İçki İçmek Neden Haram?

İslam’da içki içmek neden haramdır? Şarabın, alkollü içeceklerin (içkinin) haram olmasının sebebi nedir? İçki ile ilgili ayet ve hadisler...

İçki iligili hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- İbn-i Ömer (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Her sarhoşluk veren şey içkidir ve her sarhoşluk veren şey haramdır. Bir kimse dünyada şarap içer de ona devam ederken tevbe etmeden ölürse, âhirette (Cennet) şarabı içemez.” (Müslim, Eşribe, 73, 77. Ayrıca bkz. Buhârî, Eşribe, 1; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)

2- Câbir bin Abdullah (r.a) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır.” (Ebû Dâvûd, Eşribe, 5/3681; Tirmizî, Eşribe, 3/1865)

3- Ebu’d-Derdâ (r.a) şöyle demiştir: Canımdan çok sevdiğim Resûlullah bana şu tavsiyede bulundu:

“Sakın içki içme, çünkü o bütün kötülük ve şerlerin anahtarıdır.” (İbn-i Mâce, Eşribe, 1)

4- İbn-i Ömer’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki Allah Teâlâ; içkiye, onu içene, dağıtana, satana, alana, yapana, yaptırana, taşıyana ve kendisine götürülene lânet etmiştir!” (Ebû Dâvud, Eşribe, 2/3674)

5- Câbir’den (r.a) rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“…Allah’a ve âhiret gününe iman eden kişi, (kendisi içmese bile) içki içilen bir sofraya oturmasın!” (Tirmizî, Edeb, 43/2801)

6- Câbir (r.a.) şöyle anlatır:

Bir Adam Ceyşân’dan geldi. -Ceyşân Yemen’de bir şehirdir- Efendimiz’e beldelerinde içtikleri, mısırdan yapılan ve Mizr adı verilen bir içeceği sordu. Resul:

“–O sarhoşluk veriyor mu?” buyurdu. Adam:

“–Evet” dedi. Bunun üzerine Resûlullah:

“–Her sorhoşluk verici şey haramdır. Allah’ın, sarhoşluk verici şey içene «Tînetü’l-Habâl» içireceğine dâir ahdi vardır” buyurdu. Oradakiler:

“–Ey Allah’ın Resûlü, «Tînetü’l-Habâl» nedir?” diye sordular. Resûlullah:

“–Cehennem ehlinin teridir veya Cehennem ehlinin usâresidir (kan ve irinidir)” buyurdu. (Müslim, Eşribe, 72; Ebû Dâvûd, Eşribe, 5)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Cenâb-ı Hak kullarını sevmekte ve onların cennete girmelerini istemektedir. Bu sebeple de kullarını günahlardan kıskanarak günahın açığını da gizlisini de yasaklamıştır. Aynı şekilde, bütün günahların sebebi ve anahtarı olan içkinin de her türlüsünü, ister az olsun ister çok, ağır ifadelerle haram kılmıştır.

İSRA GECESİNDE PEYGAMBERİMİZE SUNULAN İÇECEKLER

İçki, insan fıtratına tamamen zıt olan zararlı bir içecektir. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz’e İsrâ gecesinde, birinde şarap, diğerinde süt bulunan iki bardak getirildiğinde, Allah Resûlü bardaklara şöyle bir baktıktan sonra süt bardağını tercih etmiştir. (Hâlbuki ona ikrâm edilen şarap bizim bildiğimiz cinsten değil Cennet şarabıydı ve o zaman dünyadaki içki de henüz haram kılınmamıştı.)

Bunun üzerine Cebrâil (a.s.):

“–Seni, insanın yaratılış gâyesine (fıtrata) uygun olan şeye yönlendiren Allah’a hamdolsun. Şayet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi”  demiştir. (Müslim, Îmân, 272; Eşribe, 92. Ayrıca bkz. Buhârî, Tefsîr, 17/3; Eşribe, 1, 12; Nesâî, Eşribe, 41)

Hâdiseden anlaşıldığına göre aslolan ayık ve ciddî olmaktır. Kendinden geçmiş vaziyette ve lezzetin rehâveti içinde bulunmak makbûl değildir. Uyanıklığı terk etmenin sonucu ise umûmiyetle sapıklığa düşmektir. O hâlde içkiyi tabiî görüp benimseyenlerin sapıklığa düşmeleri kaçınılmazdır.

