İnsanı, Allah'tan Uzaklaştıran ve Allah'a Yaklaştıran Şeyler

Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, insanı Allah Teâlâ'dan uzaklaştıran ve Allah Teâlâ'ya yaklaştıran fiilleri anlatıyor.

İNSANI, ALLAH TEÂLÂ'DAN UZAKLAŞTIRAN ŞEYLER

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا

(Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. [eş-Şems, 9])

En mühim nokta burası.

  • Benlik, kibir, gurur

Lâ ilâhe, yani Allah’tan uzaklaştıran her şeyi uzaklaştırmak. Nedir bunlar? Bir; enâniyet. Benlik, kibir, gurur… Bu yok bu yolda, tasavvufta bu yok.

Aziz Mahmud Hüdâyî kadıyken, Kâdı’l-Kudât iken ciğer sattırıldı.

Hâlid-i Bağdâdî, ilimlerin zirvesindeyken helâ temizlettirildi.

Yunus Emre’nin başı eşikte tutuldu, ondan sonra Tapduk Emre içeri aldı.

Velhâsıl insanda “ben” yok. Ben demeyecek, “Sen yâ Rabbi!” diyecek. “Sen’in lûtfun!” diyecek. “Ben kazandım, ben ettim, ben becerdim, ben şunu yaptım…” değil. “Yâ Rabbi lûtfettin!”

Cenâb-ı Hak Bedir’den sonra Enfal Sûresi’nde;

“Sen öldürmedin (Peygamber) Biz öldürdük; Sen atmadın Biz attık...” (el-Enfâl, 17) buyuruyor.

Tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yok. Ortaklık istemiyor. “Ben” dediğin zaman gidiyor, helâk oluyor gidiyor yaptığın her şey. Onun için daima enâniyet değil, “Sen yâ Rabbi” diyecek. Enâniyet olmayacak. İntikam olmayacak, affedici olacaksın. Affedilmek istiyorsan kıyâmet günü, affedici olacaksın.

“…Allâh’ın sizi affetmesini istemez misiniz?..” (en-Nûr, 22) (buyuruyor) Cenâb-ı Hak Nûr Sûresi’nde.

  • Tecessüs

Tecessüs olmayacak, kusur arama… Cenâb-ı Hak;

وَلَا تَجَسَّسُوا (“…Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın...” [el-Hucurât, 12]) buyuruyor. Eğer tecessüs edecek isen kendine tecessüs et. Kendi kusurlarına bak.

  • İsraf

İsraf olmayacak. Hakkın yok. “اَلْمُلْكُ لِلّٰهِ” Mülk Allâh’ındır. Kimsenin bir mülkü yok.

İsraf nedir? Aşağılık duygusunu bastırma hareketi eşyâ ile.

  • Kul hakkı, haksızlık 

Haksızlık olmayacak. Kul hakkı, hakk-ı ibâd. Bu en ağır bir şey. En zor iş bu. Efendimiz vefât ederken iki şey üzerinde çok durdu:

“Namaz, namaz, namaz, emrinizin altındakilerin hukukuna dikkat edin.” (Bkz. Beyhakî, Şuab, VII, 477)

  • İhtiras

İhtiras olmayacak.

“Çalışmıştır, boşuna!” (el-Ğâşiye, 3) Cenâb-ı Hak buyuruyor. İhtirâsın, hırsın getirdiği, ziyandan başka bir şey yok.

  • Şefkat ve merhamet yoksulluğu

Şefkat ve merhamet yoksulluğu olmayacak. Asr-ı saâdeti bir numûne olarak alacaksın.

  • Pintilik

Pintilik olmayacak. Kendine biriktirme olmayacak. Allah sana kendine biriktir diye vermedi.

  • Kin

Bir müslümana karşı kin olmayacak. Fitne olmayacak. Gıybet olmayacak. Bunlardan kalp temizlenecek; “Lâ ilâhe”...

Nasıl kirli bardağa nasıl temiz su konmaz, kalp de öyle.

İNSANI, ALLAH TEÂLÂ'YA YAKLAŞTIRAN ŞEYLER

  • Allah ve Peygamber muhabbeti

Neler gelecek bu kalbe? İlâhî muhabbet gelecek. Allah ve Rasûlullah muhabbeti, bütün muhabbetleri aşacak.

