK

Vefâkârlık, peygamberlere, velîlere ve fazîlet sâhibi kimselere âit bir vasıf olarak beşerî hayatı en yüce bir seviyede taçlandıran mânevî bir sıfattır. Bu itibârla bâzı müfessirler İslâm’ı; kalb ile tasdîk ve dil ile ikrarla beraber bütün kazâ ve kaderinde Allah Teâlâ’ya teslîmiyet ve vefâ olarak târif etmişlerdir. Unutulmamalıdır ki, insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri vefâ duygusudur. Bu duygu, sevilen veya sevilmesi gereken kimselere verilen değerin bir ölçüsüdür. Vefâ duygusuna sahip olmayanlar sadece kendini, zevkini ve menfaatini düşünen bencil kimselerdir.

Hazret-i Âişe -radıyallahu anha- Peygamber Efendimiz’in vefâ hassâsiyetini şöyle nakletmektedir:

Bir keresinde Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’e ziyâret maksadıyla yaşlı bir kadın gelmişti. Aralarında çok sıcak ve samimî bir sohbet geçti. Yaşlı kadın ayrıldıktan sonra:

“–Yâ Rasûlâllah! Bu kadına çok alâka gösterdiniz! Kim olduğunu merak ettim?” diye sordum. Buyurdular ki:

“–Hatice -radıyallahu anha- hayatta iken bize gelip giderdi. (Biliniz ki:) «Vefâkârlık îmandandır.»” (Hâkim, I, 62/40. Ayrıca bkz. Buhârî, Edeb, 23)

HERKESTEN EVVEL ALLAH'A KARŞI VEFÂKÂR OLMALIYIZ

İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefâkâr olmalıdır. Bu ise, ancak ve ancak O’nun emirlerine riâyetle gerçekleşir.

Allâh’a karşı vefâdan sonra en ulvî ve en gerekli vefâ, Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi Hazret-i Peygamber r’e gösterilendir. Bu vefâ; «ümmetî, ümmetî» diyerek Cenâb-ı Hakk’a tazarrû ve niyazlarında öncelikle ümmeti için talepte bulunan Peygamber r’e duyulan şükran hislerinin bir ifâdesidir. Peygamber’e sevgi ve muhabbette derinleşmekle başlayacak olan bu vefâ, O’nun Sünnet-i Seniyye’si etrafında pervâne olabilmekle mümkündür.

Her mü’min, din büyüklerine, yani Hak dostlarına karşı da vefâ hissiyle dolu olmak mecbûriyetindedir. Zira Allah ve Rasûlü’nün getirdiği emir ve nehiyleri, güzel ahlâkı ve iki cihânımızı aydınlatan ulvî kandilleri bizlere taşıyan Hak dostlarıdır.

KİMLERE VEFÂ GÖSTERMELİYİZ?

Vefâ gösterilmesi gerekenler, sâdece bu saydıklarımızdan ibâret değildir. Bilhassa dostlara ve din kardeşlerine vefâyı da gönle yerleştirmek gerekir. Diğer taraftan, ecdâda vefâ, dirilerimize ve ölülerimize vefâ, vatana vefâ ve toplumdaki bütün emânetlere vefâ, sağlam karakter ve şahsiyetin vasıflarındandır. Cenâb-ı Hak, cümlemizi kendisine, Rasûl’üne, ana-babaya, akrabâya, bütün ehl-i îmâna, vatan ve millete ve diğer emânetlere karşı vefâkâr olan kullarından eylesin! İki cihânda da rızâ-yı şerîfi iklîminde yaşatsın! Âmîn...

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Yolculuğu, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.