Câhiliye döneminde, içkinin fıtrata uymadığını fark eden Abdülmuttalib, Ebû Tâlib, Hz. Ebûbekir ve Hz. Osman gibi akıllı kimseler içkiyi ağızlarına hiç koymamışlardır.  Hatta onu âilesine ve çocuklarına yasaklayanlar bile çıkmıştır.

O dönemde insanlar içkiye mübtelâ oldukları için Cenâb-ı Hak bu habis içeceği birden bire yasaklamamış, bunu tedrîcî bir şekilde gerçekleştirmiştir. Zira ânî bir yasak söz konusu olsaydı insanların ekseriyeti hemen îtiraz ederdi. Nitekim Hz. Ayşe vâlidemiz şöyle demektedir:

“…Helâl ve harâma dâir hükümler ancak insanlar İslâm’a tam olarak ısındıktan sonra nâzil olmaya başladı. Eğer ilk defâ:

«–İçki içmeyin!» emri inseydi insanlar:

«–Biz içkiyi kesinlikle bırakamayız!» derlerdi.

Yine ilk olarak:

«–Zina etmeyin!» emri gelseydi insanlar aynı şekilde:

«–Zinayı aslâ bırakamayız!» derlerdi….” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6)

İÇKİ NE ZAMAN VE NASIL HARAM KILINDI?

İşte insan fıtratının bu yapısı göz önüne alınarak içkinin haram kılınması da tedrîcen gerçekleştirilmiştir. Şöyle ki:

İlk defa Mekke-i Mükerreme’de:

“Hurma ve üzümden, hem sarhoşluk veren içki hem de güzel gıdâlar elde edersiniz. Şüphesiz bunda aklını kullanan kimseler için alınacak bir ibret vardır.”  âyet-i kerimesi nâzil oldu.

Bu âyette hurma ve üzümden, güzel gıdâlardan farklı olarak bir de sarhoşluk veren bir madde elde edildiği bildirilerek, sarhoşluk veren şeylerin, güzel ve makbul bir içecek sayılmadığı hissettirilmiş ve onun ileride yasaklanacağı îmâ edilmiştir.

Hicretten sonra Medîne-i Münevvere’de insanların soruları üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için bir kısım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı, faydasından daha büyüktür…” (Bakara 2/219)

Bu âyetin nüzûlünden sonra Müslümanların ekseriyeti içkiyi terk ettiler.

Aradan biraz daha zaman geçti. Bir gün sahâbeden biri, akşam namazını kıldırırken âyeti, mânâsı bozulacak şekilde yanlış okudu. Bunun üzerine:

“Ey iman edenler! Siz sarhoş iken, ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın!..”  âyeti nâzil oldu.

Bundan sonra Müslümanlardan içki içenler iyice azaldı. Namaz kılınacağı zaman Efendimiz’in vazifelendirdiği bir kişi:

“Sarhoş olanlar kesinlikle namaza yaklaşmasın!” diye nidâ ederdi. Müslümanlar, artık içkinin kesin bir şekilde yasaklanacağını anlayarak buna hazır hâle geldiler.

Bir müddet sonra artık Müslümanların çoğu içkiyi bırakmıştı. Bâzıları ise içki yüzünden karşılaştıkları nâhoş hâllerden muzdarip durumdaydı.

Hz. Ömer:

“Allah’ım! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!” diye dua ediyordu. Nihâyet bir içki sofrasının ardından çıkan kavga ile içkinin kötülüğü daha müşahhas bir şekilde görüldü. Artık içkinin yasaklanması, kolaylıkla takdîr edilebilecek bir hâle geldi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerimeleri inzâl buyurdu:

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları, şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felâh bulasınız. Şeytan, içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin salmak; sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bütün bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Mâide 5/90-91)

Resûlullah, Hz. Ömer’i çağırıp ona bu âyetleri okudu. “Artık vazgeçtiniz değil mi?” kısmına gelince o:

“−Vazgeçtik! Vazgeçtik yâ Rab!” diyordu. Hz. Ömer ile birlikte bütün Müslümanlar da:

“−Artık içkiden, kumardan vazgeçtik ey Rabbimiz!” diyorlardı.

Bu âyetler nâzil olunca, Peygamber Efendimiz’in emriyle bir münâdî:

“−Haberiniz olsun ki içki haram kılınmıştır!” diyerek seslendi.