Ömer -radıyallâhu anh- diyor ki:

“‒Yâ Rasûlâllah ben dedi, kendimden sonra en çok Sen’i seviyorum.” dedi.

“‒Ömer! Olmadı bu dedi. Olmadı dedi. Kendinden çok beni seveceksin.” dedi. (Bkz. Buhârî, Eymân, 3)

Öyle ilâhî aşkı, o lezzeti tadacak. Onu tattıktan sonra bütün dünyevî lezzetler bir çakıl taşı gibi olacak.

  • Mütevâzılık

Mütevâzı olacak bir mü’min.

“İbâdurrahman yeryüzünde mütevâzı olarak dolaşırlar…” (el-Furkân, 63) buyruluyor.

  • Sadaka, hayır-hasenat

Kibir olmayacak, enâniyet olmayacak. Tevâzu olacak. Verirken bir tevâzu ile vereceksin. Biz büyüklerimizde bir zarfta bir zekât, bir sadaka, hayır-hasenat verirken zarfın üzerine;

“Çok kıymetli, çok muhterem Mehmed Efendi, kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.” yazarlardı.

Niye?

يَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ (“…Sadakaları (Allah) alır…” [et-Tevbe, 104])

Çünkü “sadakaları Ben alırım” Cenâb-ı Hak buyuruyor.

Yine İhyâ’da geçiyor Gazâlî, hadîs-i şerifte;

“Verilen sadaka başta Allâh’ın eline geçer. (Allâh’ın eline veriyorsan ama, nefsine veriyorsan değil.) Oradan, verilen kimseye geçer.” (Münâvî, Künûzü’l-Hakâik, s. 34)

Onun için tevâzu çok mühim bir mü’minde. Tevâzuun zıddı kibirdir, enâniyettir.

Hakşinaslık olacak. Hakkı sevmek olacak.

  • El-emîn, es-sâdık

Bir mü’min el-emîn, es-sâdık olacak. Herkesin îtimâd ettiği, hepsinin hüsn-i hâl kağıdı verdiği bir kişi olacak.

İhsan sahibi olacak, ikram sahibi olacak. Allâh’ın verdiği nîmetleri paylaşacak. Tebessümlü olacak, mütebessim olacak. İhsan sahibi olacak. Mazlumları düşünecek. Ben de öyle olabilirdim diyecek.

  • Hayâ ve edep

Vakar içinde olacak. İslâm’ın haysiyetini koruyacak. Hayâ ve edep olacak. Gözünde hayâ, kulağında haya, hissiyâtında, duygusunda hayâ olacak. Merhamet olacak. Ashâb-ı kirâmın merhametini, cömertliğini örnek alacak.

  • Adâlet

Adâlet olacak, en büyük haksızlıktan korkacak.

وَلَا تَجَسَّسُوا (“…Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın...” [el-Hucurât, 12])

  • Hüsn-i zan, affedicilik, sabır ehli 

Kimseye tecessüste bulunmayıp hüsn-i zanda olacak, affedici olacak, sabır ehli olacak. Cenâb-ı Hak sabredenleri…

  • Hizmet

En mühimi “hizmet” olacak. Allah için hizmet olacak.

  • Kanaat sahibi, ihlâs, edep

Kanaat sahibi olacak, ikram olacak, ihlâs olacak, en mühimi “edep” olacak.

Kulda bu güzel hususiyetler toplanacak ki o şekilde Allâh’ın rahmeti o kalpte tecellî etsin. O kalp, Rasûlullah Efendimiz’le beraber olsun.

Gözüyle bir mü’min rahmet tevzî edecek. Hiçbir zaman;

وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ

(“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay hâline!” [el-Hümeze, 1])

  • Şefkat ve merhamet

Hiçbir mü’min kardeşini küçük görmeyecek, alay etmeyecek. Bakışları şefkat ve merhamet dolu olacak. Kalbi bir röntgen gibi olacak.

“…Sen onları sîmâlarından tanırsın (teaffüf sahiplerini)…” (el-Bakara, 273) Cenâb-ı Hak buyuruyor.

