İbâdetlerde Huşû Nasıl Sağlanır?

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e talebe olabilmek, huzurla dolmak, güvenilir ve doğru olmak, her şartta mütevâzı ve sabır dolu olmanın yollarından biri de ibâdetlerimizde ruhâniyeti sağlamaktır.

İBÂDETTE RÛHÂNİYET

İbâdet; gerek namaz, oruç gibi muayyen şekillerde, gerek hayatın bütün safhalarında Rabbimiz’e kulluk etmek demektir.

İbâdette zâhir ve sûret mükemmel olması îcâb eder, fakat asıl gaye, bâtın ve sîrettir. Sormalıyız:

İbâdetlerimiz, bizleri ne kadar vecd ve duygu derinliğine götürüyor?

Rabbimiz, namazda huşû istemekte, felâha kavuşan mü’minleri;

اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ

“Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.” (el-Mü’minûn, 2) diyerek vasfetmektedir.

ALLAH BİZDEN NASIL BİR NAMAZ KILMAMIZI İSTİYOR?

Anlamamız îcâb eder ki;

Cenâb-ı Hak, geometriden ibaret bir namaz istememektedir. Bedenin, kıblesi Kâbe’ye döndüğü gibi; kalbin ibresi de Hakk’a yönelmelidir. Kalp ve beden, rûhânî bir âhenk içinde olmalıdır.

  • Namaz, kulu Mevlâ’nın vuslat deryâsına götüren ibâdet pınarlarının en büyüğü ve ehemmiyetlisidir. Namaz; şümûl, muhtevâ ve rütbe bakımından bütün ibâdetlerin zirvesi ve özüdür.

PEYGAMBER EFENDİMİZ NASIL NAMAZ KILARDI?

Peygamber Efendimiz; “Gözümün nûrudur.” buyurduğu namazı işte bu kıvamda edâ etmiştir. Hazret-i Âişe-radıyallâhu anhâ- anlatır:

“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman, yüreğinden kazan kaynaması gibi ses duyulurdu. Ezan okunduğu zaman, Allâh’ın huzûruna çıkacağı için etrafındakileri tanımaz hâle gelirdi.” (Ebû Dâvûd, Salât, 157; Nesâî, Sehv, 18)

O Varlık Nûru; “Şükreden bir kul olma” iştiyâkıyla her vesileyle namaza koşmuş, secdeye kapanmıştır. Farzlara ilâveten; farzların evvel ve âhirindeki revâtib sünnetler, duhâ, işrak, evvâbîn, teheccüd, vudû (abdest), sefer, hâcet, husûf-küsûf namazlarını da edâ etmiştir.

Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’de;

وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ

“Sabır ve namazla yardım isteyin.” (el-Bakara, 45) buyurmuştur. Mü’min her vesileyle;

« اللّٰهِ اِلَى فَفِرُّوا / Allâh’a koşun» (ez-Zâriyât, 50) tâlimâtına teslim olarak secdelere koşmalıdır.

HUŞÛ İLE KILINAN NAMAZ İNSANI KÖTÜLÜKTEN ALIKOYAR

Huşû ile kılınan, rûhâniyet veren bir namaz; kişiyi kötülükten alıkoyar.

Cenâb-ı Hak ile mülâkat hâlinde bir namaz; devrimizin hastalıkları olan psikolojik rahatsızlıklardan, vesveselerden, depresyon ve streslerden muhafaza eder.

Çünkü huşû ile kılınan bir namaz sayesinde, insanın Cenâb-ı Hakk’a karşı tevekkül ve teslîmiyeti artar. Bu teslîmiyet neticesinde kişi, psikolojik rahatsızlıklardan muhafaza edilir.

İnsanî ve içtimâî ilimlerle meşgul olan kişiler, toplumdaki çeşitli problem ve ârızaların sebeplerini tespit için uğraşırlar. Hâlbuki psikolojik ve sosyolojik sıkıntıların en büyük âmili, kulun Rabbiyle münasebetindeki ârızalardır.

Rabbimiz’in istediği, Peygamberimiz’in gösterdiği şekilde namaz kılan bir toplum; bedenen ve rûhen sıhhatli olur. Nitekim asr-ı saâdette Medine’ye bir doktor gelmişti. Yapacak bir iş bulamadı. Neticede Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona ailesinin yanına dönmesini tavsiye ettiler. Yine; bize gelen nakillere baktığımızda, asr-ı saâdette psikolojik bir rahatsızlığa rastlamıyoruz. Zira zengini-fakiri, hastası-sağlamı, hepsi, İslâm’ın lutfettiği bir huzuru yaşıyordu.