Tulumları delinip boşaltılan, küpleri kırılıp dökülen içkiler, Medîne sokaklarında seller gibi aktı!.. (Bkz. Ahmed, I, 53; II, 351; Nesâî, Eşribe, 1-2; Hâkim, II, 305/3101)

Enes (r.a) şöyle anlatır:

Ebû Talha’nın evinde insanlara sâkîlik yaptığım sırada içki haram kılındı. Allah Resûlü bir sahâbîye emretti, o da insanlara bunu duyurdu. Biz evdeyken vazifeli sahâbînin sesi geldi. Ebû Talha:

“–Çık da bir bakıver, şu ses neyin nesidir?” dedi.

Çıkıp baktım ve:

“–Bir münâdî; «Dikkat edin; içki haram kılınmıştır!» diye nidâ ediyor” dedim. Bana:

“–Öyleyse git ve onu dök!” dedi.

O andan itibâren Medîne sokaklarından içki aktı. (Buhârî, Tefsîr, 5/11)

Bundan sonra, içki içen Müslümanlar ellerindeki şarapların hepsini imhâ ettiler. Bir daha da içmediler. İçkiyi dinden uzak bir sapıklık olarak gördüler. Meselâ Ebû Mûsâ (r.a) şöyle derdi:

“Benim nazarımda ha içki içmişim ha Allah’ı bırakıp şu sütuna tapmışım, hiç fark etmez (ikisi de aynı derecede büyük günahtır).” (Nesâî, Eşribe, 42/5661)

Dolayısıyla artık sarhoşluk veren her türlü içkiden uzak durulmalıdır. Nitekim Allah Resûlü, birinci hadisimizde, sarhoşluk veren her şeyin, içki olduğunu ve haram kılındığını haber vermektedir. Yani ismin değişmesi önemli değildir. Bazı insanların, “Haram olan şaraptır, bizim içtiğimiz şeyin adı şarap olmadığından haram değildir” demeleri anlamsızdır. Resûlullah mûcizevî bir şekilde buna işaret ederek şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimden bir takım insanlar, farklı isimler verip şarabı içecekler.” (Nesâî, Eşribe, 41/5656. Ayrıca bkz. Buhârî, Edahî, 3; İbn-i Mâce, Fiten, 22)

Dolayısıyla, çeşitli bahanelerle içkiye fetvâ almaya çalışanlar, kendilerini kandırmaktan başka bir şey yapmazlar.

Ebû Mûsâ el-Eşʻarî (r.a.) Yemen’e giderken:

“−Yâ Resûlallah! Onların baldan yapılan bir içecekleri var ki, tutuncaya kadar pişirilir. Bir de arpadan yapılan Mizr diye bir içecekleri vardır. (Bunlar hakkında ne buyurursunuz)” dedi. Resûlullah Efendimiz:

“−Sarhoşluk verip namazdan alıkoyan her şey haramdır” buyurdular. (Müslim, Eşribe, 70) Diğer bir rivâyette:

“−Namazdan alıkoyan her sarhoş edici şeyi nehyediyorum, yasaklıyorum!” buyurmuşlardır. (Müslim, Eşribe, 71)

Diğer taraftan Resûlullah, içkiye mübtelâ olup da tevbe etmeden ölen kimselerin Cennet şarabından içemeyeceğini haber vermiştir. Hatta, bir başka hadis-i şerifte, içki tiryakisi olan kimselerin cennete giremeyeceği ifade edilir. (Nesâî, Zekât, 69/2560)

CENNET ŞARABI NEDİR?

Cennette şarap bulunduğuna bakarak, dünyadaki şaraba iyi gözle bakmaya meyletmek doğru değildir. Cennet şarabı ile dünya şarabı arasında, isimden başka hiçbir benzerlik yoktur. Dünya şarabı insanı sarhoş edip ona her türlü günahı işlettiği hâlde, Cennet şarabının insanı sarhoş etme ve onu rezilliğe sevketme gibi bir vasfı yoktur.