  • Pozitilik

Bakışları bir pozitif olacak, bir enerji verecek. Yani nazarı ihyâ edecek. Haset olmayacak, kıskançlık olmayacak. Hep bunlar da ne kadar bizde var? Ne kadar varsa o kadar biz Allah Rasûlü’yle beraberliğimiz var.

  • Tebessüm

Dili, gönlü rahmet olacak. Tebessüm olacak. Hep sahâbe öyle. Ebû Kursâfe diyor:

“Annemle diyor, teyzemle diyor, Allah Rasûlü’nü ziyarete gittik diyor. Annemle teyzem, ben çocuktum diyor. Çıktık, dedi ki diyor:

«‒Bu nasıl bir insan ki sanki sözünden konuşurken bir nur akıyordu.»” (Heysemî, VIII, 279-280)

  • Haramdan kaçıp, helale koşacak

El, gönül, göz harama uzanmayacak.

Helâli de biriktirmeyecek. Âhireti kazanmak için bir malzeme olduğunun idrâki içinde olacak. Yani âhiret hasadı için dünya tarlasına salih ameller dikecek. Cenâb-ı Hak:

  • Salih ameller

اَحْسَنُ عَمَلًا (daha güzel amel) buyuruyor. (Bkz. Hûd, 7; el-Kehf, 7, el-Mülk, 2)

“عَمَلًا صَالِحًا” (sâlih amel) buyuruyor. (Bkz. el-Kehf, 110)

“Yoldan eziyet verici şeyleri kaldırın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât, 56)

Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri, yedi sene hayvanlara, hasta hayvanlara, yollarda kimsenin ayağı takılmasın ve hastaları tedavi… “En çok dereceleri burada aldım.” buyuruyor.

  • Emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker

Sahâbe Çin’e giderken yorulmadı, üşenmedi. Emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker için bütün fedakârlıklara katlandı.

  • Merhamet

Cenâb-ı Hak…

“Yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündekiler size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58)

En çok acınacak, yolu kaybetmiş gâfillerdir. İslâm’dan uzaklaşmış kimselerdir. Bunlara merhamet etmek, bunlara yaklaşmak, bunları tedavi etmek.

  • İnsan-ı kâmil

Velhâsıl İslâm bizden “insan-ı kâmil” istiyor.

SEHER VAKİTLERİNDE YAPILAN İBADETLER

Efendim bir de en mühim, “seher vakitleri”… Efendimiz’in seher vakitleri çok mühimdi.

Âişe Vâlidemiz diyor ki:

Efendimiz normal bir namaz kıldırırken cemaate dönüp bakardı; yaşlı var mı, hasta var mı, çocuk var mı, kadın var mı? Ona göre okurdu sûreleri. Fakat yalnız olarak, o teheccüdlerde çok uzun okuduğunu Âişe Vâlidemiz bildiriyor. Ayakta durmaktan ayakları şişerdi buyuruyor. Secde yerini ıslatırdı gözyaşıyla diyor. (Bkz. İbn-i Hibbân, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 157)

Hattâ seyahatlerde bile Efendimiz yine o seherleri yine ihyâ ederdi, o zor çöl seferlerinde bile. Tavsiye ederdi çok. Hattâ namaz farz olduktan sonra mahalleyi dolaştı. Baktı her evden Kur'ân-ı Kerîm sesleri geliyordu. Çok huzur buldu, evine döndü. Onun için bu seherler çok mühim.

Cenâb-ı Hak;

“…Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9) buyuruyor. Kimi bilmek? Niçin dünyaya geldin? Kimin mülkündesin? Nereye gideceksin? Gelişin niye, gidişin niye? Bunun bir idrâki içinde olmak. Bilmek bu… Mârifetullah’tan bir nasip alabilmek.

  • Namaz

Cenâb-ı Hak:

سَاجِدًا وَقَائِمًا

“…(Geceleri) secde ve kıyam hâlinde olurlar…” (ez-Zümer, 9) buyuruyor.

Gönül âlemleri nasıl olacak?

يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ

(“…Âhiretten korkan…” [ez-Zümer, 9]) Âhireti unutmayacak, bir duâ hâlinde olacak.

