'ikinci Mevlânâ'; Halid-i Bağdadi

Celaleddin-i Rumî'den sonra Mevlânâ sıfatıyla yâd edilen ikinci Allah dostu; Mevlânâ Hâlid-i Bağdadi.

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, yetiştirdiği talebelerinden ke­mâ­le erip yükselenlerin her birini bir ülkeye gönderdi. Böylece her tarafa şerîat, tarîkat, hakîkat ve mârifet feyizlerinin ulaşmasını temin yolunda büyük hizmetlere muvaffak oldu.

ÖLÜ KALPLERİ CANLANDIRDI

Ölü kalpleri canlandırdı, mânevî bir bahar iklîminde yaşattı. Niceleri, uzak diyarlardan gelip onun talebesi olmak için âdeta yarış hâlindeydi. İrşâdının bereketiyle kalplerdeki kara bu­lutlar dağılırdı.

Mevlânâ Hâlid Hazretleri, ilim ve irfanda, tâneleri zor seçilen bir yağmur gibiydi. Bâzen sorduğu suâli, hiç kimse çözemezdi. Neticede yine kendisi cevaplardı. Bâzen de çok iyi bildiği bir me­se­leyi bilmezlikten gelerek gurur ve kibirden kendisini muhâfaza ederdi.

O, akla ve nakle dayalı ilimlerin kemâl noktasındaydı. İlimde eşi emsâli yoktu, bildiği her şeyi derin ve geniş bir şekilde bilirdi. İlmi ile âmil olan ulemâ için kâmil bir örnekti.

Sözü tesirliydi. İbadetlerinde aslâ kolaycılığa ve ruhsatlara kaçmazdı. Kanaatkârdı. Zamanını aslâ boş geçirmez, en güzel şekilde değerlendirirdi. Her hâliyle övülmeye lâyık, örnek bir şahsiyetti.

'İKİNCİ MEVLANA'

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Hazret-i Mevlânâ -kuddise sir­ruh-’tan sonra “Mevlânâ”, yani “Efendimiz” sıfatıyla yâd edilen ikinci meş­hur Hak dostu olmuştur. Bu, onun hizmet yolunda kaydettiği tesir ve nüfûzu da göstermektedir. Öyle ki, Nakşîlik yolu, kendisinden sonra âdeta Hâlidîlik olmuş ve bu kol, Osmanlı mülkünün en yaygın tasavvuf mektebi hâline gelmiştir.

Zira Mevlânâ Hâlid Hazretleri, şer’î ve mânevî ilimlere âdeta bir asr-ı saâ­det neşvesi kazandırmıştır. O devirde bâtıl itikadların teh­likesine karşı dîn-i mübîni ve tasavvufî hayatı öz mâhiyetiyle müdâfaa et­­miş­tir. Bu yüce himmetin nûru, her yana mukaddes bir güneş gibi ışık saçmıştır.

Onun yüksek gayretlerinin bereketiyle Bağdat, “mecmau’l-bah­reyn”, yani “maddî ve mânevî iki deryânın birleştiği” bir mekân oldu. Onun sâyesinde şer’î ve tasavvufî ilimler yan yana yürümeye başladı. Şerîat nurları ile tarîkat ve hakîkat nur­ları aynı anda bir dolunay gibi doğar oldu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.