İçkinin haram olması az veya çok olmasıyla da alâkalı değildir. İkinci hadisimizde, çoğu sarhoşluk veren şeyin azının da haram olduğu bildirilmektedir. Bu sebeple, “Sarhoş olmayacak kadar içmekle bir şey olmaz” diyenlere aldanmamalıdır. Ölçü gayet açıktır, bir şeyin çoğu sarhoş ediyorsa, onun azı da haramdır. Dinimiz, günaha giden yolları tamamen kapatarak kötülükleri en güzel şekilde önlemek ister. Hayatın pratiğine uymayan teorik çözümleri kâle almaz. Yasakları, caydırıcı olması için büyük bir hikmetle koyar ve bunları çiğneyenlere de ağır cezalar verir. Bu, dinimizin insana değer vermediğinden değil, aksine insanlığı nihâyetsiz bir şefkât ve merhametle kucaklamasından ileri gelir.

İÇKİ İÇMENİN DÜNYADAKİ CEZASI

İslâm fıkhına göre içki içmenin dünyadaki cezası, 40 veya 80 sopa vurmaktır. Bundan maksat, sarhoşa gözdağı vermek ve utanmasını sağlayarak onu içki içmekten vazgeçirmektir. (Ebû Dâvûd, Hudûd, 35/4478)

Bir defasında Peygamber Efendimiz’e içki içmiş birini getirdiler. Resûlullah orada bulunanlara, adamın hak ettiği cezayı uygulamalarını söyledi. Bir müddet sonra oradakilerden biri suçluya:

“–Allah seni rezil etsin, kahretsin!” diye söylendi. Bunun üzerine Resûlullah:

“–Hayır, öyle demeyiniz, onun aleyhinde böyle şeyler söyleyip de şeytana yardımcı olmayınız!” buyurdu. (Buhârî, Hudûd, 4; Ebû Dâvûd, Hudûd, 35, 36)

Cezası verildikten sonra Ashâb-ı Kirâm, aklını başına alması için günahkârı:

“–Allah’tan sakınmadın mı? Allah’tan korkmadın mı? Peygamber Efendimiz’den utanmadın mı?” diye azarladıktan sonra gönderdiler. Merhamet ummânı Efendimiz, o gittikten sonra ashâbına:

“«Allah’ım, onu mağfiret eyle, Allah’ım, ona rahmet ve merhamet eyle…» diye dua ediniz!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Hudûd, 35/4478)

Burada Allah Resûlü’nün ümmetine olan merhametini müşâhade etmekteyiz. Zâten haramları yasaklaması da onlara olan merhametinden değil midir?

Resûlullah Efendimiz’in sünnet-i seniyyesine sıkı sıkıya bağlı olan Hz. Ömer de aynı şeyi yapmıştır:

Yezid bin Esam (r.a.) şöyle anlatır:

“Şam ehlinden güçlü kuvvetli, nüfuz sahibi bir kimse vardı. Zaman zaman Hz. Ömer’in yanına gelirdi. Bir ara Ömer (r.a.) o kimseyi göremez oldu. Çevresindekilere:

«–Falan zât ne yapıyor, artık görünmez oldu?» dedi.

«–Ey Mü’minlerin Emîri! O kendisini şaraba verdi» dediler. Hz. Ömer (r.a) hemen kâtibini çağırıp:

«–Yaz! Ömer bin Hattâb’dan falan kimseye... Sana selâm olsun! Kendisinden başka ilâh olmayan, günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin ve ihsânı bol olan Allah’a hamd ederim. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, dönüş ancak O’nadır» dedi.

Ömer (r.a) mektubu yazdırdıktan sonra arkadaşlarına dönerek:

«–Allah’a yönelmesi ve Allah’ın tevbesini kabul buyurması için kardeşinize dua ediniz!» dedi.

O zât Hz. Ömer’in mektubunu alınca «Allah günahları bağışlayan, tevbeleri kabul eden, azabı çetin olandır»  cümlesini tekrar tekrar okudu:

«–Allah beni hem azabı ile korkutmuş, hem de günahlarımı affedeceğini vaadetmiş» diyerek ağladı ve güzelce tevbe etti. Hz. Ömer (r.a) bunu haber alınca arkadaşlarına:

«–İşte böyle yapınız! Bir kardeşinizin yoldan çıktığını, günaha saplandığını gördüğünüzde onu doğru yola getirmeye, Allah’ın affına güvendirmeye çalışınız. Tevbesini kabul buyurması için de Allah’a dua ediniz. Kendisine beddua ederek aleyhinde şeytana yardımcı olmayınız» dedi.” (İbn-i Kesir, Tefsir, IV, 76; Ebû Nuaym, Hilye, IV, 97-98)

İÇKİNİN HARAM KILINMASININ HİKMETİ

Resûlullah, içkinin haram kılınmasındaki hikmeti üçüncü hadisimizde şöyle ifade buyurur:

“Sakın içki içme! Çünkü o bütün şerlerin anahtarıdır.”