Yine Cenâb-ı Hak:

“İbâdurrahman (Allâh’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar) « سُجَّدًا وَقِيَامًا»” buyruluyor. “…Secde ve kıyam…” (el-Furkân, 64)

Onun için seherler çok mühim. Dünyevî bir şey kaybettiğimiz zaman ne kadar üzülüyoruz?! Dünyevî en nihâyet. Bir seheri kaybettiğimiz zaman onu iyi düşünmemiz lâzım.

  • İstiğfar

Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor. “…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) buyuruyor.

Onun için huzur ile;

“اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْغَظِيم, اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْغَظِيم, اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْغَظِيم...”

Cenâb-ı Hak bizden istiğfar etmemizi istiyor. Peygamberimiz bile -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Ben (günde) yetmiş kere, yüz kere istiğfar ederim.” buyuruyor. (Bkz. Ebû Dâvud, Vitr, 26; İbn-i Hanbel, Müsned, II, 450)

Cenâb-ı Hak bize istiğfar kapılarını açıyor. Fakat istiğfar da lâfta olmayacak, tatbikat olacak. “تَوْبَةً نَصُوحًا” (samimi bir tevbe) olacak. (Bkz. et-Tahrîm, 8)

  • Kelime-i tevhid

Efendimiz;

“Kelime-i tevhid ile îmânınızı yenileyin.” buyuruyor. (Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)

“Lâ ilâhe illâllah” diyoruz. Bu kelime-i tevhid.

Lâ ilâhe illâllâhu’l-melikü’l-hakku’l-mübîn…

Yani Lâ ilâhe; “Yâ Rabbi diyoruz, Sen’den uzaklaştıran her şey yok.” İllâllah; “Ancak Sen varsın.” diyoruz.

Bunun hâli gündüz de devam edecek. Kelime-i tevhîdi seherlerde kendimize telkin edeceğiz. Gündüz de bunun tatbikâtını yapacağız.

  • Salavat

Salevât-ı şerîfe var. Efendimiz’e selâm gönderiyoruz. Selâm gönderiyoruz ama o selâmın tatbikâtı lâzım. Dâimâ hayatın her safhasında Efendimiz’i örnek olarak alacağız. Bu hâlde Efendimiz nasıl olurdu?

  • Tefekkür-i mevt (Ölümü düşünme)

Tefekkür-i mevt var seherlerde. Ölümü düşünmek. Ölümden ne kaçacak bir yer var, ne kurtulacak yer var. Kıyâmette de insan:

“…Kaçacak bir yer var mı?” (el-Kıyâme, 10) der. Nasıl bir bunalım!..

Demek ki bu tefekkür-i mevt, ölümü düşünmek:

“Ben öldüm, kefenlediler, mezara koydular. Bütün eş-dost vs. gitti. Amellerimle beraber kaldım…”

Efendimiz buyuruyor:

“Bütün lezzetleri kökünden kesen ölümü çok çok hatırlayın.” buyuruyor. (Tirmizî, Zühd, 4)

Buyruluyor:

حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا

O “hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çekmemiz” isteniyor. Ne kadar hayır var, ne kadar şer var ömrümüzde.

مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا

(“Ölmeden evvel ölünüz.”) buyruluyor. Nasıl insan öldüğü zaman bütün o nefsânî arzular bitecek. Ölmeden evvel bu nefsânî arzuları bitirebilmek.

Onun için seherler çok güzel bize bir telkin. Bir mânevî açlığımızı doyurma.

  • Zikir

Zikir var. Nasıl bir vücutta birtakım fakülteler var, cihazlar var. Hep yediklerimiz oradan geçiyor. Hepsi bir güç-kuvvet veriyor. Nasıl bir açlığa dayanamıyoruz. Mânevî açlığın da farkında olabilmek…

İşte seherler o mânevî açlığı doyurma. O şekilde bir gündüze girme. Gündüz de o seherin rûhâniyetiyle Allâh’ın istemediği şeylerden kendini koruyabilme.

