İki Fâtıma Kimdir?

İki Fâtıma kimdir? iki Fâtıma’nın ruh iklimine nasıl bürünebiliriz? İşte Hazreti Fâtıma'nın (radıyallâhu anh) hayatından ibretlik hadiseler...

Birinci Fâtıma, İnsan Sûresi’nin 8-11. ayetleri arasında fazîleti, Cenâb-ı Hak tarafından bildirilen Fâtıma’dır.

Hazret-i Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz çocukken bir hastalığa dûçar oldular. Hazreti Ali -radıyallâhu anh- ve Hazreti Fâtıma efendilerimiz, üç gün oruç tutmayı adadılar. Birinci gün iftarlarını açacakları zaman bir yoksul geldi:

“–Allah rızâsı için yiyecek bir şeyler!..” dedi.

Sofralarındaki yiyeceklerini verdiler. Suyla iftar edip ikinci gün oruca niyet ettiler. İkinci gün iftar vaktinde, bir yetim kapıyı çaldı.

“–Allah için bir lokma!” deyince, yine sofradaki yiyeceklerini ona verdiler.

Kendileri suyla iftar edip, ertesi günkü oruca niyet ettiler.

Üçüncü gün aynı saatlerde bir köle gelerek yiyecek istedi. Yine sofralarındaki lokmalarını ona ikrâm ettiler ve yine suyla iftar ettiler. Bunun üzerine İnsan Sûresi’ndeki şu âyetler nâzil oldu:

“Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.

«–Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, sert ve belâlı bir günde Rabbimizden (Onun azabına uğramaktan) korkarız.» derler.

İşte bu yüzden Allah onları o günün şerrinden muhafaza eder; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir.

Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.” (el-İnsan, 8-12) (Vâhidî, s. 470; Zemahşerî, VI, 191-192; Râzî, XXX, 244)

BU AYETLERİN ÜÇ ÖZELLİĞİ

Bu âyetlerde üç husus dikkatimizi çekmektedir:

Birincisi, Allah’ın mahlûkatına merhamet, Allah’ın nazarıyla Allah’ın mahlûkatına bakabilmek; yetimin, fakirin ve esirin gönlüne girebilmektir. Bu hususta Ebû Bekir Verrak Hazretleri şöyle buyurur:

“–İnfâk etmeyen, cenneti ümit etmesin! Fakiri sevmeyen de Peygamber Efendimizi sevdiğini iddia etmesin. İkisi de yalancıdır!”

İkincisi, infâkı Allah rızâsı için yapabilmektir. Bu itibarla Hazret-i Ali ve Hazret-i Fâtıma:

“–Biz bir karşılık beklemiyoruz, bir teşekkür de istemiyoruz. Sadece Allah rızâsı için yapıyoruz.» demişlerdir. Biz de yaptığımız amellerimizi, sırf Allah rızâsı için yapacağız, kullardan bir karşılık beklemeyeceğiz.

Üçüncüsü ise, bu mükerrem ve numûne insanlar:

“–Biz kıyâmet gününden, o sert ve belâlı günden korkarız.» diyorlar. Bu da bir mü’min kalbinin, haşyetullâh (Allah korkusu) ile dolu olması hâlidir.

Cenâb-ı Hak da onların bu ihlâs ve hizmetlerine mukâbil: “Onları, o belâlı günden koruruz.” buyurmaktadır.

HAZRETİ FÂTIMA'NIN GÖNÜL DÜNYASI

Bu Fâtıma’nın gönül dünyasını yansıtan ikinci bir misâl de şudur:

Peygamber Efendimiz, Kâbe’nin Rükn-i Yemânî kısmında namaz kılarken, Ebû Cehil geldi. Onu tek başına görünce sevindi ve hemen birisini gönderip taze deve işkembesi getirtti. Peygamber Efendimiz secdedeyken, 70-80 kiloluk o deve işkembesini üzerine boşalttı. Peygamberimizin, henüz müslüman olmamış amcası Abbas da oradaydı. Müşriklerin şiddetinden korktuğu için hiç ses çıkaramadı.

O sırada oradan geçen ve yaklaşık 9-10 yaşlarında olan Fâtıma vâlidemiz koşarak geldi. Peygamberimizin üzerinden o pislikleri temizlemeye başladı. Bir taraftan da gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

Aleyhisselâtü vesselâm Efendimiz:

“–Ağlama kızım!..” diye onu tesellî ediyordu. (Bkz. Buhârî, Salât 109, Cihâd 98, Cizye 21; Müslim, Cihâd 107)

Akrabâ asabiyetinin bile yetmediği bir korku karşısında, Hazret-i Fâtıma mertti, yiğitti. O, Allah ve Rasûlünü her şeyden üstün tutuyor ve onları, her şeyden çok seviyordu. Bu sebeple Hazret-i Fatıma’ya “Ümm-i Ebîha: Babasının annesi adı verildi.

İkinci Fâtıma’ya gelince, o, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamberin canına kastederek, büyük bir cinayet işlemeye giderken kendisine mânî olup, onu hidâyete sevk eden Fâtıma’dır. O gün bu Fâtıma, öyle bir kalple Kur’ân okumuştur ki, Ömer gibi sert, katı kalpli bir câhiliye insanı eriyip gitmiş, yerine gönlü merhametle dolu, gözleri yaşlı, Hak karşısında iki büklüm olan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- gelmişti.

Dolayısıyla, kurslarımızda yetişecek kızlarımızın, bu iki Fâtıma’yı ve emsâllerini örnek almaları pek mühimdir. Her bir kızımız, onlar gibi diğergâm ve cömert olmalı, amelini Allah rızâsı için îfâ etmeli, Kur’ân-ı Kerîm’i de bir kalbî neşe ve derinlikle okumalı ki, arzu edilen ulvî nasipler tecellî etsin ve ilâhî feyiz ve tesirler gönüllerimizi doldursun.

Bu meyânda Hazret-i Âişe vâlidemizi de unutmamak îcap eder. Çünkü o, Peygamber Efendimizin hanımlarının en zekîsiydi. Ashâb-ı Kirâm arasındaki yedi müçtehitten birisiydi. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, onun hakkında:

“–Dîninizin üçte birini Âişe’nin evinden öğrenin!” buyurmuşlardır. (Deylemî, II, 165/2828)

Bu itibarla her Müslüman hanımın, Hazret-i Âişe annemizin, Peygamber Efendimiz tarafından methe mazhar olmuş zekâ ve firâsetinden, Cenâb-ı Hakk’ın şahâdetine nâil olmuş iffetinden, hisseler almaya çalışması gerekir.

Niyâzımız o ki; Rabbimiz, bütün kızlarımıza Fâtıma vâlidelerimizin kalbî hayatlarından, Hazret-i Âişe vâlidemizin zekâ, firâset ve iffetinden ve bilhassa Hazret-i Hatice vâlidemizin sadâkat ve fedâkârlığından hisseler nasip eylesin. Âmîn…

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları, 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.