İçki, hem fert hem de toplum için büyük bir fesat sebebidir. İçki içmek aklî melekelere menfî yönde tesir eder. Hâlbuki dünya ve âhirete yönelik bütün maslahatlar ancak akılla gerçekleşir. Akıl gidince insan, akla hayâle gelmez günahlara dalar.

Nasıl ki ispirtonun içine bir kıvılcım düştüğünde hemen alev alırsa, alkol bağımlısı bir beynin ve kalbin içinde kötülüğün ateşini tutuşturmak da bu kadar kolay olmaktadır.

İşlenen günahlara bakıldığında, hep gaflet ânında yapıldıkları görülür. Günahlara düşme hususunda gaflet bu kadar tesirli olursa, ondan daha ileri olan sarhoşluğun insanı ne büyük günahlara sevkedeceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.

İçki, kumar, şans oyunları gibi insana maddî ve mânevî sarhoşluk veren şeyler, insanlığın ebedî düşmanı şeytanın elindeki en tesirli silâhlardır. İnsan bunlardan uzak durmadıkça felâha ermesi mümkün değildir. Şeytan, içki ve kumar yoluyla insanlar arasına kin, husûmet ve düşmanlık sokar, onları birbirine düşürür. Onları Allah’ın zikrinden, namazdan ve ibadetlerden alıkoyarak âhiret fukarâları hâline getirir. Kısacası hem dünyalarını hem de âhiretlerini berbâd eder. Dolayısıyla iki cihanda da perişân olmaktan kurtulmanın yolu, Allah’ın yasakladığı günahları terk etmekten geçer. (Mâide 5/90-91)

İÇKİNİN ZARARLARI

İçkinin ülkesine ve milletine verdiği büyük zararları gözyaşları ve sinir krizleri içinde seyreden Rus profesör Raçinski, şu ibretli sözleri söyler:

“Şeytan, şişenin içinde bekler ve alkol bağımlılarının elinde avucunda ne varsa hepsini alır. Hatta üzerlerindeki son gömleklerini, kucaklarında tuttukları yavrularının son lokmasını bile kapar. Bundan başka şişedeki şeytan, kendine köle ettiği insanların ve âilelerinin sıhhatini, nâmusunu, vicdanını, sevinç ve sürûrunu, huzur ve saâdetini de alır. İnsanlarda çalışma azmini ve duygusunu kırdığı gibi her türlü kazançtan da mahrum bırakır. Bir defâ alkol ve içki üretimi için, ara yerde ne kadar emeklerin boş yere hebâ edildiğini bir düşününüz.

Bu kadar çeşit içkinin hazırlanması için ne kadar yiyeceğin, içeceğin ve emeğin boş yere ziyân edildiğini iyice hesap ediniz. Basit bir tahminle bu uğurda milyarlarca kilo buğday, çavdar, patates, arpa, üzüm, erik vb. harcandığı anlaşılır. Eğer insanların alkol bataklığına pervasızca saçıp savurduğu milyarlarca kilo ekmek, erik, incir ve üzümün hepsi bir araya toplansaydı, hiçbir zaman dünyada açlık ya da gıdâ pahalılığı olmazdı. Bırakın insanları, hayvanları bile doyuncaya kadar besleyecek her çeşit yiyecek bulunabilirdi.

İçinde alkol bulunan içecekleri mayalamak için dünyada binlerce fabrika vardır. Bu fabrikalarda yüz binlerce işçi çalışmaktadır. İşte bu işçiler, insanların ihtiyacı olan milyonlarca ton gıdâyı, bir taraftan zehire dönüştürüyorlar, diğer taraftan da «Niçin dünyada yaşayan insanlara yiyecek ekmek bulunmuyor; niçin gıdâ fiyatları gittikçe yükseliyor; niçin insanlar açlıktan ölüyor?» diye hayattan yakınıyor ve şikayet ediyorlar.

Alkol üreten bunca fabrika yetmiyormuş gibi, birçok ülkede insanlar bu şeytan kazanını bizzat kendileri kaynatıyor, içkilerini kendileri hazırlıyorlar. Eğer idareciler evlerdeki bu içki üretimini yasaklayacak olsa, hemen itiraz edip gürültü patırtı koparırlar.