  • Tefekkür

Bir tefekkür hâlinde yaşayabilme:

Şu karanfili buraya muhakkak ferahlık versin diye konuldu. Kalp öyle bir hâle gelecek ki bu karanfili kim hediye etti? Allah bu karanfili halketmeseydi getirip bunu koyabilir miydik? Kul daima bir tefekkürün içinde olacak.

Bir yağmura bakacak: “Aman yâ Rabbi!” diyecek. Şu yağmur, nasıl binlerce, tonlarca su. Tebahhur ettiriyor, Güneş tebahhur ettiriyor. Hepsi havada temizleniyor. Kirlisi, çirkini, necâsetlisi… Tekrar Cenâb-ı Hak. Bir Akdeniz yukarıda geziyor. Cenâb-ı Hak yeri geldiği zaman tekrar onu indiriyor. Tekrar suluyor, ikram ediyor vs. ediyor, tekrar o buharlaşıyor, tekrar kiri temizleniyor, tekrar geliyor. Cenâb-ı Hak soruyor Vâkıa Sûresi’nde:

“Ya diyor, onu tuzlu olarak gönderseydik ne yapardınız?” diyor. (Bkz. el-Vâkıa, 70) Bir düşünün diyor.

Velhâsıl seherler hep böyle bir tefekkür içinde geçecek. “Aman yâ Rabbi!” diyecek kul.

Gündüz de o şeyle girilecek; gözü, kulağı, ağzı şerlerden korunacak. O şekilde yine geceye bir hazırlık yapılacak.

Yani Güneş’in doğması, Güneş’in batması, Ay’ın çıkması gibi. Bir devr-i dâim hâlinde olacak mâneviyatla kalp.

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

(O müttakî kimseler geceleri namaz kılmak, istiğfar etmek için) yanlarını tatlı yataklarından kaldırırlar, Rab’lerine azâbından korkarak, rahmetini umarak duâ ederler…” (es-Secde, 16)

Beyne’l-havfi ve’r-recâ (korku ve ümit arasında).

Yine çok, bu gece hakkında çok âyet var.

Yine “Müttakîler geceleri pek az uyurlar. Seher vakitlerinde de istiğfara devam ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18) Zâriyat Sûresi’nde.

Furkan’ın sonunda:

(O Rahmân’ın kulları) ki Rab’lerinin huzurunda kıyama durarak secdelere kapanarak geceleri ihyâ ederler.” (el-Furkân, 64)

Yine Efendimiz de:

“O (Allah) ki (gece namazına) kalktığın zaman Sen’i görüyor. Yine secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor).” (eş-Şuarâ, 218-219)

Onu da teşvik edeceğiz -inşâallah- âile efrâdımıza.

Mevlânâ’nın güzel bir şeyi var, diyor ki:

Doldur o aşk-ı ilâhiyle yine doldur yine bir sun,

Dursun gece ey dost onu durdur ne olursun!

Vur uykumu zincirlere vur geçmesin anlar;

Varmaz gecenin farkına varmaz uyuyanlar…

Cenâb-ı Hak uyandırsın! Kabirde uyanacağız ama her şey bitmiş olacak. Kardeşler, bu şeye çok dikkat edeceğiz -inşâallah-. Kendime söylüyorum.

Abdullah bin Deylemî Hazretleri buyuruyor ki:

“Dînin zayıflayıp gücünün kaybolmasının baş sebebi, Sünnet’in terk edilmesi olacak. Halatın lif lif çözülüp nihâyet kopması gibi din de sünnetlerin bir bir terk edilmesiyle ortadan kalkar.” (Dârimî, Mukaddime, 16)

Unutmayalım. Bugün biz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i tanıyabilirsek, yarın Mahşer’de O da bizi tanır. Bizi Havz kenarında bizi kabul eder. Gönlümüz O’nu görecek kıvamda olursa, O da bizi görür. Biz O’nu duyar ve dinlersek, O da bizi ihsanlarıyla âbâd eder.

“İki emânet bırakıyorum; Kur’ân ve Sünnet’imdir.” buyuruyor. (Bkz. Hakim, I, 171/318)

“Sakın (diyor Vedâ Hutbesi’nde) günah işleyerek benim yüzümü kara çıkartmayın, mahcup etmeyin.” buyuruyor. (Bkz. Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.