ORUCUN HİKMETLERİ

Namaz gibi diğer ibâdetler de rûhânî gayelerine uygun şekilde edâ edilmelidir.

  • Oruç, insanın nimetler karşısındaki şükrünü artırır.

Çünkü muvakkat açlık, nimetlerin kadrini idrâk ettirir.

Kalbin sabır ve metânetini kuvvetlendirir.

Yoksul, garip ve kimsesizlerin hâlini yakînen anlamaya vesile olur.

TAKVA SAHİPLERİ ALLAH İÇİN İNFÂK EDERLER

Zekât, sadaka ve infak, kulun mes’ûliyetini bildirir. Kur’ân-ı Kerim’de; zekât 32 yerde, sadaka 21 yerde ve infak da 72 yerde zikredilmektedir. Biz ehemmiyet verdiğimiz şeyleri tekrar tekrar söyleriz. Rabbimiz de bize 125 defa gerek zekât gerek sadaka gerek infak kabîlinden vermeyi emrederek, buna ne kadar ehemmiyet verdiğini tebârüz ettirmektedir. İnfak husûsunda âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ فِى السَّرَّاءِ وَالضَّرَّاءِ

“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için infâk ederler…” (Âl-i İmrân, 134)

Anlamalıyız ki, infâk için maddî bakımdan zengin olmak şart değildir. Fakat gönül zengini olmak şarttır. Takvâ sahipleri Allah için darlıkta dahî infâk ederler. Bu işareti emir telâkkî eden ashâb-ı suffe talebeleri, yokluk içinde oldukları hâlde, dağlara çıkıp odun toplayıp satmış ve bedelini Allah Rasûlü’nün önüne koymuşlardır.

HAC'DAKİ ÖLMEDEN EVVEL ÖLÜNÜZ SIRRI

Hac ise mahşerin bir benzerini, daha bu dünyada iken yaşatarak; “Ölmeden evvel ölünüz!” sırrına ermeye vesile olan bir ibâdettir. Yani fânî hayatın son giysisi olan kefene bürünmenin bir misâlidir. Hacda; «refes», «fısk» ve «cidâl» yoktur. Yani şehevî arzular, fısk u fücur ve münakaşa yasaklanarak; bu şuurun bütün ömre yayılması telkin edilir.

Hazret-i Mevlânâ; rûhâniyet içinde bir hac için şu hatırlatmada bulunur:

“Hacca gidenler orada evin (yani Beytullâh’ın) sahibini arasınlar. O’nu bulduktan sonra Kâbe’yi her yerde bulabilirler.”

NEREYE GİTSENİZ ALLAH SİZİNLE BERABERDİR

Bir kalp, eğer kalb-i selîm, kalb-i münîb ve nefs-i mutmainne ekseninde seviye kazanırsa, o zaman Cenâb-ı Hak’la beraberliği her an temin etmiş olur. Zira Cenâb-ı Hak; وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ “Nereye gitseniz Allah sizinle beraberdir.” (el-Hadîd, 4) buyuruyor.

Namaz, oruç, zekât ve haccı lâyıkıyla îfâ edebilmek; toplumdaki sosyal buhranları ortadan kaldırır, cemiyete huzur verir. Bu huzur; asr-ı saâdet, Ömer bin Abdülaziz devri ve Osmanlı’nın ilk üç asrında fiilen yaşanmıştır.

Bugün İslâm dünyasının içinde bulunduğu buhranların da başlıca çaresi, Hakk’a rûhâniyet ve huzur hâlinde ibâdettir. Böyle bir kulluk, mutlaka beşerî münasebetlere de huzur ve selâmetini aksettirecektir.

Cenâb-ı Hak âyet-i kerimede buyurur:

“Ancak Sana ibâdet ederiz ve ancak Sen’den yardım dileriz.”

Yani;

 اِيَّاكَنَعْبُدُ olmaz ise وَاِيَّاكَنَسْتَع۪ينُ olmaz.

Hep beraber yaşanan bir kulluk gerçekleşmezse ilâhî yardım kesilir.

Hep beraberlik şart.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2015 Ay: Aralık Sayı: 130

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.