Devletin gücü şişedeki şeytanın gücü ve kudreti kadar büyük değildir. Çünkü bu güç, yıkmak ve bozmak için harekete geçtiğinden, az bir kuvvetle çok zarar verir. Şişedeki şeytanın ordusu, dünyanın en kalabalık ordusudur. Bu ordu, her türlü iyilik ve güzelliğe karşı tam bir savaş hâlindedir. Bu ordunun hiçbir askeri, harp meydanından kaçmayı aslâ düşünmez.

Şişedeki şeytanın bütçesi tam olarak nedir bilinmez. Çünkü şeytana uyanlar, kullandıkları içkinin vergilerini eksiksiz öderler. Lâkin aynı kişiler, başka insanlara ödemek mecburiyetinde oldukları borçlarını bir türlü ödemezler. Şeytan kendi alacaklarını her zaman ve eksiksiz tahsil eder. Eğer bu insanlar ödeyecek paraları yoksa bile, ya çalarlar ya öldürürler ya da kendilerinin ve âilelerinin nâmusunu, şerefini satarlar, ne yapıp eder şeytanın vergisini mutlaka öderler.

İşte binlerce yıldan beri, dünyanın her yerindeki masum insanlar bu yollarla soyuluyor ve ahlâkî düşüklüğe uğruyor. Bu duruma ise, kimse aldırış etmiyor. Bir yerde vebâ, kolera, sıtma vb. bulaşıcı bir hastalık çıksa, herkesi bir telâştır alıyor; memleketin her yerinde kıyametler kopuyor; çevre baştan aşağıya dezenfekte edilip ilaçlanıyor. Salgına karşı amansız ve şiddetli bir mücadele veriliyor. Bütün insanlığı tehdit eden içki salgınına karşı ise, maalesef hiçbir mücadele verilmiyor.

Alkol yüzünden binlerce kıymetli ve seçkin insanın hayatı mahvolmuştur. Bu insanlar sahip oldukları değerleri hep kaybetmişlerdir. İçki ve alkol, milyonlarca büyük insanın sıhhatini bozmuştur.

Bataklık bir zemin üzerine sağlam ve büyük binalar yapılamayacağı gibi, alkolik ve ayyaş olan bir milletin içinde de kalıcı bir düzen sağlamak ve huzurlu bir hayat tesis etmek mümkün değildir. Bu sebeple, ıslâh faaliyetlerine, öncelikle bütün bir milleti bu feci durumdan uyandırıp ayıltmakla başlamalıdır.”

ALKOL KULLANIMININ SUÇ ORANLARINA ETKİSİ

Dünya Sağlık Teşkîlatı’nın Türkiye’nin de içinde bulunduğu otuz ülkeyi içine alan son araştırma raporlarına göre, cinâyetlerin % 85’i (bunların % 60-70’i âile içine dönüktür), tecâvüzlerin % 50’si, şiddet hâdiselerinin % 50’si, eşlerini dövenlerin % 70’i, işe gitmeyenlerin % 60’ı ve akıl hastalığı vak’alarının % 40-50’si alkolden kaynaklanmaktadır.

İçki kullanan insanların çocukları da pek çok zarar ve kayba mâruz kalmaktadır. Alkoliklerden doğan çocuklarda aklî ârızalar % 90’lardadır. Alkolik bir kadının özürlü bir çocuğa sahip olma riski % 35 gibi yüksek bir orandır. Bu risk, anneleri içki içen çocukların, ana rahminde iken alkole mâruz kalmalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü alkol, ana rahmindeki büyümeyi ve doğum sonrası gelişmeyi engeller; çocukta zekâ geriliğine, boy kısalığına ve davranış bozukluklarına sebep olur.

İçki mübtelâsı olan insanların çocukları, sürekli çekişme ve şiddet dolu bir âile atmosferinde yaşadıklarından, onlarda duygusal çöküntü ve davranış bozukluklarının artma riski çok yüksektir. Dolayısıyla bu çocukların çoğu, okulda ve hayatta başarısız olur.

Trafik kazaları, intiharlar, suça teşvik, âile parçalanması, iş hayatının bozulması, meslek kayıpları ve muhtelif ekonomik kayıplar da içkinin çokça görülen zararları arasındadır. İnsanın aklını dumûra uğratan içki, kişinin görüş ve düşüncesini ifsâd, malını da telef eder. Bunun yanında âileyi yıkar, nesilleri çürütür, sosyal îtibar ve konumu târumâr eder. Çünkü o, bütün günah ve kötülüklerin anasıdır.

