İlk İslam Mektebi

İslam’ın ilk mektebi Suffa Mektebi'nde yetişen fakir sahabeler sonraki dönemin muallimleri, fakihleri, alimleri ve yöneticileri olmuşlardır. Suffa Mektebi'nde yetişen sahabilerin eğitimi ile Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de birebir ilgilenmiştir.

Ashâb-ı Suffa'nın kaldığı yer olan Suffa, Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından Mescid-i Nebevî'nin arka kısmında garîblerin barınması için hazırlanmıştı. Burada kimsesiz ve bekâr muhâcirler kalırdı.

Suffa ehlinin müşterek vasıfları fakirliktir. Mal veya herhangi bir gelir kaynakları söz konusu değildi. Geçimleri diğer Müslümanların yardımı ve husûsen Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yakın alâkasıyla sağlanmaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelen sadakaların tamamını onlara göndermekte, hediyelere de ortak etmektedir. İslam’ın bu ilk mektebinde yetişenler sonraki dönemin muallimleri, fakihleri, alimleri ve yöneticileri olmuşlardır.

Bu ilk İslâm mektebinde talebe olanların karşılaştıkları maddî sıkıntıları anlamamızda canlı bir örnek Ebû Hüreyre'dir. Başından geçen bir vak'ayı bizzat anlatır.

Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a kasem ederim ki, açlıktan karnıma taş bağladığım olurdu. Bir gün Ashâb'ın gelip geçtiği bir yola oturdum. Derken Ebû Bekir geçti. Ona Allah'ın kitabından bir âyet sordum. Bu soruşumun asıl sebebi beni doyurmasını sağlamaktı, hâlimden anlamadı, geçti gitti. Az sonra Ömer uğradı. Ona da Kitâbullah'tan bir âyet sordum. Sormaktan maksadım yine aynı idi: Beni doyurmasını sağlamak. O da halimden anlamayıp geçip gitti. Az sonra Ebû'l-Kasım (aleyhisselâtu vesselâm) bana uğradı. Beni görür görmez tebessüm buyurdu. İçimden geçeni ve yüzümden akanı anlamıştı.

- Ey Ebâ Hirr! dedi.

- Buyur ey Allah'ın Resûlü! dedim

- Beni tâkip et!

Dedi ve yürüdü. Ben de peşine düştüm. Evine girdi. Ben de girme izni istedim. İzin verdi. Girdim.

Girince, bir bardakta süt buldu.

- Bu süt de nereden? diye sordu.

- Onu falanca sana hediye getirdi! dediler.

Resûlullah bana dönerek:

- Ebâ Hirr! dedi.

- Buyur ey Allah'ın Resûlü! dedim.

- Git Suffa ehlini bana çağır! dedi.

"Beni Ehl-i Suffa'ya göndermesi hoşuma gitmedi. İçimden: "Bu kadarcık süt için Ehl-i Suffa'yı çağırmak da ne oluyor? Bu süt öncelikle benim hakkım, tek başıma içmeli, biraz güç kuvvet bulmalı değil miydim?" dedim. Ehl-i Suffa gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'ın, bardağı onlara sunmamı emredeceğini de düşününce, kendi kendime: "Eyvah, bana hiçbir şey kalmayacak!" diye üzüldüm. Fakat Allah ve Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem'nün emrine uymaktan başka çârem yoktu.

Suffa'ya gidip (orada olanları) çağırdım. Geldiler, izin isteyip girdiler. Her biri evde yerlerini alıp oturdu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:

- Ey Ebâ Hirr! dedi.

- Buyur ey Allah'ın Resûlü! dedim.

- Bardağı al, hepsine ver! dedi.

Bardağı aldım, teker teker onlara vermeye başladım. Her biri alıyor, doyuncaya kadar içiyor, sonra da iâde ediyordu. Ben tekrar öbürüne veriyordum. Bu şekilde hepsine verdim. En sonra da Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)'a verdim. Hepsi doymuştu. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm) bardağı aldı ve eline koydu. Bana bakıp tebessüm buyurdu.

- Ebâ Hirr! dedi.

- Buyur ey Allah'ın Resûlü! dedim.

- Ben ve sen kaldık! dedi.

- Doğru söylediniz ey Allah'ın Resûlü! dedim.

- Otur iç! dedi. Ben de oturdum ve içtim.

- Daha iç! dedi. Biraz daha içtim.

- İç!. İç!. demeye devam etti. Ben:

- Seni hak üzere yollayan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, hayır, içecek yerim kalmadı artık! dedim.

- Bardağı şimdi de bana ver! dedi. Ben de verdim. Allah'a hamdedip besmele çektikten sonra geri kalanı da o içti".

Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ehl-i Suffa'nın başka mes'eleleriyle de yakînen ilgilenmiştir.

Kaynak: İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 1/445-446-447-448-449-450.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.