İmanın Şahitleri

Bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın korkusuyla büyük günah işlemezse ona çok sevâb yazılır. Niyeti hâlis olmak lâzımdır. Hakk Teâlâ hazretleri: “Kim (Allâh’a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, işte ona on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o miktardan başkasıyla cezâlanmaz.” (Enam Sûresi, 160) buyuruyor.

Allah Teâlâ buyuruyor:

Siz zanneder misiniz ki, şâhidsiz dâvânızı yani mü’min olduğunuzu isbât edebilirsiniz Cenâb-ı Hakk şâhid taleb edecektir.” (Ankebût Sûresi, 1-2) buyurulmuştur.

"İMAN ETTİM" DEMENİN İSPATI GEREK

Bir dâvâcı var, bir de dâvâlı. Dâvâcı olanın mahkeme huzûrunda dâvâsını isbât için iki şâhid lâzımdır. Şu halde cümlemiz mü’miniz, îmânımız vardır, diyoruz. Bunun isbâtı lâzımdır. İki şâhid ise amel ve ibâdettir. Amel ve ibâdet olmayınca dâvâ sâbit olmaz.

Şunlar ki îmân ettiler ve günahlarına tevbe ederek Cenâb-ı Hakk tarafına hicret ve teveccüh ettiler. Nefs ve şeytan ile mücâhede ederek dâire-i isyândan dâire-i itaata hicret ve evâmir-i ilâhiyeyi îfâ ve yasaklardan kaçınmaya dikkat ve nefislerini icbâr ettiler. Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına tâlib oldular. Onlar için Allâh’ın rahmeti vardır.” (Bakara Sûresi, 218)

Yalnız bir duâ ile sözde kalmak fayda vermeyip, her halde rahmet-i ilâhiyeye nâil olmak için amel ve ibâdet şarttır. Bu sûretle tâlibleri Cenâb-ı Hakk mağfiret eder.

Cihâd ikidir; biri küffâr ile, diğeri nefs ile harb etmek demektir.

Bir insan bir kula hizmet ediyor, mukâbilinde ücretini, mükâfatını alıyor. Şu halde mahlûkattan mükâfat alınırsa Cenâb-ı Hakk için çalışan acaba mükafatsız mı kalır? Bir kimse bir kuldan müteaddid defalar ihsân görürse ona dâimâ minnettâr kalır. Ve hatırından çıkarmaz. Şu halde Cenâb-ı Hakk’ın binlerce nîmetini gördük, şükr etmek lâzımdır. Tefekkür edilmezse küfrân-ı nîmet edilmiş olur.

“Eğer yasak edildiğiniz büyük (günah)lardan kaçınırsanız, sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz.” (Nisâ Sûresi, 31)

Bir mü’min, Cenâb-ı Hakk’ın korkusuyla büyük günah işlemezse ona çok sevâb yazılır. Niyeti hâlis olmak lâzımdır.

Hakk Teâlâ hazretleri:

“Kim (Allâh’a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, işte ona on katı var. Kim de bir kötülükle gelirse bu, o miktardan başkasıyla cezâlanmaz.” (Enam Sûresi, 160) buyuruyor.

Bir mü’min yüz sene ibâdet etmiş olsa on misli bin sene eder. Bir kâfir de yüz sene yaşamış olsa, o miktardan başkasıyla cezalanmayacağı için yüz sene cehennemde kalması lâzım geliyor. Halbuki mü’min, ebedî mü’min olarak yaşamak niyetindeydi. Kâfir de kezâ yaşamış olsaydı, ebedî küfr ile yaşamak niyetindeydi. Binaenaleyh, niyetleri sebebiyle âhirette ebedî mükâfât veyahut ebedî azaba dûçâr olurlar. Bütün bunlar niyetleri sebebiyle olur. Niyet zahmetsiz büyük bir sermayedir.

MÜ'MİNİN NİYETİ AMELİNDEN HAYIRLIDIR

Nitekim hadîs-i şerîfte:

Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.” (Keşfü’l-hafâ, II/430) buyurulmuştur.

Meselâ bir mü’min, ben Cenâb-ı Hakk’a karşı hiç günah işlemeyeceğim şeklindeki niyetiyle me’cûr oluyor. Niyet, benî Âdem’e mahsus bir lütuftur. Melekler için yoktur.

Şu kadar var ki, niyet-i hâlisaya dâimâ muvaffak olabilmek için kalbin tasfiyesi ve ihlâs ile ıslâhına dikkat ve gayret edilmesi lâzımdır.

Her hükümetin kânûnu olduğu gibi, Cenâb-ı Allâh’ın emri, kanûn-i ilâhîsi de şeriattır. Ahkâmına riâyet edenler, saâdete nâil olur. Riâyet etmeyenler itâba müstahak olur.

Üç kişi bir sofrada yemek yiyorlar. Üçten birine sevab yazılıyor, diğerine günah yazılıyor, diğer birine de ne sevâb ne de günah yazılıyor.

Eğer ibâdet yapayım diye kuvvet kastiyle yerse sevâb yazılır. Eğer fısk için veya eşkıyalık yapayım diye yerse günah yazılır ve eğer ne ibâdet ve ne de fısk kastetmezse ne sevab ne de günah. Meselâ bir insan para kazanarak zekât vereyim, hayır yapayım, diye çalışırsa sevâbtır.

Ve eğer paraya âşık olmuş, haram ve helâl ne olursa olsun para toplamak için çalışırsa şekâvettir. Hiç bir niyetsiz olursa hayvan gibidir.

Amelin hükmü niyete tâbîdir.” (Keşfü’l-hafâ, II/430) Amel niyet ile iyi olur, niyet ile fenâ olur.

Namazı huşû ve huzû ile kılanlar felâh bulurlar.” (Mü’minûn Sûresi, 1-2) buyurulmuştur. Namazı huşû ile kılmak da tarîkat ile mümkün olur.

Ramazanoğlu M. Sâmi, Musâhabe-6, s. 195-198

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi, 382. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • hocam Allah sizlerden razı olsun çok sağlam konularda paylaşım yayınlıyorsunuz....

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.