BÜTÜN KÖTÜLERİN ANASI

Hz. Osman (r.a), içkinin bütün şerlerin anahtarı oluşunu bir misalle şöyle anlatır:

“İçkiden sakının, çünkü o bütün kötülük ve çirkinliklerin anasıdır. Sizden önceki milletlerden birinde kendisini ibadete vermiş bir adam vardı. Kötü bir kadın ona musallat oldu. Hizmetçisini adama gönderdi ve:

«–Seni şahitlik yapman için çağırıyoruz» dedi.

İbadet ehli adam, (şahitlikten kaçmış olmamak için) hizmetçiyle birlikte gitti. Eve vardıklarında, adam hangi kapıdan girdiyse hizmetçi ardından kapıyı kilitliyordu. Nihayet adam kendisini son derece güzel bir kadının yanında buldu. Kadının yanında bir çocuk, bir de şarap şişesi vardı. Kadın ona:

«–Vallâhi ben seni şahitlik yapman için çağırmadım. Benimle birlikte olman veya bu şaraptan bir kadeh içmen ya da şu çocuğu öldürmen için çağırdım» dedi. Çâresiz kalan adam kendince en hafifini tercih ederek:

«–Bâri şu içkiden bir kadeh ver» dedi. Kadın ona bir kadeh içki verdi. Sonra adam:

«–Biraz daha verin!” dedi.

Adam içkiyi içince çok geçmeden kadınla da zina etti, (yaptıkları duyulmasın diye) çocuğu da öldürdü. İşte bu sebeple, aman içkiden uzak durun! Vallâhi iman ile içkiye mübtelâ olmak, asla bir arada bulunmaz. Pek yakında birinin diğerini uzaklaştırmasından korkulur.” (Nesâî, Eşribe, 44/5664)

Yani içkiye mübtelâ olmak, tevbe edilmediği takdirde kişinin imanını zedeler. Tevbe edildiğinde ise kâmil iman, içki içme hastalığını sahibinden uzaklaştırır. Çünkü içki mü’mine yakışmaz. Allah’a inanan bir kimse için bu şeytan işi pisliğe kapılmak büyük bir ayıptır. Hem Allah’a iman etmek hem de O’nun emrine itaatsizlikte bulunmak akıl kârı değildir. Bu durum hadis-i şerifte şöyle ifade edilir:

“Zina eden kimse zina ettiği anda mü’min değildir. İçki içen kimse içki içerken mü’min değildir. Hırsızlık yapan kimse hırsızlık yaparken mü’min değildir…” (Buhârî, Mezâlim, 30; Tirmizî, İman, 11/2625; Nesâî, Eşribe, 42/5657)

İnsanın îman gibi en kıymetli cevherini zedeleyen içkinin, onu daha ne gibi büyük felâketlere sürüklediğini gösteren bir hadîs-i şerîf de şöyledir:

“İçki bütün çirkinlik ve hayâsızlıkların anası, büyük günahların en büyüğüdür. Kim onu içerse, annesiyle, teyzesiyle ve halasıyla bile zinâ eder.” (Heysemî, V, 67)

Bu sebeple Resûlullah, ümmetini içkiden uzaklaştırmak için ağır ifadeler kullanmış, onunla alâkalı her şeyi yasaklamıştır. Dördüncü hadisimizde, Allah’ın içkiye, onu içene, dağıtana, satana, alana, yapana, yaptırana, taşıyana ve kendisine götürülene lânet ettiğini haber vermiştir. Diğer rivâyetlerde içkinin yapıldığı yere, onu bağışlayana, hediye edene, bedelini ve kazancını yiyen kimselere de lânet edildiği bildirilmiştir.

Demek ki içkinin kötülüklerinden korunabilmek için bütün yolları kapatmak, onunla alâkalı her şeyden uzak durmak îcâb etmektedir. Hem ferdin hem de toplumun selâmeti için yapılması gereken en mühim vazife budur.

