İki Günü Eşit Olan Ziyandadır

Firâset sahibi müʼminler, geride bıraktıkları sadaka-i câriyelerle, vefatlarından sonra bile amel defterlerinin açık kalmasına gayret ederler.

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:

“Bir rivâyette; «Dîninde iki günü eşit geçen ziyandadır. Yarını bugünün­den kötü olan kimse lânetlenmiştir. Artırmaya çalışmayıp yerinde sayan kimse ziyandadır. Ziyan eden kimsenin ise ölmesi kendisi için daha hayırlıdır.»[1] buyrulmuştur.

Bu sözde, hak yolda gidenlerin hâline işaret vardır. Tâlibin, yakînini ar­tırma talebinde iki günü eşit olmamalıdır. Yani yarınki talebi ve yakîni bugün­künden daha fazla olmalıdır.”

Bu rivâyette zemmedilen “iki günün eşit olması” ifâdesini yanlış anlamamak gerekir. Zira bu ifâde, her gün, bir önceki günden biraz daha fazla tâat ve amel-i sâlihlerle meşgul olmak gerektiği mânâsına gelmez. Öyle olsaydı, gün gelir, daha fazlasını yapacak vakit kalmazdı.

Bu ifâdeden maksat, kulluk vazifelerini düzenli ve istikrarlı bir sûrette îfâ eden bir müʼminin amel defterine yazılan sevaplarının daha evvelkilerin üzerine ilâve edilerek yekûn itibârıyla her gün, bir önceki güne göre daha da artmış olacağıdır.

SADAKA VERMENİN ÖNEMİ

Bu artışın durması ise, ancak müʼminin ömür sermayesini tüketip amel defterinin kapanmasıyla olur. Bunun içindir ki firâset sahibi müʼminler, geride bıraktıkları sadaka-i câriyelerle, vefatlarından sonra bile amel defterlerinin açık kalmasına gayret ederler.

Öte yandan, müʼminin her gün biraz daha ilerleyebilme vazife ve mesʼûliyeti, yalnızca ibadet ve tâatlere münhasır değildir. Dînî hayatın özünü teşkil eden îmânın seviye kazanması, müʼminin kalbinde yeni yeni pencereler açılıp daha geniş ufuklara vâkıf olması ve böylece Hakkʼa olan yakîninin (şüpheden uzak, katʼî îmanının) her yeni günde daha da köklenip kuvvetlenmesi gereklidir.

GÜNDE 100 DEFA İSTİĞFÂR ETMENİN HİKMETİ

Nitekim Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hakkʼa olan yakîni her gün daha da arttığından, bir önceki hâlinin noksanlığı sebebiyle istiğfâr ederdi. İsmet (günahsızlık) sıfatını hâiz olan O mâsum Nebîʼnin;

“Ben günde yüz defa istiğfâr ederim.” (Müslim, Zikir, 42) buyurmasının hikmeti de Rabbine lâyıkıyla şükredememe endişesiyle beraber, bir de yakîni arttıkça daha önceki hâlinden duyduğu nedâmettir.

Müʼminler olarak bizler de her gün Rabbimiz’e biraz daha yaklaşmanın gayreti içinde bulunup zâhirî ve bâtınî noksanlıklarımız için çokça istiğfâr etmek mecburiyetindeyiz. Aksi hâlde ziyân edenlerden oluruz.

[1] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, no: 2406.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.