İçki yüzünden lânete uğrayan kimsenin ibadetleri de tehlikeye girmektedir. Resûlullah, bu durumdaki insanları îkaz için şöyle buyurur:

“Kim içki içerse, Allah onun yedi gün namazını kabul etmez. O süre içinde ölürse kafir olarak ölür. İçtiği şey aklını giderir ve onu farzlardan alıkoyarsa kırk gün namazı kabul olunmaz, o süre zarfında ölürse kafir olarak ölür.” (Nesâî, Eşribe, 44/5667; Dârimi, Eşribe, 3; İbn-i Mâce, Eşribe, 4)

İbadetlerin iki yönü vardır. Birisi, ibadeti yapan kişinin borcunu ödemiş olması, diğeri de bundan sevap kazanmasıdır. Bu hadis-i şeriflerde içki içen kimsenin namaz ve diğer ibadetlerden sevap kazanamayacağı kastedilmektedir.

İÇKİ TİCARETİ YAPMAK HARAM MIDIR?

Aynı şekilde içkiden kazanılan para ile yapılan ibadetlerden de sevap yerine günah kazanılacağı haber verilmiş ve içki ticâreti yasaklanmıştır:

Hz. Ayşe (r.a) şöyle buyurur:

“el-Bakara Sûresi’nin son âyetleri indiği zaman, Resûlullah Efendimiz Mescid’e çıktı ve:

«Şarâb ile alâkalı ticâret yapmak haram kılındı!» buyurdular.” (Buhârî, Büyû, 105)

Allah Teâlâ ancak temiz olanı kabul buyurur. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu hoşuna gitse de (bu böyledir). O hâlde ey akıl sahipleri! Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz!” (el-Mâide, 100)

Allah Resûlü şöyle buyururlar:

“Kim haram para kazanıp da o para ile köle azat eder ve akrabasına yardım ederse, bu onun için günah olur.” (Heysemî, X, 292-293. Krş. İbn Hibbân, Sahîh, VIII, 153/3367)

Dolayısıyla, Allah’a ve âhiret gününe iman eden bir mü’min, içkiden büyük bir titizlikle kaçınmalıdır. İçkili sofralara oturmamalı, İslâmî usullere uymayan düğün ve benzeri merasimler düzenlememeli ve bu tür merasimlere katılmamalıdır. Bu konuda kimsenin hatır ve gönlüne bakmadan, içkili sofra ve meclislere niçin iştirak etmediğini de açıkça söylemelidir ki, Allah’ın haramlarını çiğneyen kimseler hatalarını anlasınlar. Aksi takdirde bir günahkârın gönlünü kırmamak için Allah’ın lânet ve gazabına uğramak söz konusudur ki, dünyanın en büyük ahmaklığı budur.

Allah’ın emrine riayet etmemenin netîcesi, dünyada pek çok zarar ve ziyana uğramak, âhirette de elem verici bir azâba mâruz kalmaktır. Rasulullah Efendimiz içkinin ve onun sebep olduğu diğer kötülüklerin dünyadaki bir cezâsını şöyle haber verirler:

“Ümmetimden bir kısım topluluklar olacak, zinâyı, erkeklerin ipek elbise giymesini, şarap içmeyi ve eğlence âletlerini çalıp dinlemeyi helâl sayacaklar. Bir takım (merhametsiz) zümreler bir dağın eteğinde konaklayacaklar, onlara âid koyun sürüsü ile çoban sabahları yanlarına gelecek (akşamları gidecek). Bunlara fakir bir kişi ihtiyaç için gelecek. Bu duygusuz insanlar fakire: «Haydi şimdi git, yarın gel.» diyecekler. Bunun üzerine Allâh (eğlendikleri) dağı geceleyin üzerlerine indirip bir kısmını helâk edecek, (sağ kalan) diğerlerini de kıyâmet gününe kadar maymun ve domuz sûretine döndürecek.” (Buhârî, Eşribe, 6)

İÇKİ İÇMENİN AHİRETTEKİ CEZASI

Altıncı hadisimizde ise içki içenlere Cehennemde verilecek bir ağır cezadan bahsedilmektedir. Dünyada kendilerini pis şey içmeye lâyık görenler, elbette âhirette de en pis şeyi içmekle cezalandırılacaklardır. Çünkü ceza suçun cinsine göredir. İçki içenlere âhirette Cehennem ehlinin yanık derilerinden akan ter, kan ve irin gibi, insanın bakmaya bile tahammül edemediği pislikler içirilerek azap edilecektir.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

BENZER HABERLER

ALKOLSÜZ BİRA İÇMEK CAİZ MİDİR?

İÇKİ İÇMEK VE TİCARETİNİ YAPMAK CAİZ MİDİR?

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.